İKİNCİ MAKALE (Unsuru'l-Belâgat)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
mana-yı zarurîsi ve daha başka mefahim umumen bu silsilenin birer tabakasından in'ikad eder ve şu madenden çıkar. Eğer seyretmek istersen kendi vicdanına bak, şu meratibi göreceksin. Şöyle: Senin mahbubun vakta gözünüzün penceresinden şua ve berk-i hüsnünü vicdanınıza ilka ederse, o aşk denilen nâr-ı mukade birden yandırmaya başladığından, hissiyat iltihaba başlamakla, âmâl ve müyulât dahi heyecana gelip birden o âmâller üst kattaki hayalin tabanını deler. İmdad istediklerinden o hazinetü’l-hayalde safbeste-i hareket ve mahbubun mehasinini ellerinde tutmuş veyahut onun mehasinini hatıra getirmekle tasvir eden, başkasının mehasini ile işba olunmuş olan hayalât ise o âmâlin imdadına koşarlar; beraber hücum edip hayalden lisana kadar inmekle beraber zülâl-i visale olan meyli arkalarında ve firaktan olan teellümü sağda ve tazim ve tedib ve iştiyakı sola ve terahhum ve lütfu iktiza eden mahbubun mehasinini önlerine ve hediye olarak medihanın gerdanını ve senanın dürlerini ellerine almakla beraber, 1
muhakemat_85_1.gif
ıtlakına şayan olan o ateşi söndürmek için zülâl-i visali celbeden tavsif-i bi’l-fezail ile arz-ı hacet ederler.
İşte bak, kaç tabakatta bildiğin manadan başka ne kadar maani başlarını çıkarıp görünüyor. Eğer korkmuyorsan İbn-i Farıd*ın veya Ebu Tayyib*in gözlerinden, müdhiş olan vicdanlarına bak. Ve vicdanın tercümanı olan
2
muhakemat_85_2.gif


Hem de 3
muhakemat_85_3.gif



1- Kalblerin üstünde tutuşturulmuş ateş.
2- Göz ucuyla bakıp onun yanağına bir gül diktim. Diktiği gülü koparmak gözümün hakkıdır.
3- Beni ziyaret eden doktor, gözüm ve iç organlarım için Suresinin ilk ayetiyle, Tebbet Suresinin üçüncü ayetini okudu.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem de
1
muhakemat_86_1.gif

Hem de2
muhakemat_86_2.gif

gör ve dinle ki, çendan gözleri Cennet'te tenezzüh eder. Fakat vicdanlarındaki Cehennem tazib eder. Öyle de mehasinine işaret ve istiğnasına remz ve teellüm-ü firaka îma ve şevke tasrih ve taleb-i visale telvih ve terahhumunu celbeden hüsnüne tansis etmekle beraber hissiyatını tahrik eden heyet-i etvarıyla çok hayalât-ı rakikayı göstermişlerdir.
İşaret: Nasıl bir hükûmetin intizamında, her memura istidadı nisbetinde, vazife derecesinde, hizmet miktarınca ücret vermek lâzımdır. Öyle de, böyle meratib-i mütefaviteden ihtilât eden manalar ise, garaz-ı küllî olan mesûk-u lehü’l-kelâmın merkezine kurbiyet nisbetinde ve maksuda hizmet derecesinde her birine inayet ve ihtimamda hisse ve nasiblerini taksim-i âdil ile tefrik etmek gerektir. Tâ ki, o muadeletle intizam ve o intizamdan tenasüb ve o tenasübden hüsn-ü vifak ve o hüsn-ü vifaktan hüsn-ü muaşeret ve o hüsn-ü muaşeretten kelâmın kemaline bir mizanü’t-tadil çıkabilsin. Yoksa vazifesi hizmetkârlık ve tabiatı çocukluk olanlar, büyük rütbeye girmekle tekebbür eder. Tekebbür etmekle tenasübünü bozup muaşereti teşviş eder. Demek kuyudat-ı kelâmın istidadlarını nazara almak gerektir. Evet her şeyi istidadı nisbetinde terfi etmek lâzımdır. Zira görünüyor ki göz, burun gibi bir âza ne kadar güzel olursa, hattâ altundan olursa, haddinden büyük olduğu hâlde sureti çirkin eder.
Tenbih: Nasıl bazen en küçük bir nefer bir hizmete meselâ düşman ordusuna keşf-i râze gider, müşir gidemez veyahut bir küçük talebe yaptığı işi büyük bir âlim yapamaz. Çünkü büyük adam her şeyde büyük olmak lâzım gelmez. Herkes kendi sanatında büyüktür. Kezalik o maani-i mütezahime içinde bazen bir küçük mana riyaset eder. O kıymettar oluyor. Zira


