Esmau'l-Hüsna anlamları ve açıklamaları, En güzel isimler Allah'ındır.

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Müheymin cc

EL-MÜHEYMİN cc


el-Müheymin, mahlûkatını gözetip koruyan, korkulardan emin kılan, her şeye şahit olan, muhafaza eden demektir.

57EL-MUHEYMiNcc_zpsaf995af9.jpg


el-Müheymin, mahlûkatını gözetip koruyan, korkulardan emin kılan, her şeye şahit olan, muhafaza eden demektir.

Haşr sûresi (59), 23: "O Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Melik (mülkünde istediği gibi tasarruf eden)tir, Kuddûs (her noksanlıktan münezzeh olan)dür, Selâm (her kusurdan ve âfetten sâlim olan)dır, Müheymin (her zaman gözetip, koruyan)dir, Aziz (kudreti daima üstün gelen)dir, Cebbâr (dilediğini yaptıran)dır, Mütekebbir (büyüklük ve yücelik kendisine mahsûs olan)dir. Allah, müşriklerin şirk koştuklarından münezzehdir."

Bu isim, sadece Allahü Teâlâ için kullanılan isimlerden biridir dostlar. el-Müheymin ism-i şerifi, eş-Şehîd, er-Rakîb ve el-Hafîz isimleriyle eş anlamlı olup, kulların, devamlı olarak ilâhi gözetim altında bulunduklarını ifade eder.

Mü'min kullara, sevgi, güven ve huzur aşılayan isimlerden biridir el-Müheymin.

Kâinattaki muhteşem düzeni seyreden mü'min, dağları seyrederken, onları yeryüzünün çivileri gibi yerleştiren Rabbini düşünür; Enbiyâ sûresi (21)'nin otuz birinci ayetini ("Yeryüzünde, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yarattık, rahat gidebilsinler diye dağların aralarında geniş yollar var ettik.") okur ve bu âyetin gölgesinde; "Benim, beni korkulardan emin kılan, "el-Müheymin" olan Rabbim var!" der, dostlarım.

Ayı, güneşi, yıldızları seyreder mü'min! Onların içinde bulunduğu hassas dengeyi ve fizik kanunlarını düşünür. 1 derecelik eğim farkı, ya da birkaç kilometrelik bir yakınlaşma olsa aralarında, neler olabileceğini düşünür ve kâinatı, bu inanılmaz düzenle ayakta tutan Rabbine sığınır.

"Benim, kudreti sonsuz, beni muhafaza eden, "el-Müheymin" olan Rabbim var!" der dostlarım.

Yeryüzünü, bir çiçek bahçesi gibi döşeyen, her baharda yeniden canlandıran, kışın bembeyaz bir kürk giydirip süsleyen Rabbinin, o binbir renk cümbüşü içinde yarattığı mevsimlerini takip eder mü'min.

Mü'min, diriliği, tazeliği ile baharın, "çocukluğa"; verimi, güzelliklerinin doruğundaki çiçekleri ile yazın, "gençliğe"; sararan, dökülen yaprakları ile hazan mevsiminin, "olgunluğa"; ve gökten inen, nâzenin kar taneleri ile kış mevsiminin "yaşlılığa ve ecele" delâlet edişini seyreder ve bu âlemi, bir saatin dişlileri gibi birbirine bağlayan, binbir olayı birbirine bağlı olarak idare eden, gözeten ve hiçbir olayda düzensizliğe izin vermeyen Yaradan "Benim Rabbimdir!" der. O, "el-Müheymin"dir, der dostlar!

Fizikteki kanunları, yerçekimi kanunu, sürtünme kanunu, çekim kanunları v.s. ile, bu muhteşem âlemi kontrolünde tutan O Yüce Yaratıcının, kendisi için kurallar koyduğunu bilir mü'min!

Hadîd sûresi (57), 4: "O'dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra arş üzerine istivâ etti (hükümran oldu). Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir." Bu âyetin gölgesinde huzurla durur, inanan kişi!

O, aslı bir "ateş top" olan "dünya" adlı gezegende muhteşem bir düzen yaratan, gökleri ve yeri kontrolü altında tutan, her an kendisiyle birlikte olan, kendisini koruyan ve gözeten, "Rabbim!" dediği an, "Buradayım kulum" diyen ve kendisini seven "el-Müheymin" olan Yüce Yaradanın kuludur.

Onun için mü'min huzurludur, yarının endişelerini taşımaz, zamanını değerlendirir. Rabbi için yaşar, zamanı gelince de vuslata hazırlanan "sevgililer" gibi sevinçle gider ötelere…

Allah'ı isimleriyle tanımakla işte bu "huzur"a doğru yolculuk yapacağız dostlar!

O'nu bulan her şeyi bulmuştur.

O'ndan uzak olan ise her şeyden mahrumdur!
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Muhsî cc

EL-MUHSİ cc


He surrounds everything with his endless wisdom and He knows the quantities of everything at his estate, He accounts each event one by one.

el-Muhsî, sonsuz ilmi ile her şeyi kuşatan ve mülkündeki her şeyin sayısını bilen, her yapılanı bir bir sayan demektir.
58EL-MUHSicc_zpsdfa2eba1.jpg
el-Muhsî, sonsuz ilmi ile her şeyi kuşatan ve mülkündeki her şeyin sayısını bilen, her yapılanı bir bir sayan demektir.
Haydi, dostlar, beyninizi zorlayın birkaç dakika süreyle. Nelerin sayısını gerçek anlamda sayabileceğinizi düşünün. Ve sonra da kendi acizliğinizin yanında, O Yüce Yaradanın sonsuz ilmini kavramaya çalışın, tefekkürün muhteşem lezzetini yaşayın!
Hz. Âdem'den bu yana yaratılmış insanların ve dâhi, kıyamete kadar da doğacak ve yaşayacakların sayısınca hesap tutuluyor. Bu keyfiyet, çok geldi düşünce dünyamıza, zonkladı beyinlerimiz değil mi? Sadece kendi zamanımızla konuşalım isterseniz. Günümüzde beş milyar insan mı yaşıyor, şu yaşlı dünyanın omuzlarında! Beş milyar insanın hesabı ayrı ayrı tutuluyor; yaptıkları iyilik ve kötülükler bir bir sayılarak, bir gün önlerine çıkartılacak şekilde muhafaza ediliyor. Bunu düşünmek bile, dehşetengiz bir hesap ilmini anlatmak için yeterli geliyor bana.
Meteoroloji haberlerinde spiker, "Ülkemizin şu bölgesine, 1m2'ye şu kadar m3 yağış düşmüştür" derken, yağmurlu ve karlı havaların hesabını m[SUP]3[/SUP]'le ölçüp biçerken, o lapa lapa yağan kar tanelerinin, rahmetle inen yağmur tanelerinin adedini hiç düşündünüz mü acaba? Ya da bu hesapların, kâinatı sonsuz ilmi ile kuşatan Sâni-i Zül-Celâl'in bilgisi dâhilinde olduğunu hissedip, ürperdiniz mi hiç tâ yüreğinizden?

