MURATS44
Özel Üye
13
SONSUZ-SINIRSIZ TEK’TE “ÇOKLUK” NEREDEN MEYDANA GELDİ?
Evet, “Allâh” adıyla işaret edilen ve yanı sıra başkası olmayan, TEK olduğuna göre, algılamakta olduğumuz sayısız çokluktaki varlıklar nasıl meydana geldi?..
Varlık, orijini itibarıyla o sonsuz-sınırsız Tek’te, ilminde mevcut! Öyleyse çokluk nasıl meydana geldi?..
Bu “hayal” adını verdiğimiz “varsayımlar ortamı ve varsayılan varlıklar” nasıl meydana geldi?..
Bunu son derece basite ve herkesin anlayabileceği bir hâle getirebilmek için misal vereyim… Bu misal, “Allâh” adıyla işaret edilene uygulanmaz elbette; ama, konuya yaklaşım sağlayabilmek için böyle bir misal veriyorum.
İster şimdi, ister gece yatağa girdiğinizde düşünün...
Bir dünya düşünün, o dünyanın üzerinde bir tane zengin, bir tane fakir; bir tane güzel, bir tane çirkin; bir tane yakışıklı, bir tane yakışıksız sanal insanlar yaratın kafanızda; onlara, kendi kapasitenize göre belli özellikler bahşedin!.. Sonra, bunları birbirleriyle kapıştırın...
Peki... O kafanızda yarattığınız dünya ve üzerindeki insanlar, kendi başlarına müstakil bir varlığa sahip midirler?
Hayır! Varlıklarını nereden alıyorlar? Sizden alıyorlar; siz kendiniz onları kafanızda yarattınız! Peki, onlardaki bu özellikler, görülen-algılanan bu özellikler kime aittir? Size aittir! Siz, onları da, onlardaki bu özellikleri de meydana getirdiniz! Peki, onlardaki bu özelliklere bakarak ben; “Onları meydana getiren sen bu özelliklerden ibaretsin” diyebilir miyim? Hayır! Sen, onlarda bu özellikleri meydana getirdiğin gibi; bir başkalarında da bunlarla hiç alâkası olmayan başka özellikler meydana getirirsin...
Hem düşün ki, onların varlığı sana aittir; senin varlığın dışında onların hiçbir varlığı yoktur; onlardaki bütün özellikler sana aittir! O özellikleri de sen meydana getirmişindir! Onların kendi başlarına varlıkları olmadığı gibi, senden bağımsız özellikleri de yoktur!
Buna karşın, onlara ve onların bu özelliklerine bakarak, seni de bunlarla kayıtlayamam; “Sen bu özelliklerle varsın” diyemem!.. “Sen bu özelliklerden ibaretsin” diyemem!
İşte, âlemin varoluşunu, kâinatın ve içindeki “çok”ların özelliklerini bu şekilde anlamaya çalışalım...
“Allâh” adıyla işaret edilip, “sonsuz-sınırsız ilim ve kudret sahibi” olarak tanıtılan mutlak varlık, kendi ilminde, nasıl ben sana diyorum ki kendi şuurunda yaratmış olduğu sayısız özelliklerle bu çokluk âleminin sayısız varlıklarını meydana getirmiştir!
Bizler, “Allâh” adıyla işaret edilenin ilminde yaratılmış birimleriz!
Bizim bütün varlığımız, bütün özelliklerimiz, her şeyimiz “Allâh”a aittir; ama buna karşın, “Allâh” adıyla işaret edilen, bizim varlığımızdaki bu özelliklerle kayıtlanmaktan, tarif ve tasnif edilmekten münezzehtir, berîdir, ötedir!
Eğer bu misal ile size istediklerimi anlatabildiysem şunu kavrayacak, şuraya geleceksiniz;
“Biz Allâh indînde bir HİÇ’iz!”
Resim, ressamı ne kadar ihâta eder?
Ressam bir an düşünür, “şöyle bir resim yapacağım” der… Oturup birkaç saat çalışır veya birkaç gün çalışır, bir resim ortaya çıkarır. Ortaya çıkan resim, aslında ressamın bir anlık düşüncesinin eseridir. Ressamın çok kısa süreli bir tasavvurunun, şekillendirmesinin bir eseridir o resim!..
O resim ressamı ne kadar anlatır, yansıtır?..