1- Sana olan susamışlığım hep yüz çevirmenle karşılandı, neden? Oysa sana aşık olan kalbim ondan dolayı paramparça olmuş.
2- İç organlarım dikenli ağaçtan tutuşmuş ateş koru üzerindedir; gözlerim ise güzellik bahçelerinde dolaşmaktadır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
onun vazifesi şimdi gelecek bir esbab ile ehemmiyetlidir. Buna işaret eden ve kıymetine menar olan sarih hüküm ve lâzım-ı karibinin adem-i salahiyetidir ki, onun hatırası için irsal-i lâfz ve sevk-i hitab edilsin ve kelâm dahi postacılık etsin. Zira ya bedihî ve malumdur.. görünüyor veyahut hafif ve zayıftır, asıl garazda ehemmiyeti yoktur. Veyahut onu hüsn-ü telâkki ve kabul edecek ve ona kulak verecek muhatab yoktur. Veyahut mütekellimin hâline muvafakat ve tekellüme dâî olan arzuya hizmet edemez. Veyahut muhatabın şe'n ve haysiyetine imtizaç, istimzaç edemez. Veyahut kelâmın makamında ve müstetbeatın tevabiinde ecnebi görünüyor. Veyahut garazın muhafazasına ve levazımın tedarikine müstaid değildir. Demek her bir makamda bu esbablardan yalnız birinin sözü dinlenir. Fakat umumen ittihad etseler, kelâmı en yüksek tabakaya çıkartıyorlar. Hatime: Bazı maani-i muallaka vardır ki, bir şekl-i muayyenesi ve bir vatan-ı hususiyesi yoktur. Müfettiş gibi her bir daireye girer. Bazı kendine hususî bir lâfız takıyor. Bu muallakatın bir kısmı ise harfiye ve hevaiye gibidir. Başka kelime onu derununa çeker. Bazen bir cümleye belki bir kıssate nüfuz eder. Ne vakit o cümleyi ezdirirsen ruh gibi o mana takattur eder. Meselâ hasret ve iştiyak ve temeddüh ve teessüf ilâ âhir.. gibi manalardır...

Yedinci Mesele
Belâgatın ukde-i hayatiyesi, tabir-i diğer ile beyanın felsefesi veyahut şiirin hikmeti ise; hariciyatın nevamisi ve mekayısını temessül etmektir. Şöyle: hakaik-i hariciyedeki kanunları kıyas-ı temsilî cihetiyle ve deveran tarikiyle ve vehmin tasarrufuyla şairane olan maneviyat ve ahvalde yerleştirmektir. Demek âyine gibi hariçten in'ikas eden hakikatin şualarını temessül eder. Güya kendi sanat-ı hayaliyesiyle ve nakş-ı kelâmîsiyle hilkat ve tabiatı taklid ve muhakât eder. Evet kelâmda hakikat olmaz ise de, en ekall şebih ve nizamından istimdad etmek ve onun
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
danesi üzerinde sünbüllenmek gerektir. Fakat her danenin mahsus bir sünbülü vardır. Bir buğday bir ağaç kadar sünbüllenmez. Felsefe-i beyan nazara alınmaz ise; belâgat hurafat gibi hayal-gul gibi sâmi'e hayretten başka bir faide vermez. İşaret: Felsefe-i beyaniyeye müşabih, nahvin dahi bir felsefesi vardır. O felsefe ise, vâzıın hikmetini beyan eder. Kütüb-ü nahivde mezkûr olan, münasebat-ı meşhure üzerine müessestir. Meselâ bir mamule iki âmil dahil olmaz. Ve "hel" lâfzı fiili gördüğü gibi sabretmez, visal ister. Hem fâil kuvvetlidir, kavî olan zammeyi kendine gasbeder. Meselâ, hariç ve kâinatta cari olan kanunların birer aks-i misalîsidir.
Tenbih: Bu münasebat-ı nahviye ve sarfiye olan hikmet-i vâzı' ise; felsefe-i beyan derecesinde olmaz ise de, pek büyük bir kıymeti vardır. Ezcümle: İstikra ile sabit olan ulûm-u nakliyeyi, ulûm-u akliyenin suretlerine çeviriyor.