Peki, yeryüzündeki canlı türlerinin sayısı ne kadardır? Karıncaların, o çalışkan hayvancıkların adedini bilen var mı aramızda?
Mikroorganizma türlerinin sayısı ne kadardır acaba?

Peki, denizlerin bağrında yaşayan kaç bin canlı türü vardır? Ya, nesilleri tükenmekte olanların, ya da nesilleri tükenmişlerin miktarı ne kadardır?
Tefekkürünüzü burada noktalayın dostlarım. Biz kim, bunları saymak kim?

Acizliğimizi görelim yeter! O yüce kudreti hissedelim yeter! Bizden istenen bu!

el-Muhsî'dir O!

Mülkündeki her şeyin sayısını bilendir O!

Hûd sûresi (11), 6: "Yeryüzünde rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O, onların karar kıldıkları yerleri de, emaneten durdukları yerleri de bilir.
Onların hepsi apaçık bir kitaptadır."

Kullarının yaptıklarını da bir bir sayacak ve önüne getirecek olandır O!

Meryem sûresi (19), 93, 94, 95: "Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki (kıyamet günü) Rahmân'ın huzuruna kul olarak çıkmasın. And olsun ki Allah onların hepsini kuşatmış, kendilerini ve yaptıklarını bir bir saymıştır Kıyamet günü onların her biri Allah'ın huzuruna tek başına çıkacaktır."
Bize düşen, o dehşetli güne, kendi hesabımızdan haberdar olarak yürümek ve bu dünyada Rabbimizin bizden beklediklerini tam olarak yerine getirmektir.

Bizden, teferruatlarla uğraşmamız istenmiyor; tefekkür edip, o engin rahmetin sahibini tanımamız, O'nun kudretini düşünüp kulluk etmemiz isteniyor. Yolculuk kıyamete; yolculuk haşre dostlar!
Her kişinin kıyameti, kendi ölümüyle kopacak!

Büyük kıyametin zamanı ile de uğraşmayın sakın! Onun zamanı da Allah'ın ilmindedir. Bizim için 'gayb'dır. Biz, sadece kendi kıyametimize endekslenmeli, yüz akı ile huzura çıkabilmenin hesabını yapmalıyız.

Yâ-Sîn sûresi (36), 12: "Gerçekten Biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten biz her şeyi açık bir kütükte, bir "imam-ı mübin"de (ana kitapta, yani Levh-i mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir."

Mücâdele sûresi (58), 6: "O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şâhiddir."

Ömür hızla geçiyor dostlar. Varlığımız yerindeyken, sıhhatimiz elimizden alınmamışken, koşturabiliyorken ve de henüz zamanımız varken, Rabbimize, ruhlar âleminde verdiğimiz sözün icaplarını yerine getirelim.

Kehf sûresi (18), 47: "O kıyamet gününü hatırla ki, dağları yürüteceğiz ve yeryüzünü çırılçıplak göreceksin. Bütün insanları, mahşerde toplayacağız hiçbir kimseyi bırakmayacağız.

Kehf sûresi (18), 49: "O gün herkesin amel defteri ortaya konulmuştur. Ey Muhammed! Günahkârların, amel defterlerinden korkarak: "Eyvah bize! Bu nasıl deftermiş ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş" dediklerini görürsün. Onlar, bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez."

Ey, güzel Allah'ım! Âyetleriyle bizimle konuşan, bizi o dehşetli azap gününden korumaya çalışan Rabbim! el-Muhsî isminin tecellileriyle bizi, parasını sayıp üst üste yığanlardan değil; üzerimizdeki nimetlerini sayıp, idrak etmeye çalışan ve şu dünya adlı gül bahçesinden, sana getirebileceğimiz kaç gülümüzün olduğunun hesabını yapanlardan eyle bizi! Âmîn.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Muhyî cc

EL-MUHYİ cc






el-Muhyî, can bağışlayan, sağlık veren, dirilten, kalpleri dalâletten kurtarıp, iman ve zikirle dirilten, hayat veren demektir.
59EL-MUHYicc_zps9e380e41.jpg


el-Muhyî, can bağışlayan, sağlık veren, dirilten, kalpleri dalâletten kurtarıp, iman ve zikirle dirilten, hayat veren demektir.

A'râf sûresi (7), 158: "De ki; ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah'ın gönderdiği resûlüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün mülkü/egemenliği O'nundur.

O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öldüren de, dirilten de O'dur. O halde Allah'a, Allah'a ve O'nun sözlerine iman etmekte olan etmekte olan o ümmî nebî olan rasûlüne iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulmuş olasınız."
O, Yüceler Yücesine ruhlar âleminde "Evet, Sen bizim Rabbimizsin" diyerek, verdiğimiz sözü tutup tutamayacağımızı denemek için, Allah, yeryüzünü yarattı ve binbir nimetle döşeyip, teçhizatlandırdı. Ve yeryüzüne, mahiyeti kendince bilinen, bize ise "gayb" olan bir kitapta, Levh-i Mahfuz'da yazılı bir zamana kadar da ömür verdi. Hz. Âdem'den bu yana, asırlardır insanoğlu, Allah'ın kendisi için takdir ettiği "ömür" süresince, bu dünya yüzünde ağırlanıp, imtihana çekiliyor dostlar. İbretle bakarsanız, dünyanın devasa bir kazan gibi dolup dolup boşaldığını görürsünüz.
Bir âlemden gelip, kâinat denizinde yüzen dünya adlı gemide bir süre konaklayıp sonra, yine bir başka âleme göçüşün adıdır hayat!

Anne ve babadan gelen sperm ve ovum adlı iki hücrenin, "ol" emriyle birleşmesinden sonra başlayan, muhteşem yaradılış senaryosunun ilk perdesi, "rahim" adlı konakta yaşanır dostlar.