Bütün bu var olmuş olan kâinat; ilk insanlar değil, tüm insanların üzerinde yaşamakta olduğu Dünya ve Dünya’da var olmuş canlılar değil; bütün Güneş sistemi değil; Güneş sisteminin içinde bir zerre olduğu 400 milyar yıldızdan oluşan galaksi değil; milyarlarla galaksiden var olduğunu hissettiğimiz, algıladığımız kâinat, ucu bucağı, başı sonu olmayan kâinat, esas itibarıyla Allâh’ın indîndeki bir “AN”lık bir düşüncenin hâsılasıdır!
Tasavvufta, İnsan-ı Kâmil veyahut da “Ruh-u Â’zâm” veyahut da “Akl-ı Evvel” diye hakikat itibarıyla anlatılan; bizim “KÂİNAT” adını verip, o şekilde algıladığımız, sonsuz-sınırsız olarak değerlendirdiğimiz, tüm yaratılmışlardan oluşan evren, Allâh indîndeki “BİR AN’LIK YARATIŞ”dır!
Bu bir anlık yaratışın sonunda sonsuz olduğunu kabullendiğimiz ve evren olarak tanımladığımız yapı ve içindekilerin hepsi var olmuştur!
Tek bir hücreden bir insan bedeni nasıl meydana gelmişse, tek bir düşünce anından da evren öylece meydana gelmiştir! Tek hücrede bedenin tüm oluş programı, sistem ve düzeni nasıl mevcutsa, evrendeki her şeyin oluş planı ve programı da o ilk “AN”daki seyirde öylece mevcuttur… Ki “KADER” de buna denir gerçekte!
Oysa, o bir anlık ilmin ve düşüncenin eseri olan sonsuz sınırsız kâinat gibi nice sayısız kâinatlar dahi “Allâh” indînde mevcuttur!
Şimdi düşünün şu anlatacağım üzerinde… “K” harfini hatırlayın... “K” harfi... Önce bir uzun çizgi... Bu çizginin, düşünün ki üstü sonsuz, altı sonsuz... “K” harfini oluşturan çizgideki bir noktadan açılan bir açı var!.. Bu açı, bu çizgi üzerinde, bir noktadan çıkar!..
Allâh’ın sonsuz ve sınırsız varlığı ve ilmini “K”daki ana dikey çizgi gibi düşünsek; bunun bir “AN”ında, bir “NOKTA”dan meydana gelen bu açı!.. “Üçgen” demiyorum, dikkat edin, “açı”! Zira, üçgen dersem, bir yerde kapanacak, kâinatın sonu vardır anlamı çıkar; oysa kâinatın boyutsal olarak sonu yoktur! Allâh’ın bir AN’lık ilminde var olmuş sonsuz halk edilmişler!.. Halk edilmişlerin sonu yoktur ve bu, bir “an”dır.
Bunun gibi sayısız “an”lardan, “NOKTA”lardan oluşan sayısız kâinatlar vardır! Yani, “K”nın dikey çizgisi aslında sayısız noktalardan oluşmuştur ki, algıladığımız her şey ve tüm evren, o dikey çizgi görülendeki noktalardan tek bir “nokta”nın açılımından ya da seyrinden başka bir şey değildir! Bu sayısız kâinatların her birisi, “Allâh” adıyla işaret edilenin sonsuz yaratıcılık ilminin eseridir!
Bizim bu konuda söyleyebileceğimizi, Kur’ân açık-net bir şekilde söylüyor, meleklerin dilinden:
“Allâh’ım, bize izhar etmiş olduğun ilim kadarıyla biz seni bilebiliriz.”
“Bize izhar ettiğin ilim, şuur-anlayış ne kadarsa biz o kadarıyla Seni bilebiliriz; Seni bilmemiz asla mümkün değildir!”
Allâh ilminde, bizim bu kâinat ve bizler ve algıladığımız her şey, hayalî sûretleriz; ve bunun gibi nice sayısız ilmî sûretler vardır!
Bu sûretlerden aşikâr olan her şey, Allâh’ın yaratması ile meydana gelir.
“Hâlbuki sizi de yaptıklarınızı da Allâh yaratmıştır!” (37.Sâffât: 96) âyeti bunu vurgular.
Bunu anlaması zor değil!.. Biraz önce misalini verdim. Kafanızda yarattığınız o insanları birbiriyle karşılaştırın...
O insanlar birbirleriyle karşılaşıp, birbirlerine çeşitli davranışlar ortaya koyduğu zaman, onların müstakil bağımsız varlığı var da onlar mı bunu koyuyorlar?
Yoksa, sizin yaratışınıza göre, onlarda meydana gelen o özelliklerin sonucu olan o davranışlar mı ortaya koyuluyor? Elbette ki, ikincisi! Öyleyse, bizim her birimiz, Allâh’ın yarattığı varlıklar olmamız hasebiyle; her an “O”nun hükmünün aşikâre çıkmasına, “O”nun dilediği özelliklerin ortaya saçılmasına aracı olan varlıklarız.
Ve bu yaptığımız iş, “Hakiki anlamda Kulluk”un tâ kendisidir!
Ben seni, sen beni ne kadar bilebilirsin? Ben seni kendim kadar bilebilirim! Sen de beni kendindeki kadarıyla bilebilirsin. Bende, sende hiç olmayan bir özellik varsa, Sen onu, hiç bilemezsin! Sende, bende hiç olmayan bir özellik varsa, ben de onu bilemem!
Bu kâinatın bünyesinde, bizim algılayamadığımız özelliklerle var olmuş bir başka evren varsa; onu, bu kâinata ait hiçbir varlık bilemez! İşte bu noktadan hareket ederek olayı düşünürsek…
“Allâh” adıyla işaret edilenin, o “sonsuz varlığı” dediğimiz varlık dahi, bizde izharı kadarıyla, bu mânâlara “göre sonsuz sınırsızlık” kavramıdır. Yoksa hakikati itibarıyla “Allâh” adıyla işaret edilen, sonsuz-sınırsız kavramından da münezzehtir!
Ben, anlatma sadedinde “K” diye verdim misali...
“K”daki açının meydana geldiği “NOKTA”nın üzerinde var olduğu çizgiyi de tek bir çizgi diye anlama!
Bunu, sınırsız bir platform olarak düşün!.. Bu sınırsız platformun bir noktasından meydana gelen bir açı olarak algıla! Bir çizgi olarak alırsan, nihayet belli açılardır.
Kolay anlaşılsın diye ben böyle söyledim. Esasında bunu sınırsız bir platform olarak düşün, öyle bir geometrik şekil düşün ki sonsuz olsun! O sonsuzda bir “nokta”dan meydana gelen bir açı diye düşün...
Şimdi, bunun biraz daha ilerisine gidelim... O noktadan meydana gelen açının içinde -o açı, boyutsal olarak sonsuz bir açı- meydana gelen sayısız “NOKTA”lardan oluşan sonsuz açılar düşün! O Tek açının içinden meydana gelen sonsuz açılar, “halk edilmişler”dir işte!..
SONSUZ-SINIRSIZ TEK’TE “ÇOKLUK” NEREDEN MEYDANA GELDİ?
Evet, “Allâh” adıyla işaret edilen ve yanı sıra başkası olmayan, TEK olduğuna göre, algılamakta olduğumuz sayısız çokluktaki varlıklar nasıl meydana geldi?..
Varlık, orijini itibarıyla o sonsuz-sınırsız Tek’te, ilminde mevcut! Öyleyse çokluk nasıl meydana geldi?..
Bu “hayal” adını verdiğimiz “varsayımlar ortamı ve varsayılan varlıklar” nasıl meydana geldi?..
Bunu son derece basite ve herkesin anlayabileceği bir hâle getirebilmek için misal vereyim… Bu misal, “Allâh” adıyla işaret edilene uygulanmaz elbette; ama, konuya yaklaşım sağlayabilmek için böyle bir misal veriyorum.
İster şimdi, ister gece yatağa girdiğinizde düşünün...
Bir dünya düşünün, o dünyanın üzerinde bir tane zengin, bir tane fakir; bir tane güzel, bir tane çirkin; bir tane yakışıklı, bir tane yakışıksız sanal insanlar yaratın kafanızda; onlara, kendi kapasitenize göre belli özellikler bahşedin!.. Sonra, bunları birbirleriyle kapıştırın...
Peki... O kafanızda yarattığınız dünya ve üzerindeki insanlar, kendi başlarına müstakil bir varlığa sahip midirler?
Hayır! Varlıklarını nereden alıyorlar? Sizden alıyorlar; siz kendiniz onları kafanızda yarattınız! Peki, onlardaki bu özellikler, görülen-algılanan bu özellikler kime aittir? Size aittir! Siz, onları da, onlardaki bu özellikleri de meydana getirdiniz! Peki, onlardaki bu özelliklere bakarak ben; “Onları meydana getiren sen bu özelliklerden ibaretsin” diyebilir miyim? Hayır! Sen, onlarda bu özellikleri meydana getirdiğin gibi; bir başkalarında da bunlarla hiç alâkası olmayan başka özellikler meydana getirirsin...