Sekizinci Mesele
Maani-i beyaniyenin aşılaması ve telkihi ve manaların becayiş ve inkılâbları kelimenin mana-yı hakikisi, ya garaz veyahut mana-yı muallakadan birisini teşerrüb ve içine cezb etmektir. Zira içine girdiği vakit sahibü’l-beyt olan hakikate ve esasa dönüyor. Ve asıl lâfzın sahibi olan mana ise bir suret-i hayatiyeye dönüyor. Ona meded verir. Ve müstetbeattan istimdad eder. Bu sırdandır ki kelime-i vahidenin maani-i müteaddidesi oluyor. Ve becayiş ve telkihat bundan çıkar. Bu noktadan gaflet eden, büyük bir belâgatı kaybeder...
İşaret: Bir şey merkeb ve binilmiş ise 1
muhakemat_88_a.gif
lâfzına müstahak olduğu gibi, zarf gibi içine aldığından 2
muhakemat_88_1a.gif
lâfzını ister. 3
muhakemat_88_1.gif
gibi. Hem de bir şey âlet olduğundan 4
muhakemat_88_2a.gif
lâfzını ister. 5
muhakemat_88_2.gif
gibi.


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
2- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
3- Denizde yüzüp gider.
4- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
5- Çatıya merdivenle çıktım.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ve mekân ve merkeb olduğundan 1
muhakemat_89_a.gif
ve 2
muhakemat_89_b.gif
lâfızlarını dahi ister. Hem de gaye olduğundan 3
muhakemat_89_c.gif
ve 4
muhakemat_89_d.gif
lâfızlarını ister. İllet ve zarf olduğundan 5
muhakemat_89_1a.gif
ve 6
muhakemat_89_1b.gif
lâfızlarını dahi ister. 7
muhakemat_89_1.gif
gibi. İşte sermeşk; sen de kıyas edebilirsen et!.. Tenbih: Bu mütedahil manaların hangisi daha ziyade senin garazına temas eder ve maksada sıla-i rahm vardır; ileriye sür ve izhar et. Bâkileri ona teşyi edici yaptır. Yoksa senin tarz-ı ifaden haşmet ve ziynet-i beyaniyeden çıplak olacaktır.

Dokuzuncu Mesele
İrade-i cüz'iyeyi ve tasavvur-u basiti âciz bırakan kelâmın yüksek tabakası şudur ki: Mütedahilen müteselsil olan makasıdın taaddüdü ve mütenasilen murtabıt olan metalibin teselsülü ve netice-i vahideyi tevlid eden asılların içtimaı ve her biri ayrı ayrı semere veren füru-u kesirenin istinbatına istidad veya tazammunu iledir. Şöyle ki:
Maksadü’l-makasıd olan en uzak ve yüksek hedef-i garazdan ayrılıp gelmekte olan maksadlar birbirine murtabıt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komşuluk hakkını eda etmekle, kelâma vüs'at ve azamet verir. Güya birini vaz'etmekle öteki ve diğeri ve başkasını ve daha başkasını vaz'eder. Ve sağ ve solda ve her cihetin nisbetini gözetmekle birden o makasıdı, kelâmın kasr-ı müşeyyedesine kuruyor. Güya çok akılları kendi aklına muavenet etmek için istiare etmiş, istihdam ediyor. Sanki o mecmu-u makasıdda her bir maksad, tesavir-i mütedahileden müşterekün fîh bir cüzdür. Nasıl mütedahil tasvirlerde siyah bir noktayı bir ressam koysa; o nokta birinin gözü, ötekisinin yüzünün hâli, berikisinin burnunun deliği, başkasının ağzı olduğu gibi, kelâm-ı âlîde dahi öyle noktalar vardır.