"er-Rahîm" olan Allah'ın, o merhamet sağanağı isminin, "anne" adlı sevgili vücuttaki tecelligâhıdır rahimler.
Bir bebeğin doğuşuna tanık olabilmiş şanslılardan iseniz, o doğuma ancak yardımcı olunduğunu, kimsenin; hiç kimsenin gücünün, doğum anını, ne bir dakika öne ne de bir dakika sonraya almaya gücünün yetmeyeceğini hissedersiniz.
Alınacak ilk nefesin; anne karnındaki üç katmanlı karanlıklar içinden, dünya yüzüne çıkıştaki ilk soluğun bile zamanı belirlidir dostlar. Zira o, ilk nefesle birlikte, yeni doğan insancığın, hayat takvimi işlemeye başlar.
Mürselât sûresi (77), 20-24: "Biz sizi âdi bir sudan yaratmadık mı? Onu sağlam bir yerde oturttuk. Belli bir süreye kadar. Demek ki biçimlendirmişiz. Ne güzel biçimlendireniz Biz. O gün yalanlayanların vay haline!"
İlk çığlıkla, hayat senaryosunun ikinci perdesi açılır dostlar; sahne dünyadır, bir misafirhane misali ağırlar üzerinde insanoğlunu. Nice imtihanlar, acılar, ağartır saçları, büker omuzları. Yeri gelir sevinç ve varlık imtihan aracı olur. Son nefes ile de bu perde kapanır...
Üçüncü perde, toprağın "ana kucağı" gibi, insana şefkatle açılmış, serin bağrında açılacaktır. Dünya hayatını, Rabbine kavuşmak ve O'nun rızasına kavuşmak için yarışmakla geçirenlere, Yüce Allah, hayatları boyunca Muhyî isminin tecellilerini sunar.
Hz. Allah, Rûm sûresi (30)'nde (50): "Şimdi bak Allah'ın rahmetinin eserlerine! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir. O her şeye kâdirdir." buyurarak, ölü gönülleri diriltecek tek kudretin Kendisi olduğunu anlatır kullarına.
Medeniyetimizde kulaklarını hakikate tıkamış olanlara "sağır"; kalp gözü körelmiş olanlara, hakikati fark edemeyenlere de "kör" denilir dostlarım.

Rûm sûresi (30)'nde (52): "Çünkü sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarını dönmüş giderlerken sağırlara da duyuramazsın." buyrularak, O merhametli Resûle teselli verilir.
Allah'ın gönüllere yağdırdığı "rahmet yağmurları" vardır dostlar. Rahmet yağmurları çorak, kuru bir toprağın dirilişi gibi canlandırır gönülleri. Yüce Yaradan, kullarını günâh kirlerinden gözyaşları ile arındırır.

O Muhyî olanın bir rahmet nazarıyla, küfür karanlıklarından, hidayet nuruna kavuşulur, bilir misiniz?

Sen, ey el-Muhyî olanım!

Sen, ey Sahibim, Yaradanım!

Can verdin, soluk verdin, ömür verdin yaşattın!

Yardım et şu kuluna, ömrünün son anında!

Son anımda "Yaşamım senin için, namazım senin için" diyenlerden olayım.

İzin ver fakirine, Sana yüreğimi sunayım!
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Muîd cc

EL-MUID cc


He will be created again after the death, He resuscitates after die.

el-Muîd, ölümden sonra tekrar yaratacak olan, öldükten sonra dirilten demektir.
60EL-MUiDcc_zps699c6811.jpg

Mülk sûresi (67), 2: "O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır."

"Ölüm" de "hayat" gibi bir lütuf ve nimettir dostlar. Ölümü hiç böyle düşündünüz mü?

Ölüm, zorlu hayat vazifesinden terhis olmaktır.

Ölüm, fâni hayattan bâkî olan ebedî hayata davet olunmanın adıdır.

Ölüm, bu dünya zindanından kurtulup, o tek dostun "rahmet" sarayına kabul edilişin başlangıcıdır.

Nasıl ki, dünyaya geliş, yani "hayat" bir takdirle ve hak ile yaratılmıştır; dünyadan gidiş de bir hikmetle ve tedbirle olur dostlar.

Muhteşem yaradılış senaryosunun üçüncü perdesidir ölüm.

Ölüm sahnesi, toprak altında açılır seyredenlere.

Bu perde, gayb âleminin seyircileri tarafından ibretle seyredilir.

Tâ-Hâ sûresi (20), 55: "Sizi yerden (topraktan) yarattık, yine (ölümünüzden sonra) ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi bir kere daha çıkaracağız."

Kışın gelişi, baharın müjdecisidir dostlar. Kış gelince bütün çiçekler, yapraklar, çekirdekler ölür, toprağa karışır. Toprak altında gözlerimizden gizlenmiş muhteşem bir laboratuar vardır. Çiçeklerin kalıntıları, bu laboratuarda yoğrularak, bir sonraki baharda birbirinden güzel nakışlı çiçekler, birbirinden leziz meyveler olarak yine topraktan başlarını çıkarır.
Ölüm de böyledir dostlar... Dünya kışından, ahiret baharına uyanışın adıdır ölüm! Toprağa giden her can, bâkî âleme açılan bir sümbüle benzer. Marifet, koku saçmaktır etrafa. Marifet, güzelliklerle donanıp, güzellikler taşımaktır ötelere.
Enbiyâ sûresi (21), 35: "Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak şer ile de hayır ile de deniyoruz. Hepiniz de sonunda Bize döndürüleceksiniz."

Rûm sûresi (30), 19: "O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız."

Bu âyette, öldükten sonra dirilmenin hiç de öyle akıl almaz bir şey olmadığı belirtilerek, yeryüzündeki yenilenme olaylarına işaret edilir... Kupkuru topraktan ve kurumuş ağaçlardan yemyeşil bitkiler, rengârenk çiçekler ve çeşit çeşit meyveler çıkaran ilâhi kudret için, yoktan var ettiği insanı, tekrar diriltmesi hiç de zor değildir.
Sayısız, "bâ'sü ba'del mevt" hadisesinin yaşandığı yeryüzüne, bir kez ibretle bakmak bile, Allah'ın kudretini kavramak için yeterli olacaktır dostlarım.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Muızz cc

EL-MUiZZU cc


el-Muızz means He makes superior, gives honour and glory.

el-Muızz, üstün kılan, izzet ve şeref veren;
61EL-MUiZZUcc_zps0f6a7d52.jpg

el-Muızz, üstün kılan, izzet ve şeref veren;
el-Müzill, zillete düşüren, hor ve hakir kılan, rezil ve perişan eden demektir.

Âl-i İmrân sûresi (3) 26: "De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır, Senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kâdirsin."

Allah, kendisine iman edip, salih amel işleyenleri yükseltir dostlar. Dilediği kuluna "iman" nurunu nasip eder ve onu izzetlendirir. "İman" nimeti, o kulu haysiyet ve vakar sahibi yapar. İman bir kalbe yerleştiği zaman, insan yalana, adaletsizliğe ve zulme asla tenezzül etmez!