Hem düşün ki, onların varlığı sana aittir; senin varlığın dışında onların hiçbir varlığı yoktur; onlardaki bütün özellikler sana aittir! O özellikleri de sen meydana getirmişindir! Onların kendi başlarına varlıkları olmadığı gibi, senden bağımsız özellikleri de yoktur!
Buna karşın, onlara ve onların bu özelliklerine bakarak, seni de bunlarla kayıtlayamam; “Sen bu özelliklerle varsın” diyemem!.. “Sen bu özelliklerden ibaretsin” diyemem!
İşte, âlemin varoluşunu, kâinatın ve içindeki “çok”ların özelliklerini bu şekilde anlamaya çalışalım...
“Allâh” adıyla işaret edilip, “sonsuz-sınırsız ilim ve kudret sahibi” olarak tanıtılan mutlak varlık, kendi ilminde, nasıl ben sana diyorum ki kendi şuurunda yaratmış olduğu sayısız özelliklerle bu çokluk âleminin sayısız varlıklarını meydana getirmiştir!
Bizler, “Allâh” adıyla işaret edilenin ilminde yaratılmış birimleriz!
Bizim bütün varlığımız, bütün özelliklerimiz, her şeyimiz “Allâh”a aittir; ama buna karşın, “Allâh” adıyla işaret edilen, bizim varlığımızdaki bu özelliklerle kayıtlanmaktan, tarif ve tasnif edilmekten münezzehtir, berîdir, ötedir!
Eğer bu misal ile size istediklerimi anlatabildiysem şunu kavrayacak, şuraya geleceksiniz;
“Biz Allâh indînde bir HİÇ’iz!”
Resim, ressamı ne kadar ihâta eder?
Ressam bir an düşünür, “şöyle bir resim yapacağım” der… Oturup birkaç saat çalışır veya birkaç gün çalışır, bir resim ortaya çıkarır. Ortaya çıkan resim, aslında ressamın bir anlık düşüncesinin eseridir. Ressamın çok kısa süreli bir tasavvurunun, şekillendirmesinin bir eseridir o resim!..
O resim ressamı ne kadar anlatır, yansıtır?..
Bütün bu var olmuş olan kâinat; ilk insanlar değil, tüm insanların üzerinde yaşamakta olduğu Dünya ve Dünya’da var olmuş canlılar değil; bütün Güneş sistemi değil; Güneş sisteminin içinde bir zerre olduğu 400 milyar yıldızdan oluşan galaksi değil; milyarlarla galaksiden var olduğunu hissettiğimiz, algıladığımız kâinat, ucu bucağı, başı sonu olmayan kâinat, esas itibarıyla Allâh’ın indîndeki bir “AN”lık bir düşüncenin hâsılasıdır!
Tasavvufta, İnsan-ı Kâmil veyahut da “Ruh-u Â’zâm” veyahut da “Akl-ı Evvel” diye hakikat itibarıyla anlatılan; bizim “KÂİNAT” adını verip, o şekilde algıladığımız, sonsuz-sınırsız olarak değerlendirdiğimiz, tüm yaratılmışlardan oluşan evren, Allâh indîndeki “BİR AN’LIK YARATIŞ”dır!
Bu bir anlık yaratışın sonunda sonsuz olduğunu kabullendiğimiz ve evren olarak tanımladığımız yapı ve içindekilerin hepsi var olmuştur!
Tek bir hücreden bir insan bedeni nasıl meydana gelmişse, tek bir düşünce anından da evren öylece meydana gelmiştir! Tek hücrede bedenin tüm oluş programı, sistem ve düzeni nasıl mevcutsa, evrendeki her şeyin oluş planı ve programı da o ilk “AN”daki seyirde öylece mevcuttur… Ki “KADER” de buna denir gerçekte!
Oysa, o bir anlık ilmin ve düşüncenin eseri olan sonsuz sınırsız kâinat gibi nice sayısız kâinatlar dahi “Allâh” indînde mevcuttur!
Şimdi düşünün şu anlatacağım üzerinde… “K” harfini hatırlayın... “K” harfi... Önce bir uzun çizgi... Bu çizginin, düşünün ki üstü sonsuz, altı sonsuz... “K” harfini oluşturan çizgideki bir noktadan açılan bir açı var!.. Bu açı, bu çizgi üzerinde, bir noktadan çıkar!..
Allâh’ın sonsuz ve sınırsız varlığı ve ilmini “K”daki ana dikey çizgi gibi düşünsek; bunun bir “AN”ında, bir “NOKTA”dan meydana gelen bu açı!.. “Üçgen” demiyorum, dikkat edin, “açı”! Zira, üçgen dersem, bir yerde kapanacak, kâinatın sonu vardır anlamı çıkar; oysa kâinatın boyutsal olarak sonu yoktur! Allâh’ın bir AN’lık ilminde var olmuş sonsuz halk edilmişler!.. Halk edilmişlerin sonu yoktur ve bu, bir “an”dır.