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
2- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
3- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
4- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
5- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
6- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
7- Güneş kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider. (Yasin Suresi: 38)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İkinci Nokta: Kıyas-ı mürekkeb ve müteşaib sırrıyla metalib tenasül edip teselsül etmektir. Güya mütekellim o metalibin beka ve tenasülünün bir tarih-i tabiîsine işaret eder. Meselâ âlem güzeldir. Demek sânii, hakîmdir. Abes yaratmaz, israf etmez, istidadatı mühmel bırakmaz. Demek intizamı daima tekmil edecek. Ciğerşikâf ve tahammülsûz ve emel öldürücü bütün kemalâtı zîr ü zeber eden hicran-ı ebedî olan ademi, insana musallat etmez. Demek saadet-i ebediye olacaktır. Üçüncü Makale'nin ikinci şehadetinin mukaddimesinde nübüvvet-i mutlakanın mebhasinde, insanın hayvandan üçüncü cihet-i farkı, buna iyi bir misaldir.
Üçüncü Nokta: Netice-i vahideyi tenatüc eden usûl-ü müteaddideyi cem' ve zikretmektir. Zira her bir aslın yüksek netice ile kasden ve bizzat irtibatı olmaz ise, lâakal bir derece ihtizaza ve inkişafa getirir. Güya usûl denilen mezahir ve âyinelerin ihtilâfıyla ve netice ve mütecellinin vahdetiyle maksadın tecerrüdüne ve ulviyetine ve hayat-ı âlem denilen deveran-ı umumî tesmiye olunan hayat-ı külliye ile yâd edilen hakikatiyle kelâmın kuvve-i hayatiyesinin ittisaline işarettir. Üçüncü Makale'nin âhirindeki Üçüncü Maksadda olan Birinci Maksad buna bir derece misaldir. Hem de Üçüncü Makale'de Dördüncü Mesele ve meslekten olan işaret ve irşad ve tenbih ve muhakeme buna misaldir.

1
muhakemat_90_1.gif

Evet, Rabb-i İzzet'in kelâmına dikkat edilse bu hakikat her yerde nur gibi parlar. Evet nur gibi köşelerinde ve mekatı'larında içtima edip zülâl-i belâgat fışkırıyor. nefrin o zâhirperestlere ki bu hakikatten gaflet edip tekrara hamlediyorlar.
Dördüncü Nokta: Kelâmı öyle ifrağ etmek ve istidad vermektir ki: Pek çok füru'ların tohumlarını mutazammın ve pek çok ahkâma mehaz ve pek


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
çok maaniye ve vücuh-u muhtelifeye delâlet etmektir. Güya bu istidadı tazammun ile kelâmın kuvve-i nâmiyesinin kuvvetine telvih eder ve hasılatının kesretini gösterir. Sanki o füru' ve vücuhların mahşeri olan meselede cem'eder, tâ ki mezâyâ ve mehasinini muvazenet edip her bir fer'i bir garaza sevk ve her bir vechi bir vazifeye tayin eder.
1
muhakemat_91_1.gif

Evet, kıssa-i musa, meşhur darb-ı meseldeki tefarikü’l-asâ*dan daha nâfidir. Nasıl o asâ ne kadar parçalansa yine bir işe yarar. kıssa-i musa dahi öyledir. Bu hasiyetine binaendir ki, Kur’an yed-i beyza-i mu’cizü’l-beyaniyle o kıssayı aldı. Ve suver-i müteaddidede gösterdi. Her bir ciheti hüsn-ü istimal etti. Fenn-i beyanın seharesi, belâgatına secde-ber zemin-i hayret ve muhabbet ettiler.
Ey birader! Bu meselede olan hayal-meyal belâgat, bu esalib ile sana öyle bir şecereyi tersim eder ki; cesim urûku müteşabike, uzun boğumları mütenasika ve müteşaib dalları müteanika, meyve ve semeratı mütenevvia olan bir şecere-i hakikat sana tasvir eder. Eğer istersen Altıncı Meseleye temaşa et. Zira çendan müşevveş ise bir derece bu meselenin bir parçasına misal olabilir.
Tenbih ve İtizar: Ey birader! Bilirim ki şu makale sana gayet muğlak görünüyor. Fakat ne çare, mukaddimenin şe’ni icmal ve îcazdır. Kütüb-ü Sâlise'de sana tecelli edecektir.