İman, insan hayatından gafilliğin silinip, el-Azîz olan Allah'ın emir ve isteklerinin hakimiyetinin başlaması demektir. Ve iman, Allah'tan başka hiçbir güç önünde eğilmeyen, dünya hayatını ötelere basamak yapan, onun için de başı daima dik, gözleri yücelerde, bir insan tipi çıkarır ortaya.

Yalan ve entrikaların kirletemediği, dünya meşakkatlerinin yer yer kararttığı gönül dünyasını da her an gözyaşları ve tövbe ile yıkamaya hazır, kalbi Yaradanıyla ilişkide, sadece O'nun sevgisini kaybetme korkusu ile titreyen asil bir insandır iman eden kişi!

İman eden kişi Âl-i İmrân sûresi (3)'nin 139'uncu ayetinin ışığında yaşamını sürdürür: "Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir."

Allah, 'Muızz'dir, kendisine inanan kulu hep aziz kılar!

Kıyamete yürüyen dünya, "izzet" sahibi olanların, Allah yolunda mücadele edip, İslâm'ın çağlar üstü mesajını, bir sonraki nesle taşıyanların ibret ve izzet dolu yaşamlarını anlatır bizlere!

"İzzet" ile "kibir" birbirine karıştırılmamalıdır!

"İzzet", bir insanın, kendi değerini tanıması, fâni nimetler ve dünyevî çıkarlar uğruna değerlerini kaybetmemesi, koruması ve kıymetli tutması demektir.

"Kibir" ise, insanın kendini bilememesi ve onu, hakiki mevkiinden, bulunduğu konum ve dereceden üstün zannetmesi, kendini, diğer insanlardan farklı sanarak, büyüklenmesi demektir.

Gül Nebi Muhammed Mustafa (s.a.s.): "Müslüman kardeşine karşı tevazu gösteren kimseyi Allah yüceltir. Ve ona karşı üstünlük taslayan kimseyi ise alçaltır." buyuruyor. (Seçme Hadisler, S. 83)

Bakara sûresi (2), 34: "Ve o zaman meleklere: "Âdem'e secde edin!" dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu."

A'râf sûresi (7), 12: "(Allah) buyurdu: "Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (İblis): "Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın."

Muhteşem kelâmdan yağan mesajlara bakınız dostlar.

Lokmân sûresi (31), 18: "Hem insanlara karşı avurdunu şişirme (kibirlenme) ve yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah övünen ve kuruntu edenlerin hiçbirini sevmez."

İsrâ sûresi (17), 37: "Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin."

Allah, Muızz'dir dostlarım! İnananları dünyada da ahirette de "aziz" eder.

Dünya hayatında inanan kişinin hedefi, sadece ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak ve bu dünya hayatını, ebedî hayat için sermaye kılmak iken, inanmayan, inkâr edenlerin hedefi ise, insanların takdiri, acizlerin alkışlamaları ve onların övgüsüdür dostlarım!

Allah (cc), inkâr edenler için de dünya ve ahiret azabını, insanların önünde rezil olmakla verir!
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Mukaddim cc

EL-MUKADDiM cc


Whichever He wants He accelerates, postpones, makes it quicker.
el-Mukaddim, arzu ettiğini öne alan, ileri geçiren, yakınlaştıran demektir.
62EL-MUKADDiMcc_zpsd7720a9b.jpg


el-Mukaddim, arzu ettiğini öne alan, ileri geçiren, yakınlaştıran demektir.

Her şeyi yaratan Yüce Allah, dünya üzerinde gerçekleşecek her olayın zamanını önceden tespit etmiş, yarattığı kulların, hayatları boyunca görüp geçireceği olayların tümünü, zamanı ile belirlemiştir dostlar. Her şey, ama her şey, zamanı, günü, saniyesi ile yazılmıştır ve bunlar ancak Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmektedir. O'nun dışında hiç kimsenin olaylara müdahale gücü ve izni yoktur dostlarım.

A'râf Sûresi, 34: "Her ümmetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler."

Vakit, O'nun ilmindedir. Allah'ın takdir ettiği an gelmeden bir yaprak bile düşmez. Her mahlûk doğumundan ölümüne kadar bu ilâhi zamanlamaya tabidir. Ve kimse, Allah'ın takdir ettiği zamanın dışına çıkamaz. Ancak, Allah dilerse, arzu ettiğini ileri alır, dilediğini de geri bırakır. O Yüce Kudretin karşısında, kimsenin "neden" diye sormaya gücü yoktur dostlarım!

Hıcr sûresi (15), 5: "Hiçbir ümmet, ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez."

Lokmân sûresi (31), 34: "Şüphesiz ki, kıyamet saatinin bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne varsa (erkek veya dişi oluşunu, renk ve özelliklerini, saîd veya şakî oluşunu) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır."

Bir gün, Peygamber Efendimize (s.a.s.) bir bedevî gelerek;

"-Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sorar.

İki Cihan Serveri Muhammed Mustafa (sav) gülümser ve bu soruya, müthiş bir soruyla cevap verir:

"-Kıyamete ne hazırladın ki (zamanını soruyorsun)?" (Buhârî, Edeb, 96; Müslim, Birr, 161, 163.)

İşte, bizlere "kulluk bilinci", O, "en muhteşem kul" tarafından böyle öğretildi dostlar. Marifet, kıyametin zamanını bilmek ya da öğrenmeye çalışmak olmamalı. Kıyamet her an kopabilir. Yine, İki Cihanın Efendisi Muhammed Mustafa (sav), "Kulun kıyameti, kendisi ölünce kopar" buyuruyor.

Marifet, ölüme her an hazırlıklı olmakta.

Allah, el-Mukaddim'dir, el-Muahhir'dir... Zaman da O'nun kuludur.

Allah, dilerse kulunun ecelini öne alır, kendisine kavuşmasını kolaylaştırır, dilerse ona biraz daha zaman tanır, ecelini erteler.

Ölüme "düğün" diyebiliyor musunuz? Ölümü, sevgiyle karşılayıp, Azrail'e (as) gülümseyebiliyor musunuz? Ölümü düğün bilip Azrail'e (as) gülümseyebilenlere ne gâm?

O, dilerse "gong" bugün vurur, "gel" der; dilerse yarın çağırır... Sen küfeni doldurmaya bak dostum!

Allah'a inanan kula düşen vazife, O'na yakınlaşmak için, O'nun rızasına nail olabilmek için didinip durmaktır.

Allah, her kuluna, ayrı kabiliyetler vermiş, her birini hikmeti gereği, farklı farklı teçhizatlandırmıştır. Kimini bedence zayıf, kimini kuvvetli kılmış; kimini çok güzel, kimini de çok yakışıklı yaratmıştır. Allah kimi kuluna hayat yolunda zengin olma yollarını açmış, kimini de bu yolda geri bırakmıştır.