Bunun gibi sayısız “an”lardan, “NOKTA”lardan oluşan sayısız kâinatlar vardır! Yani, “K”nın dikey çizgisi aslında sayısız noktalardan oluşmuştur ki, algıladığımız her şey ve tüm evren, o dikey çizgi görülendeki noktalardan tek bir “nokta”nın açılımından ya da seyrinden başka bir şey değildir! Bu sayısız kâinatların her birisi, “Allâh” adıyla işaret edilenin sonsuz yaratıcılık ilminin eseridir!
Bizim bu konuda söyleyebileceğimizi, Kur’ân açık-net bir şekilde söylüyor, meleklerin dilinden:
“Allâh’ım, bize izhar etmiş olduğun ilim kadarıyla biz seni bilebiliriz.”
“Bize izhar ettiğin ilim, şuur-anlayış ne kadarsa biz o kadarıyla Seni bilebiliriz; Seni bilmemiz asla mümkün değildir!”
Allâh ilminde, bizim bu kâinat ve bizler ve algıladığımız her şey, hayalî sûretleriz; ve bunun gibi nice sayısız ilmî sûretler vardır!
Bu sûretlerden aşikâr olan her şey, Allâh’ın yaratması ile meydana gelir.
“Hâlbuki sizi de yaptıklarınızı da Allâh yaratmıştır!” (37.Sâffât: 96) âyeti bunu vurgular.
Bunu anlaması zor değil!.. Biraz önce misalini verdim. Kafanızda yarattığınız o insanları birbiriyle karşılaştırın...
O insanlar birbirleriyle karşılaşıp, birbirlerine çeşitli davranışlar ortaya koyduğu zaman, onların müstakil bağımsız varlığı var da onlar mı bunu koyuyorlar?
Yoksa, sizin yaratışınıza göre, onlarda meydana gelen o özelliklerin sonucu olan o davranışlar mı ortaya koyuluyor? Elbette ki, ikincisi! Öyleyse, bizim her birimiz, Allâh’ın yarattığı varlıklar olmamız hasebiyle; her an “O”nun hükmünün aşikâre çıkmasına, “O”nun dilediği özelliklerin ortaya saçılmasına aracı olan varlıklarız.
Ve bu yaptığımız iş, “Hakiki anlamda Kulluk”un tâ kendisidir!
Ben seni, sen beni ne kadar bilebilirsin? Ben seni kendim kadar bilebilirim! Sen de beni kendindeki kadarıyla bilebilirsin. Bende, sende hiç olmayan bir özellik varsa, Sen onu, hiç bilemezsin! Sende, bende hiç olmayan bir özellik varsa, ben de onu bilemem!
Bu kâinatın bünyesinde, bizim algılayamadığımız özelliklerle var olmuş bir başka evren varsa; onu, bu kâinata ait hiçbir varlık bilemez! İşte bu noktadan hareket ederek olayı düşünürsek…
“Allâh” adıyla işaret edilenin, o “sonsuz varlığı” dediğimiz varlık dahi, bizde izharı kadarıyla, bu mânâlara “göre sonsuz sınırsızlık” kavramıdır. Yoksa hakikati itibarıyla “Allâh” adıyla işaret edilen, sonsuz-sınırsız kavramından da münezzehtir!
Ben, anlatma sadedinde “K” diye verdim misali...
“K”daki açının meydana geldiği “NOKTA”nın üzerinde var olduğu çizgiyi de tek bir çizgi diye anlama!
Bunu, sınırsız bir platform olarak düşün!.. Bu sınırsız platformun bir noktasından meydana gelen bir açı olarak algıla! Bir çizgi olarak alırsan, nihayet belli açılardır.
Kolay anlaşılsın diye ben böyle söyledim. Esasında bunu sınırsız bir platform olarak düşün, öyle bir geometrik şekil düşün ki sonsuz olsun! O sonsuzda bir “nokta”dan meydana gelen bir açı diye düşün...
Şimdi, bunun biraz daha ilerisine gidelim... O noktadan meydana gelen açının içinde -o açı, boyutsal olarak sonsuz bir açı- meydana gelen sayısız “NOKTA”lardan oluşan sonsuz açılar düşün! O Tek açının içinden meydana gelen sonsuz açılar, “halk edilmişler”dir işte!..