Onuncu Mesele
Kelâmın selâseti ise; bir derece hissiyattan tafralık ve iştibak etmemek ve tabiatı taklid ve harice temessül ve mesîl-i garazda sedad ve maksad ve


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
müstekarrın temeyyüzüdür. Şöyle ki: Kelâmda hissiyatta tamam olmadan çifte atmak, başkasıyla mezcetmek, selâsetini tağyir eder. Ve nizamsız iştibaktan tevakki ve maani-i müteselsileden tederrüc lâzımdır. Hem de sanat-ı hayaliyesiyle tabiata şakirdlik etmek gerektir. Tâ tabiatın kavanini onun sanatında in'ikâs edebilsin.
Hem de tasavvuratını öyle hariciyata muhaki ve müşakil etmek lâzımdır. Faraza tasavvuratı dimağdan kaçıp hariçte tecessüm etseler, hariç onları istilhak ve neseblerini inkâr etmesin ve desin: "Onlar benim" veyahut keennehu veyahut benim veledimdir...
Hem de garazın mesîlinde ve kasdın mecrasında teferruk etmemek için sedad etmek, çeleçepe temayül etmemektir. Tâ canibler garazın kuvvetini teşerrüb etmekle ehemmiyetsiz etmesin. Belki köşeler, tazammun ettikleri taravet ve letafetiyle zenav gibi garaza imdad ve kuvvet vermek gerektir.
Hem de kasdın müstekarrı temeyyüz ve ağrazın mültekası taayyün etmek, selâsetin selâmetine lâzımdır.