Bunların hepsinin bir hikmeti vardır ve bizim perdelerle örtülü dünyamızda, bu hikmetleri anlayabilme imkânımız yoktur. Bize düşen, sadece Rabbimizin bize açtığı kulvarı en iyi şekilde değerlendirmek ve o kulvarda yarışmak, kulluğumuzu en iyi şekilde yapmaktır.

Hedef, çok yukarılarda olmalı dostlar. Rabbini tanıyan bir kulun hedefi çok üstlerde olmalı ve o hedefe varmak için koşmalıdır!

İnsan, Kâinatın Sahibi Yüce Allah'a yakışmalıdır. Kur'ân-ı Kerîm'de Yüce Yaradan, kullarını üç sınıfta topluyor; dünyadaki bütün farklılıklara rağmen, ahirette sadece üç sınıf insan olacağını anlatıyor biz aciz kullarına:

Vâkıa sûresi (56), 7-12: "Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman, sağın adamları (var ya) ne mutludurlar onlar! Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar! Önde olanlar (var ya), onlar öncüdürler. İşte onlar mukarrebûn/ yaklaştırılmış olanlar, naîm cennetlerindedirler."

İşte hedefimizi belirleyen âyetler dostlarım.

Hedef, "Mukarrebûn"dan, yani Allah'a yakın olanlardan olmak ise, koşmakla geçmeli ömür. Zamanla savaşmalı; Allah tarafından bizim için belirlenmiş zamanı, en iyi şekilde değerlendirmek için elimizden geleni yapmalıyız.

Hiçbir işi yarına bırakmamalı; "Yarınımız olacak mı acaba?" tedirginliğinde olmalıyız. "Yarıncılar helâk oldu." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 139.) buyuruyor, Gül Nebî Muhammed Mustafa (s.a.s.).

Elinde paran varken, Allah için harca dostum. Sıhhatin yerindeyken, koş koşabildiğin kadar hayra Allah için! Zamanın varken, gençken, dinçken ne yapabilirsen kârdır dostum.

Zekân yerindeyken, beyindeki alıcıların güçlüyken ilim öğren, öğrendiklerini hayatına tatbik et, örnek ol, güzelliklere ayna ol. Rabbinin isimlerine ayna ol!

"Ayna ne kadar parlak, temiz ve büyükse, güneşten gelen ışığı o kadar iyi yansıtır" diyor, Hz. Mevlâna Celaleddin Rûmi.

Bizler, kulluk vazifesini bilmek ve onu en iyi şekilde yapmakla mükellefiz.



 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Mukît cc

EL-MUKiD cc


He provides the food of the creations, creates the food for living,allaying the bodies's and souls's hunger, supplying their (bodies and souls) food and protecting everything.el-Mukît, mahlûkatın azığını temin eden, yaşamak için gıdaları yaratan, bedenlerin ve ruhların açlığını doyuran, onların gıdasını veren ve her şeyi koruyan demektir.
63EL-MUKiDcc_zps6cc82c3b.jpg


el-Mukît, mahlûkatın azığını temin eden, yaşamak için gıdaları yaratan, bedenlerin ve ruhların açlığını doyuran, onların gıdasını veren ve her şeyi koruyan demektir.

Fâtır sûresi (35), 3: "Ey insanlar! Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Allah'tan başka bir yaratıcı mı var? O size gökten ve yerden rızık verir. O'ndan başka ilâh yoktur. O halde (haktan) nasıl çevrilirsiniz?"

el-Mukît ismi, "Rezzâk" ve "Vehhâb" isimlerinden daha geniş bir boyut taşır dostlar.

Yüce Allah, er-Rezzâk ismi ile tecelli ederek, bütün yarattıklarının rızkını verir, onların bedenlerinin ihtiyacını karşılar.

Yüce Allah, el-Vehhâb ismi ile tecelli ederek, o rızkları, kulları, mahlûkatı istemeden onlara binbir sebep ile ulaştırır!

Yüce Allah, el-Mukît ismi ile ayrıca, "halifem" dediği insanın, beden açlığını doyuracak maddi rızklar verişi yanında, gönül dünyasının açlığını da manevi gıdalarla doyurur dostlarım!

el-Mukît'tir O!

Mahlûkatının azığını temin edendir O!

Ve insanoğlunun, "ol" emriyle başlayan hayat yolculuğunda, onun yol azığını, daha embriyo halinde iken yanına verendir O!

İnsan yavrusunu dünyaya taşıyan "rahim" adlı durakta, anne ile yavrusu arasında bir göbek bağı ile besin alışverişini sağlayan, bebeğin vücudunun gelişmesini, anneciğinin kanından geçen gıdalarla temin edendir O!

Annelere "Rahîm" isminin tecellisi olarak "rahim" adlı organı lütfederek, yavruyu daha yolculuğunun başında rahmetle sarmalayandır O!

Dünyaya gelişiyle birlikte, anneciğinin göğüslerini, tıbbın "harika gıda" olarak isimlendirdiği "anne sütü" ile dolduran ve her bir emzirme seansında anne ile yavruyu kucaklaştırarak "sevgiyle" birbirine bağlayandır O!

Gelişme çağıyla birlikte babacığı eliyle, envai türlü rızkı, evlatlara ulaştıran, gelişmekte ve büyümekte olan bedene paralel olarak, "namaz" emrini vererek, kulunu "kendisiyle beraber olmaya" çağırmakla, "arayış" sinyalleri veren genç ruhlara, azığını gönderendir O!

Olgunlaşmış bir ruhun bedenini bir yandan nimetlerle doyururken, diğer bir yandan kendisine karşı "kulluk" vazifeleri ile de onu donatarak, ailesinin geçimini sevgiyle temin ederken, kazancının fazlasıyla, "zekât" ve "karz-ı hasen"lerle maddi yolla ulaşılabilecek manevi lezzetleri tattırandır O!

"el-Mukît'tir O dostlar!

Müzzemmil sûresinin (73), 20'inci âyetinde: "Onun için Kur'ân'dan kolayınıza geldiği kadarını okuyun, namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a güzel bir borç verin (Hayırlı işlere mal sarfedin). Kendiniz için gönderdiğiniz her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir." buyurarak, kulu ile "aşk boyutunda" alış-veriş yapıp, onun "sevgi" ihtiyacı ile yaratılmış gönül dünyasını, "varlığı" ile doyurandır O!

Kur'ân-ı Kerîm'ini, bir hidâyet rehberi, bir öğüt verici ve gönüllere "şifa" kılandır O!

Çünkü gönül âleminde "yol azığı", "sevgi"dir dostlar! Beden, su, ekmek ve aş isterken "gönül", "sevgi"yi bulmak ister!

Dünya yolculuğunda, kuluna "yol azığı" temin edip, sevgiyi aratandır O!

Yarattığı her şeye sevgisini işleyerek, bunu kuluna gösterendir O!

Habibi vasıtasıyla gönderdiği Kur'ân-ı Kerîm'le ruhları dirilten "Yüce Yaratıcı"dır O!

Kadir sûresi (97), 1-5: "Biz o (Kur'ân)nu Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail veya Ruh adındaki melek) o gece Rablerinin izniyle, her iş için inerler. O gece, tanyeri ağarıncaya kadar süren bir selâmettir."

Kadir gecesinde, meleklerini saf saf yeryüzüne indirerek, kulları ile meleklerini bu dünyada buluşturan, ruhlarını doyuran "Yüce Rabb"dir O!

İki Cihan Serveri Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) ile "İmanın tadını tatmak istiyorsanız, Allah ve Resûlünü her şeyden çok sevin", "Sevdiklerinizi Allah için sevin!" diyerek, kullarına, gerçek sevginin adresini gösterendir O!

Ey, Habibinin, "Kişi sevdikleriyle beraberdir" muştusu ile bana ümit kapılarını açan Rabbim! (Buhârî, Edeb, 96; Müslim, 165; Tirmizî, Zühd, 50.)

Ey, "Ben, bedenlerinize değil, kalplerinize bakarım" buyuran Rabbim!

Ey Rabbim! Kalplerin gıdasının, "Seni zikretmek" olduğunu bildiriyorsun. Ra'd sûresi (13), 28: "Bilesiniz ki kalpler ancak Allah'ın zikri ile huzur bulur."

Ruhumu kelâmınla doyur Allah'ım!

Kalbimi zikrinle dirilt Allah'ım!

Beni sevginle sarıp sarmala, ömür boyu sevginle yaşat Allah'ım!

Ey Allah'ım! Beni, "sevgi"nle yaşayanlardan, herkese "sevgi"ni anlatanlardan ve sevgini ışık ışık yansıtanlardan eyle. Âmîn.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Muksit c

EL-MUKSiD cc


el-Muksit, adaletle hükmeden, bütün işlerini uygun ve denk olarak yerli yerinde yapan, mazlumların hakkını zalimlerden alan, her işinde dengeyi kuran demektir.
64EL-MUKSiDcc_zps23c11579.jpg


el-Muksit, adaletle hükmeden, bütün işlerini uygun ve denk olarak yerli yerinde yapan, mazlumların hakkını zalimlerden alan, her işinde dengeyi kuran demektir.

Â'râf sûresi (7), 29: "De ki: "Rabbim bana adaleti emretti. Her mescidde yüzünüzü O'na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."

Dünya, "seyretmeyi bilene" bir seyirhane! "İbret almayı bilene" de bir ibrethanedir dostlar. Yaşanan olaylara ibretle bakan her insan, muazzam bir kudretin, adaletle hükmünü yürüttüğünü görür. Sanki yaşanan olaylar, iki-üç nesil sonrasında "hak yerini buldu" dedirtecek şekilde sonlanmaktadır dostlar. Önümüzde en büyük gayb perdesi zaman olduğundan ve yaşamımız içinde vuku bulan pek çok olayın neticesini alamadığımızdan, adaletin seyrini gözlemleyemiyoruz. Ancak, yaşlılarımızdan dinlediğimiz ya da yaşanmış olaylarda, muhteşem bir adalet mekanizmasının yürürlükte olduğunu hisseder ve mânen rahatlarız değil mi?

Evet, mutlak bir mahkemeye doğru yürüyoruz ama daha bu dünyada iken bile, hiçbir suç, neredeyse cezasız kalmamakta, insanlara zulmeden zâlimler, cezalarını bir şekilde, mutlaka çekmektedir.

Yüce Allah Âdil'dir, el-Muksit'tir.

O'nun kudret eli zalimin yakasına er geç yapışır. Allah-ü Teâlâ Hazretleri, İslâm toplumunda adaletin korunmasını ve yeryüzünde islâh ediciler olarak, vazife görülmesini ister, kullarından.

Asr-ı Saadet'te Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa'ya (s.a.s.) meselelerinin halli için gelenler, O'nun en adil kararı vereceklerinden emindi. Çünkü bu insanlar, İslâm'ın, haksızlığa uğrayan insanların haklarını alabildikleri tek nizam olduğunu fark etmişlerdi. Çünkü bu dinin Yüce Peygamberi, "Mazlumun (bed-kötü) duasından sakınınız. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur" (Buhârî, Zekât, 64; Müslim, Îmân, 29; Ebû Dâvûd, Zekât, 4.) buyurmakla, bununla hem zalimin zulmüne engel oluyor, hem mazlumu sabra teşvik ediyor, hem de Mahkeme-i Kübrâ'da tüm haksızlıkların karşılığının alınacağı inancını yerleştiriyordu.

İyâz İbn-i Himâr (ra) "Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim" dedi:

"Cennetlikler üç gruptur. Bunlar: Âdil ve başarılı devlet başkanı; yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yuf¬ka yürekli olan kişi; ailesi kalabalık olduğu halde iffetli, namuslu (haram bir şey isteme¬yen) adamdır." (Müslim, Cennet, 63.)

Allah (cc) Hazretleri hangi din ve ırka mensup olursa olsun, insanlara zulmü yasaklamıştır dostlar.

Hûd sûresi (11), 85: "Ey kavmim! Ölçerken ve tartarken adaleti yerine getirin. Halkın mallarını eksik vermeyin ve yeryüzünde fesatçılık yaparak fenalık etmeyin."

Rahmân sûresi (55), 8, 9: "Sakın tartıda taşkınlık etmeyin. Tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapmayın."

Mümtehıne sûresi (60), 8: "...Çünkü Allah adaletli olanları sever."

O, el-Muksit'tir dostlarım.

Cenâb-ı Hakk, adaletle hükmeder, adalet terazisini hep dengede tutar. O'nun indinde kimseye haksızlık yapılmaz, zulüm de edilmez. Kullarından da adil ve dengeli davranışlar ister Yüce Allah.

En'âm sûresi (6), 152: "Yetimin malına yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde (yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz). Ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz kimseye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa âdil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Öğüt alıp düşünesiniz diye Allah bunları size emretmiştir."

Gerçek Müslüman, yakın çevresinden başlayarak, anne-babasıyla, eşiyle, çocuklarıyla, komşu ve akrabalarıyla ve dostlarıyla olan ilişkilerinde adaletin, merhametin, saygının ve sevginin tüm erdemli davranışların yaşayan örneğini oluşturur.

Ömrü, sadece insanlara karşı değil, yaşamı paylaştığı tüm canlılara karşı saygı duyarak geçer, gerçek Müslüman'ın.

Rabbini bilen, tanıyan, O'nun el-Muksit isminin tecellileriyle yaşayan insanların oluşturduğu toplumda huzur olur, kardeşlik olur, muavenet olur. Böyle bir toplumda adalet ayakta tutulur, insanlar birbirlerine sevgi ve saygıyla davranır, kimsenin hakkına-hukukuna tecavüz edilmez.

Adaletin ayakta tutulduğu bir toplumda kimse kimseye zulmetmez. Böyle bir toplumda verilen sözler yerine getirilir. Adil bir cemaatte herkes birbirinden emin olduğu için cemaat mensuplarının ruh dünyaları sağlam; vicdanları da rahat olur...

Rabbim, bizlere her durumda âdil olmayı nasip etsin. Âmîn.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Muktedir cc

EL-MUKTEDiR cc


He has a full strength, His power is enough without forcing Himself even a little bit.


el-Muktedir, tam bir kudret sahibi olup hiçbir konuda zerre kadar zorlanmayacak şekilde gücü yeten demektir.
65EL-MUKTEDiRcc_zps4a4705d2.jpg
el-Muktedir, tam bir kudret sahibi olup hiçbir konuda zerre kadar zorlanmayacak şekilde gücü yeten demektir.

el-Muktedir, kâdir olduğu fiili yaparak kudretini açığa çıkaran, el-Kadîr ise mübâlağa ifade eder; hikmetin gereğine göre eksik veya fazla olmamak suretiyle istediğini yapan, kudreti tam olan, kudretine âcizlik bulaşmayandır.
Mütevekkil mü'min "tevekkeltü alâllah" diyerek, dağlar misali omuzlarını çökerten tüm yüklerini, acılarını ve sıkıntılarını Kâdir-i Mutlak olan Yaradanın Kudret eline emanet eder. Böylelikle dünya yolculuğunu rahat geçirir, rahmetten ümit var olarak kabir âlemine göçer ve haşrı beklemeye koyulur dostlar.
Âl-i İmrân sûresi (3), 29: "De ki, göğüslerinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini bilir. Hiç şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir."
Nisâ sûresi (4), 149 "Bir hayrı açıklar yahut gizlerseniz yahut da bir kötülüğü bağışlarsanız, biliniz ki, Allah da çok bağışlayıcıdır, her şeye hakkıyla kâdirdir."
Gören, O'dur, bilen, O! Her şeye gücü yeten O! O, öyle bir Padişahtır ki, kendisine gönlünü açıp sığınan kulunu, kimsenin eline bırakmaz. Allah'a tam bir teslimiyetle inanan, kıyametin hak olduğunu bilen, tüm fiillerinden hesaba çekileceğini düşünen insan, o muhteşem huzurdaki buluşmaya büyük bir dikkatle hazırlanır.
Rûm sûresi (30), 50: "Şimdi bak Allah'ın rahmetinin eserlerine! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir. O herşeye kâdirdir."
Hûd sûresi (11), 4: "Dönüşünüz yalnızca Allah'adır. O'nun da herşeye gücü yeter."

Hayatımı yed-i kudretinde tutan Allah'ım; Sana, yine senin muhteşem kelâmına sarılarak iltica ederek, A'lâ sûresi (87) ile (1-5) dua ediyorum: "Rabbinin yüce adını tesbih et. Yaratıp düzene koyan O'dur. Takdir edip hidayeti gösteren O'dur. Otlağı çıkaran, sonra da onu karamsı bir sel köpüğü haline getiren O'dur..."
Seni tanımaya çalışan bu kuluna güç ver Allah'ım! Zira kudretini bilebilmek için "güç" gerekir, oysa ben çok âcizim. Kudretini anlayabilmek, nihâyetsiz bir ilim ister. Oysa ben çok cahilim. Kudretini hissedebilmek kocaman bir yürek ister. Oysa ben kocaman bir "hiç"im! Beni acziyetimle, cehaletimle ve hiçliğimle kabul et Allah'ım! Allah'ım! Bulabildiğim, bilebildiğim, öğrenebildiğim tek şey, yüreğimde olduğun ve bana yakın, çok yakın olduğun...
Allah'ım! Kudretine sığınıyor, aczimle yalvarıyorum: "Beni bana bırakma. Beni kimselere bırakma Allah'ım. Sen Kudretli Hükümdar, ben ise sadece garip bir kulunum! Beni, aczimle kabul buyur, affet ve bağışla..." Âmîn.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Mü'min cc

EL-MUMiN cc


el-Mü'min, emniyet ve güven veren, inanan kullarını korku ve endişelerden emin kılan demektir.
66EL-MUMiNcc_zpsde0c1243.jpg
el-Mü'min, emniyet ve güven veren, inanan kullarını korku ve endişelerden emin kılan demektir.

Ve Allah (cc), Yüceler Yücesi Yaradan, kâinatın tek sahibi, Mâlik el-Mülk olan Allah, bu ismini, kendisine iman eden kullarına vermiş, halifesi kıldığı kulunu, ismi ile şereflendirmiştir dostlar!

Bu, Allah'ın, inanan kullarına, daha bu dünyada yaşarken verdiği en büyük hediye, ihsan ve lütuftur. Mü'min insan; el-Mü'min'in halifesi olarak, elinden, dilinden, diğer Müslümanların emin olduğu kişidir dostlar!

Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok âyet "Ey iman edenler", "gerçek mü'minler" diye başlar ve Yüce Yaradan'ın inanan, samimi gönülleri muhatap alarak, kullarıyla "konuşmasıyla" sürer. Kur'ân-ı Kerîm'i okuyor ve anlıyorsanız eğer, o muhteşem kelâmın; "el-Mü'min" olandan, "mü'min" kuluna doğru akan, sevgi, muhabbet, şefkat ve koruma hisleriyle dolu bir huzur manzumesi olduğunu görürsünüz.

Yüce Yaradan, "mü'min" kulunun özelliklerini şöyle açıklar Kur'ân ı Kerîm'inde:
Meâric sûresi (70), 22-35: "Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır. Onlar ki namazlarını sürekli kılarlar. Onların mallarında belli bir hak vardır, hem isteyen için, hem de istemekten utanan yoksul için. Onlar ki ceza gününü tasdik ederler. Rablerinin azabından korkarlar. Çünkü Rablerinin azabından emin olunmaz. Onlar ki ırzlarını korurlar. Ancak zevcelerine ve cariyelerine karşı hariç. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Bundan ötesini isteyenler, var ya işte onlar haddi aşanlardır. Onlar emanetlerini ve ahitlerini gözetirler. Şahitliklerinde dürüsttürler. Namazlarına devam ederler. İşte bunlar cennetlerde ağırlanırlar."

Furkân sûresi'nde, mü'minlere "Rahmân'ın kulları" denilerek, o engin sevgiyle sarmalanır; Rableri katından esen rahmet rüzgarlarıyla ruhları serinletilir, inananların dostlar!

Ne muhteşem bir huzurdur bu!

Ne muhteşem bir beraberliktir bu!

Ne rahatlatıcı bir soluktur bu inanan, mü'min kula!

Furkân sûresi (25), 63, 64: "Rahmân'ın kulları" onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler. Kendini bilmez kişiler onlara laf attığında, incitmeksizin "Selâm" der geçerler. Onlar gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geçirirler."

Furkân sûresi (25), 68: "Yine onlar, Allah ile birlikte başka bir ilâha yalvarmazlar…"

Furkân sûresi (25), 72: "O kullar, yalan yere şahitlik etmezler. Boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler."

Furkân sûresi (25), 75: "İşte onlara, sabretmelerinden dolayı cennetin en yüksek makamı verilecek ve orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır."

Yüce Allah, mü'min kulunu, dünyada da ahirette de yalnız bırakmaz dostlar! Dünyada, kulunun imanını ve yakînini artırarak, manevi yönden huzur, güven ve itminan vererek, dünya hayatının dalgalar mesabesindeki acılarına ve zorluklarına karşı güçlü kılar onu. Ve Kendisine, yalnız "Kendisine" yani Allah'a dayanmayı öğreterek, dünya hayatını huzur içinde geçirmesini sağlar.

Bakara sûresi (2), 46: "Onlar ki, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O'na döneceklerini bilirler."

Tevbe sûresi (9), 51: "De ki: "Bize Allah'ın bizim lehimize yazdığı (takdir ettiği) şeyden başkası bize dokunmaz. O, bizim Mevlâ'mızdır, mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler."

Bu huzur, bu iman, dünya hayatına çok farklı bir bakış açısı kazandırır, inanan insana dostlar!

Tevbe sûresi (9), 111: "Allah, mü'minlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da, İncil'de de Kur'ân'da da Allah'ın Kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'tan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur."

Hiç, "hayatı" böyle düşündünüz mü dostlar? İşte Kur'ân-ı Kerîm'in muhteşem ikliminde, inanmış gönüllerin hayat felsefesi budur! "Yemek, içmek, zevk sürüp, kendisi için yaşayıp ölmek" değil! Asla ve kat'a değil!

Size, "yaşamak" gibi bir lütfu bizzat bağışlayan O!

Dilediği an, can suyunu keserek, o lütfu geri alacak olan yine O! "Mü'min" adı ile şereflendirdiği kuluna, yaşamı, muhteşem bir alışveriş kılan, canı ve malı karşılığı satın alan O! "Ödül" ise, cennetlerde, yani huzur ve selâmet ülkesinde ebedî olarak ağırlanmak!

Böylesi bir alışverişi, ancak "Âlemlerin Sahibi" olan yapar, sonsuz bir merhametin ve sevginin sahibi yapar. Size de kul olarak, o kapıda secdelere kapanmak kalır ancak dostlar!

el-Mü'min'dir O!

İnanan kuluna güven verendir O! Her türlü korkudan, endişeden emin kılandır O! Mü'min kuluna "elçi"ler göndererek, elinden tutandır O!

Âl-i İmrân sûresi (3), 164: "Andolsun ki Allah, mü'minlere kendilerinden, onlara kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler."

Allah, her zorluk karşısında, inanan kulları ile beraber olduğunu hatırlatır ve hayat savaşında, insanın en bunaldığı anlarda, üzerine "sekîne" indirerek rahatlatır, ferahlatır kullarını; el-Mü'min'dir O!

Fetih sûresi (48), 26: "O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, câhiliyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve mü'minlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onları takva sözü üzerinde durdurdu. Zaten onlar buna pek layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir."

Ve, mü'min kuluna yardım etmeyi, kendi üzerine 'hak' kılandır O!

Yûnus sûresi (10), 103: "Sonra biz elçilerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız, mü'minleri kurtarmamız bizim üzerimize haktır!"

Fetih sûresi (48), 4, 5: "İmanlarına iman katsınlar diye mü'minlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır. Mü'min erkeklerle mü'min kadınları, içinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur."

İnanan kuluna, ebedî âlemde verilecek mükâfatları da şöyle bildirir Yüce Yaradan, O Muhteşem Kitabında:
Tevbe sûresi (9), 72: "Allah mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad buyurdu. Orada ebedî kalacaklardır. Hem de Adn cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur."

Nahl sûresi (16), 97: "Erkekten ve kadından, mü'min olarak kim iyi amel işlerse muhakkak onu güzel bir hayat ile yaşatacağız ve yapmakta oldukları amellerin daha güzeliyle mükafatlarını elbette vereceğiz."

Tâ-Hâ sûresi (20), 112: "Her kim de mü'min olarak salih amelleri işlerse, artık o, ne bir haksızlıktan ve ne de (hakkının) çiğnenmesiden korkar."

Ey, "el-Mü'min" olan Allah'ım!

Enfâl sûresi (8)'nin ikinci ayetinde "Gerçek mü'minler ancak o mü'minlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler." buyuruyorsun.

"Mü'min" ismini çalışırken, ilk kez "Mü'min" olmak ne demektir diye düşündüm Rabbim!

"Sevgi" doldu yüreğime, ışıl ışıl bir sevgi!

"Rabbim aciz kulunu seviyor." dedim.

"Huzur" doldurdu içimi, genişledi ruh dünyam, beni kıskıvrak bağlayan ipler koptu, nefes aldım tâ yürekten!

"Rabbim bu aciz kulunu koruyor." dedim.

Dağlaşmıştı gözümde dertler, sıkıntılar. Sonsuz bir kudrete dayandığımı hissettim, güç doldurdu yüreğimi. Ve Mü'min olmakla şeref duydum Allah'ım!

Beni "Mü'min" ismine lâyık eyle yâ Rabbi!

Senin gibi Yüceler Yücesi bir Rabbe "kul" olan, "kul" olabilen nasipli mü'minlerden eyle beni.

Ve "Mü'min" ismini bilinçle taşıyanlardan, yanına gelenlere güven aşılayanlardan, kendinden "emin" olunanlardan eyle! Âmîn.
 
Üst Alt