On Birinci Mesele
Beyanın selâmet ve sıhhatı ise; hükmü, levazım ve mebadisiyle ve âlât-ı müdafaasıyla isbat etmektir. Şöyle ki: Bir hükmün levazımını ihlâl etmemek, rahatlığını bozmamak ve nazara almak ve mebadisinden istimdad-ı hayat etmek için müracaat etmek ve hücum eden evhamın itirazatına mukabele edecek sual-i mukaddere cevab olan kuyudatıyla tekallüd etmek gerektir. Demek kelâm meyvedar bir ağaçtır. Cinayet ve ictinadan himayet etmek için dikenleri ve süngüleri dizilmişler. Güya o kelâm, birçok münazaratın neticesi ve pekçok muhakematın zübdesi olduğundan, gayet ulvî olarak evhamın şeyatîni, istirak-ı sem' edemezler; eğri nazar ile bakamazlar. Güya mütekellim altı cihetini nazara alıp, etrafına bir sur çekmiştir. Yani mevzu veyahut mahmulü takyid ile.. veyahut tavsif ile.. veyahut başka cihetle vehmin hücumuna müsaid noktalarda birer müdafi müheyya ederek,
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
baştan aşağıya kadar mukadder suallere cevab hükmünde olan kuyudatıyla mücehhez etmektir. Eğer buna misal istersen şu kitab bitamamihi buna uzunca bir misaldir. Lâsiyyema Makale-i Salise en parlak bir misaldir.
On İkinci Mesele
Kelâmın selâmet ve rendeçlenmesi ve itidal-i mizacı ise, her kaydın istihkak ve istidadına göre inayeti taksim ve hil'at-ı üslûbu tevzi ve giydirmektir. Hem de hikâyette olursa mütekellim kendini mahkiyyun anh yerinde farz etmek gerektir. Şöyle: Eğer başkasının hissiyat ve efkârının tasvirinde ise mahkiyyun anh'a hulûl etmek ve onun kalbinde misafir olmak ve lisanıyla tekellüm etmek gerektir. Eğer kendi malında tasarruf etse, alâmet-i kıymet olan itibar ve ihtimamın taksiminde her kaydın istihkak ve istidad ve rütbesini nazara almak ile taksiminde adalet ve üslûblarda istidadın kametine göre kesmektir. Tâ her bir maksad onun münasibinde olan üslûbdan cilveger olabilsin. Zira üslûbun esasları üçtür:
Birincisi: Üslûb-u mücerreddir. Seyyid Şerif*in ve Nasıruddin-i Tûsî*nin sade olan ma'rez-i kelâmları gibi...
İkincisi: Üslûb-u müzeyyendir. Abdülkahir'in Delâilü’l-İ'caz ve Esrarü’l-Belâga’sındaki müşaşa ve parlak kelâmı gibi...
Üçüncüsü: Üslûb-u âlîdir. Sekkakî ve Zemahşerî ve İbn-i Sina'nın bazı muhteşem kelâmları gibi... Veyahut şu kitabın mealindeki arabiyyü’l-ibare, lâsiyyema makale-i salise'deki müşevveş fakat muhkem parçaları gibi. Zira mevzuun ulviyeti şu kitabı üslûb-u âliye ifrağ etmiştir. Yoksa benim sanatımın tesiri cüz'îdir.
Elhasıl:Eğer ilâhiyat ve usûlün bahis ve tasvirinde isen, şiddet ve kuvvet ve heybeti tazammun eden üslûb-u âlîden ayrılmamak gerektir.
Eğer hitabiyat ve iknaiyatta isen, ziynet ve parlaklık ve tergib ve terhibi tazammun eden üslûb-u müzeyyeni elinden gelirse elden bırakma. Fakat gösteriş ve tasannu ve avamperestane nümayiş etmemek gerektir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Eğer muamelat ve muhaverat ve âlet olan ilimlerde isen; vefa ve ihtisar ve selâmet ve selâset ve tabiîliği tekeffül eden ve sadeliği ile cemal-i zatiyeyi gösteren üslûb-u mücerrede iktisar et.
Bu meselenin hatimesi: Kelâmın kanaat ve istiğnası ve asabiyeti ise makamın haricinde üslûbu aramamaktır. Şöyle ki: Mananın kametine göre bir üslûbu kestirmek istediğin vakit, dahil-i makamda olan menbadan ve mevzuun fabrikasından lâakal kelâmın tazammun ettiği mevzuun veya kıssatın veya sanatın levazımının parça parçasından ve tevabiinin kıta kıtasından bir üslûbu dikmek, zaruret olmadan harice medd-i nazar etmemek, tabir hata olmasa, harice boykotaj etmek ile elbette kelâmın kuvveti tezayüd ettiği gibi, servetin dağılmamasına en büyük esastır. Demek mana ve makam ve sanat ise, kelâmın delâlet-i vaz'iyesine yardım edebilir. Nasıl kelâm, delâlet-i vaz'iye ile manayı gösterir, öyle de böyle üslûb ise tabiatıyla manaya işaret eder. Eğer bir numune istersen Dokuzuncu Meseledeki Arabî parçalarına bak. İşte:
1
muhakemat_94_1.gif

Eğer istersen ulûm-u âliyenin kitablarının dibacelerine bak. Eğer çendan o dibacelerde şu sanat-ı belâgat çok dakik ve lâtif olmazsa da; fakat ondaki beraatü’l-istihlal, bu hakikate bir beraatü’l-istihlaldir. Hem de şu kitabın dibacesinde mucizata işaret yolunda Peygamberimizin zatı, nübüvvetine mucize gösterilmiştir. Hem de Üçüncü Makale'nin dibacesinde kelime-i şehadetin iki cümlesi birbirine şahid gösterilmiştir. Hem de Yedinci Mukaddimede, inşikak-ı kamere yere inmeyi ilâve edenlere denilmiş:


1- Kur'an'ı bize ders veren Rahman olan Allah'ın kelâmına bir bak. Bu hakikat, rabbinin hangi ayetlerinde tecelli edip görünmezki! O halde Kur'an'da anlayamadıkları ayetleri tekrar olarak kabul eden ve dış görünüşe göre hükmedenlere yazıklar olsun. İstersen Hz. Musa'nın kıssasına bir bak. Çünkü bu kıssa altın bilezikten daha faydalıdır. Kur'an onu yed-i beyzasıyla (Mucizeli beyaz el) ele almış. Sözleriyle insanları büyüleyen kimseler onun belâgatı karşısında sevgi ve şaşkınlık içinde secdeye kapanmışlardır.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt