K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADININ HELÂL VE HARAM OLAN DİĞER DAVRANIŞLARI
a) Bir Yatakta Yatma:
Allah Resûlü Efendimiz bir hadîslerinde : "Çocuklarınıza yedi yaşında namazı emredin; on yaşında kılmazlarsa onları namaz için dövün ve yataklarını ayırın" buyurur (Ebû Dâvud, salât 26; Müsned N/180,187) Yataklarının yedi yaşında ayrılmasını isteyen hadîsler de vardır Âlimler bunların hepsini bir arada değerlendirerek, çocukların yataklarını yedi yaşına geldiklerinde ayırmak güzel bir davranıştır, on yaşına geldiklerinde ayırmak ise vâciptir demişlerdir Ayırma; hem kızları erkeklerden, hem erkekleri erkeklerden, hem de kızları kızlardan ayırma demektir Buna göre, karı-koca olmadıktan sonra, daha yukarı yaşlardakilerin aynı yatakta yatmaları daha büyük haramdır Hattâ yatak büyük olup birinin bir kenarında diğerinin öbür kenarında yatmasının da haram olduğunu söylemişlerdir (Ibn Âbidîn VI/382) On yaşını aşanlar, bir yatakta başkalarıyla yatamayacakları gibi, anne-baba ve kardeşleriyle de yatamazlar
Çocuğun yedi yaşından önce anne ve Babasıyla yatmasının bir sakıncası yoktur (agk)
b) Âdetli'nin Kestiği ve Pişirdiği:
Eti yenen hayvanların boğazlanmasında müslümanlardan istenen şey Allah'ın adıyla boğazlamalarıdır Erkeğin boğazlama şartı diye birşey yoktur Böyle bir tereddüt, kadınları genellikle hayvan boğazlamaktan ürperdikleri için çıkmış olsa gerektir Kadının âdetli olması da durumu değiştirmez Çünkü âdetli kadının diğerlerinden ayrı olarak pis olan yönü kanından ibarettir Sair bedeni ise hakiki pislikle pis değildir Pişirdiği yemek, elini soktugu su, tükrügünün değdiği kap, Yahudilerin inandıgi gibi pislenmez Onunla yenilir, içilir, yatılır, öpülür, kucaklanır, pişirdiği yenir, kestiği helâldir (bk Müslim, hazy 3; Davudoğlu N/478 vd) Kısaca o, âdet ile insan olmaktan çıkmamıştır Bu tür inanışlar, değindiğimiz gibi, Yahudilikte bulunan inanışlardır Kaldı ki bize, Yahudi ve Hiristiyan olanların kestiği ve pişirdiği de helâldir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADININ KABRİ ZİYARETİ CAİZ MİDİR?
Peygamber (sav) İslam'ın ilk günlerinde hem erkek, hem kadın için kabir ziyaretini yasaklamıştı Çünkü birçok putperest ölmüş ecdadlarının suretlerini tasvir edip onlara tapıyorlardı İslamiyet kuvvetlenince Peygamber (sav) kabir ziyaretine müsaade edip şöyle buyurdu: "Sizi kabir ziyaretinden men etmiştim Artık kabirleri ziyaret ediniz Çünkü size ahireti hatırlatır” Bu itibarla ibret almak ve ölülere dua etmek için kabir ziyareti erkekler için bilittifak caizdir Fakat kadın için ihtilaflıdır Bazı 'ulemaya göre caiz değildir Çünkü Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur Allah kabir ziyaretine giden kadınları la'netlemiştir Cumhür-u Ulemaya göre; kadın İslam'a göre ziyaretini eda ederse, yani erkeklere karışmaz, gürültü yapmaz ve tesettüre ri'ayet ederse onun da ziyareti sünnettir Çünkü o da erkek gibi ibret almağa muhtaçtır Kadınların ziyaretini men'eden hadisler İslam'ın ilk günlerinde varid olmuştur Yani erkekler dahil herkes için yasak olduğu zamanlarda Peygamber bunları söylemişti
Abdullah bin Ebi Melike diyor ki: Birgün Hazreti Aişe kabristan ziyaretinden döndü Bunun üzerine kendisine "Ey mü'minlerin annesi nereden geliyorsun?” dedi Aişe:

Kardeşim Abdurrahman'ın kabrini ziyaret etmekten geliyorum
Peygamber (sav) kabirleri ziyaret etmekten men etmemiş miydi?
Evet men etmişti Sonra onu serbest bıraktı Yine Peygamber (sav) oğlunun kabri üzerine ağlayan bir kadının yanından geçti ve:

"Allah'tan kork ve sabret", dedi Fakat onu men etmedi Buna benzer çok hadis vardır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADININ KAHVEDE NAMAZ KILMASI
Bir kadının kocası ile birlikte yolculuk yaparken araba bir kahvehanenin önünde molâ veriyor Tesettüre tam riayet eden ve yanında kocası gibi bir arkadaşı da bulunan bu kadın kahvehanenin bir köşesinde namaz kılabilir mi?
Kılabilir Ancak erkeklerin görmeyeceği tenha ve temiz bir yer araması, bulamazsa kahvenin bir kenarında kılması gerekir Mekân sahibine, güzel ve tatlı bir dille, yolcular için namaza özel bir yer ayırmasını rica etmesi de ayrıca güzel olur ve bir tebliğ sayılır Farz namazlar için böyledir Nâfileyi ise böyle bir yerde kılmaması daha evlâ olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADININ KOCANIN SOYADINI ALMASI
Resmi evlenmelerde kadın kocanın soyadını alıyor Bu mesele Islam'da da böyle midir?
Soyadı meselesinin tarihi henüz yenidir ve Islâm tarihi boyunca uygulânmamıştır "Soyadı" kişinin hangi soya ait olduğunu, kimlerden geldiğini ve bir anlamda kimin çocuğu olduğunu gösteren bir işarettir Soyadı sayesinde insanın nesepli ya da nesepsiz olduğu anlaşılmış olur Bu açıdan, bakıldığında, eğer bugün millet içinde ya da milletlerarası bir kolaylık sağlıyorsa ve de bu kolaylığı bizim tarihimizde kullanılan "künye" ve "lakap" gibi uygulamalar bugün artık temin edemiyorsa soyadı uygulamasında bir mahzur olmaz denebilir Çünkü Islâmda da önemli olan, kişinin nesebinin belli olması,(bk Kâsimî, Serafu'1-esbhat 5) ve kimlerden doğmuşsa onlara nisbet edilmesidir Soyadı uygulamasının câiz olmadığı konusunda da bir nas yoktur: Ancak kadının kocanın soyadını alması bize en az iki yönden mahzurlu ve gayr-i Islâmî geliyor:
a- Kişinin kendi Babasına nisbet edilmesi esastır(bk K Bakara (2) 233; Ahzâb (33) 5) Soyadı demek, bir bakıma falancalanın soyundan ve filancaların çocuğu demek olur Başkasının soyadını alan kadın, kendi soyundan koparılmış,ve sanki soysuzlastırılmış olacaktır Meselâ Ali Gül ile Fatma Sümbül evlenir ve Fatma Sümbül, Fatma Gül adını alırsa Fatma nın artık soyu belli değildir Sırf bu adıyla onun artık soylu bir âileden olup olmadığını anlamamız mümkün olmayacaktır
b- Bu uygulamada kadının değersiz ve ikinci sınıf insan olduğu manası vardır Halbuki; kadın ile erkek, misyon ve fonksiyon olarak farklı olmakla birlikte insan olarak eşit varlıklardır Buna göre niçin kadın erkeğin soyadını alıyor da erkek kadının soyadını almıyor, sorusuna kadının insanlıkta ikinci sınıf kabul edilmesinden başka bir cevap bulunamaz Oysa Rasulüllah Efendimiz (sas) "Muhammed b Abdullah" ise, mesela Âişe validemiz de "Âişe bt Ebûbekr" dir ve öyle kalmıştır Hattâ Efendimizin "Ebu'1-Kâsım" künyesine karşılık o da "Ümmü Abdillah" künyesini almıştır

Bu konuda ki fikrimiz nas değildir ve tartışmaya açıktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADININ KOCANIN KOLUNA GİRMESİ
Bu konuda naslarda ve fıkıhta bir şeyin söylendiğini bilmiyoruz Anlaşılan bu bir âdet gelenek ve örf meselesidirBuna göre batı kökenli olan bu adeti, sırf bizde olmadığı, büyüklerimiz yapmadığı için uygulamayanlar bir şey kaybetmiş olmazlar, aksine "gayret-i diniyye"lerini başkalarına karşı böyle küçük konularda bile canlı tuttukları için takdir görürler Uygulayanlar da dinen mahzurlu bir iş yapmış sayılamazlar Çünkü bunu yasaklayan hiçbir dinî ibâre yoktur Kaldı ki, âdet olarak çarşıda pazarda kol-kola volta atmakla, yolun kaygan olması, vücutta bir rahatsızlığın bulunması, kalabalık vBulletin ihtiyaçlardan ötürü koluna girmesi birbirinden farklı şeylerdir Âdet olarak uygulandığı yerlerde bu müslümanların örfünce hoş karşılanmıyorsa terketmek evlâdır Ama söylediğimiz ihtiyaçlardan ötürü her yerde uygulanabilir Hattâ kadın gözetmek erkeğin bir görevi olduğuna göre, gerek duyulduğunda ona destek olması, el tutması bir zorunlulukturKonumuzla direkt alâkası olmamakla beraber, bu vesile ile şu hadîs-i şerifi de hatırlamakta yarar olur: "Günün birinde sizler de öncekilerin yoluna santim santim , karış karış gireceksiniz Hattâ onlardan biri gidip bir keler deliğine girse, siz de oraya gireceksiniz; onlardan biri hanımıyla yolda cima etse o yaptı diye siz de öyle yapacaksmz" (Hâkim IV/455 (Hâkim sahih'tir demiş, Zehebî de onu desteklemiştir))
 
Son düzenleme:

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADININ KOCASIYLA OYNAŞMASI
Kadının beyine şarkı türkü söylemesi ve oynamasının hükmü nedir?
Rasûlullah Efendimiz (sas) "Müslüman adamın her türlü eglencesi, oyunu bâtıldır Yayı ile atış yapması, atını eğitmesi, hanımıyla oynaşması müstesna Bunlar haktırlar buyurmuşlardır (Tirmizî, fedâilü'I-cihâd 11; Ibn Mâce, cihâd 19; Dârimî cihâd 14; Müsned IV/144,148) Kendileri de hanımlarıyla şakalaşmış ve koşu yarışı bile yapmıştır Meselâ Aişe validemizle yarışmasında bir keresinde Aişe validemiz onu geçmiş, bir süre sonra tekrar yarışmalarında ise Aişe validemizin biraz şişmanlaması sebebiyle Rasûlullah Efendimiz ona geçmiş ve "eh, bir sen, bir ben" diye lâtife yapmışlardır (294 Ebû Dâvûd, cihâd 68; ibn Mâce, nikâh 50; Müsned VI/39,129,182, 261, 280) Yukarıya aldığımız hadîs-i şerifin daha değişik rivayetleri de vardır (Bk el-Hindî, Kenz XV/211-215) Hepsinde ortak olan nokta, karı-kocanın arasındaki oynaşmanın helâl olduğu konusudur Hattâ Sevkânî oyunun teşvik edildiği bu üç yerde oynamanın Allah'a itaat ve yaklaşma olduğunu söyler (Sevkân3i, Neylü'l-evtâr VNI/97) Bunlara bakarsak, tek başlarına bulundukları bir yerde, karı ile kocanın arasındaki oynaşma, ya da birinin diğeri için oynaması mutlak olarak (yani her çesidiyle) helâl olması gerekir Demek istediğiniz oryantal ve raks ise, bu şartlarda onun haram olacağına dair de bir şey yoktur Ancak bunun müzik eşliğinde olması tartışma götürür Çünkü müzik âletlerinden def ve davul dışındakiler, genellikle haram görülmüşlerdir Ama kadının evinde (kocanınyanında) def gibi bir çalgı eşliğinde oynamasının mekruh olmayacağını Ebû Yusuf söylemiştir (Bk Aynî (Mısır) V/369) Özetlersek:
Başbaşa olduklârında, karı-kocanın haram unsur ihtiva etmeyen her türlü oynaşmaları, birinin diğerine müziksiz olarak söyleyip oynaması, def gibi bir müzik eşliğinde çalıp söyleyip oynaması câizdir (Allah'u a'lem) ve buna eşler ihtiyaç duyuyorlarsa bu itaat anlamı da taşır Diğer çalgılar eşliğinde (başbaşa iken) oynamaları tereddüt ve şüpheyle karşılanır Oyunun hiç bir türünün nikâhla alâkası yoktur
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADININ MİRASI
Islâm'da miras taksimi nasıldır? Kadınlar terikenin ne kadarını alırlar? Erkeklerle eşit almazlarsa sebebi nedir? Memede iken, ya da daha sonra evlatlığa verilen kız ya da erkek çocuk, evlât edinenin malını alması halinde, kardeşleriyle beraber öz anne ve Babasından da miras alır mı?
Islâm hukuku, miras konusunda, modern hukuktan farklıdır Buna göre, bazı müstesna meseleler hariç, kadına bir, erkeğe iki esası geçerlidir Sebebi, Allah'ın öyle buyurmasıdır "Allah'ın, evlatlarınız konusundaki hükmü; erkeğe iki kadın payı olmasıdır" (Nisâ: 4/11) Önce müslümanım diyen herkes bunu böyle kabul eder Ancak bunun hikmetlerinden söz edilebilir Meselâ: 1 Islâm evlenmeyi teşvik etmiş, kadınla erkeği bir bütünün iki yarım parçası olarak vasıflandırmıştır Evlenen çiftler, herşeyleriyle bir bütün oluştururlar Dolayısıyla birinin az, diğerinin çok miras alması, sonucu hiç etkilemez Meselâ: Babaları kendilerine üç milyon lira bırakan bir kız ve bir erkek kardeş bunu ikili birli taksim ederlerse, kızın bir erkeğin iki milyonu olur Bir başka babanın da aynı şartlarda dünyadan ayrıldığını ve onun kızıyla berikinin oğlunun, oğlu ile de kızının evlendiğini düşünürsek, her iki çiftin de üçer milyonu olacaktır Bu mirasları ikili birli değil de yarı yarıya bölüşmüş olsalardı, kızlar da erkekler de birer buçuk milyon alacaklar ve evlenince çiftlerin yine üçer milyonları olacaktı Işte Islâm pratikte bir şey değiştirmeyen bir yöntemle başka şeyleri de gerçekleştirmiş oluyor 2 Islâmda devamlı kazanan durumunda olan erkek çocuk, ağır işlerde kendisine arka çıkmayan kız kardeşinin de mirastan kendisi kadar pay almasını hazmedemeyecek ve ona karşı gizli bir kin ve nefret duygusu taşıyacak ve aralarına soğukluk girecek, akrabalık ilişkileri zayıflayacaktı 3 Yine Islâm'da diyet gibi mâlî cezalar, karının ve çocukların nafakası erkeğe yüklenmişken, mirastan eşit pay alması erkeğe haksızlık olacaktı 4 Çiftlerin kurdukları yuvaya teorik olarak eşit mal getirmeleri halinde "kefâet"in dengesi bozulacak, kadın evin reisi olan kocasına karşı daha minnetsiz ve pervasız olacak, aile yuvası daha kolay dağılmaya maruz kalabilecekti
Islâmda evlatlık müessesesi bulunmadığı için, evlât edinilen çocuk, edinenlerin malını alsa dahi, kendi ana-babasının bıraktığı maldan da diğer kardeşleri gibi pay alır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADININ NAMAZDAKI FARKLI DURUMU
Aslında ibadetlerde mükellef olma bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur Her ikisi de bulüğa erdikten ölünceye dek aynı ibadetleri yapmaktan sorumludurlar Mabud'un aynı oluşu, ibadetlerin de aynı olmasını gerektirir Zaten ibadet, ibadet edenle (abid), ibadet edilen (ma'bud) arasında ve daha çok öbür âleme bakan bir ilişki olunca; onun yerini, zamanını, şartlarını, rükünlarını ve sebeplerini belirlemek de sadece Ma'bud'un hakkı olmuş olur Diğer bir ifade ile, yaratılanların, ibadetlerin bu yönlerin müdahale hakları yoktur Yani; bu noktalarda içtihat yapılamaz Çünkü içtihad, akıl yürütme (nazar) yoluyla sebepler ve sonuçlar bulma ameliyesidir Oysa ibadetlerin keyfiyet ve kemiyetleri akılla kavranamaz Ancak şartlar ve sebepler dışındaki konularda, yani bizzat ibadetin değil de onu en mükemmel şekilde gerçekleştirilen dış teferruatında daha doğrusu Şar'i tarafından belirlenen sebep, şart ve rükünların uygulama biçiminde yani, Şar'i'in bu konudaki naslarını anlamada içtihat yapılabilir, yapılmalıdır Fıkıhçıların, "Kıyasla taabbüd (ibadeti kıyasla belirleme) caizdir" (Ebul-Vefa Ali b Akil, Kitabul-cedel,13) sözlerinin manası da bu olsa gerektir Bu teferruatta Resululah Efendimizin (sa) zaman zaman farklı davrandığı da hesaba katılırsa bir uygulama farkı da bu farklı sünnetin müctehitlere ulaşmasından kaynaklanmış olacağı anlaşılacaktır
Ayrıca cinsiyet farklılığınin yükledigi rol oranında değişikliklerin olması da tabiidir Mesela kadın adetli iken namaz kılmayacak ve oruç tutmayacaktır Işte biz bu cinsiyet rollerinden kaynaklanan durumların sadece namaza ait olanlarını tekrar yazmayı deneyecegiz
Tarih sırasına göre alacak olursak, Hanefi kaynaklarından "Tebyin" de, kadının, namaz konusunda erkekten on yerde farklı davrandığı söylenir ve şunlar zikredilir: "Tekbirde ellerini omuz hizasına kadar kaldırır, sağ elini memelerinin altında (doğrusu üstünde olacak) solunun üzerine koyar (kavrayıp tutmaz), secdede karnını uyluklarına değdirir, ayırmaz Rükûda ellerini, parmak uçları dizine ulaşacak şekilde uylugu üzerine koyar (dizini tutmaz) el parmaklarının arasını açmaz, secdede dirseklerini kaldırmaz, tahiyyatta teverrük yaparak oturur (sol kalçası üzerine oturarak ayaklarını sağına doğru yan yatırır), erkeklere imam olamaz, kendi aralarında cemaat yapmaları da mekruhtur, yaparlarsa imamları önde değil ortada bulunur" (Zeyla'i, Tebyin I/l18 )
Ibn Nüceym (970/1562), kadının erkekten farklı olduğu hususları genel olarak sayarken namaz konusuna da değinir ve bunlara ilave olarak beş tane daha fark zikreder ki, şunlardır: " Ezanı ve kameti mekruhtur, cehri namazlarda sesli okumaz, rükuda ve secdede kendini toplu tutan, imamı uyarması gerekirse tesbihle değil, el çırpma ile ikaz eder, evde namaz kılması daha iyidir" (Ibn Nüceym, el-Esbah, 384)
Haskafi'nin onbeş fark zikrettiğini söylerken Ibn Abidin (1252/1836) onun şerhine yaptığı hasiyede bunları yirmi beşe çıkarır ama bunların bir kısmını namazdan saymamız zordur Dolayısıyla oradaki farklı maddeler sadece şunlardır: "ellerini yenlerinden çıkarmaz, rükûda az eğilir, dizlerini (rükûda) kırar" (Ibn Abidin, I/504 ) "el-Bahr"dan yaptığı bir nakille de kadının secdede ayak parmaklarını dikmeyeceğini söyler (agk ) Buna göre kadın secdede ya ayaklarını parmakları üzerine dikmeyip, ayaklarının üstleri yere gelecek şekilde yatırır ya da "teverrük"e hazırlık olmak üzere ayaklarını parmak uçlarını sağa çevirerek yakalarını yana yatırır Bu konuda bir açıklık göremedik Ancak alışıla gelen birinci uygulamadır Keza kadının rukûda ayaklarını dört parmak açmayıp bitiştireceğine dair de bir ifadeye rastlamadık Ancak Ibn Nüceym'in "rukûda ve secdede kendini toplu tutar "büzülür" ve Ibn Abidin'in de buna yakın ifadesi bir toplama ve büzülmenin ayakları da bir araya getirmeyi gerektirecegi şeklinde anlaşılmış olabilir Bu durumda kadın ayaklarını rükû'da bir arada tutar, secdede dikmeyip üstleri üzerine ya da sağa doğru yan yatirir
Bütün bu farklılıkların dayanığına gelince: Doğrusu bunun, Kur'an-ı Kerim'de zikredilmediği gibi, sahih hadis kitablarında rastlanılması da zordur Buna Hindiyye'de açıkça temas edilir: "Namazın ne farzları ne vacipleri ne sünnetleri ne de edepleri konularında kadınla erkek arasında bir fark yoktur Dolayısı ile bu zikredilen farklar kadını daha tesettürlü kılar gerekçesi ile fıkıhçıların güzel bulduğu farklardır" (Hindiyye, I/73 )
Şimdi bütün bu yazılarlardan şunları çıkarabiliriz:

1 Namaz, diğer ibadetler gibi kadına da erkeğe de aynı şekilde farzdır Namazın şartlarında, rükünlerinde, farzlarında, vaciplerinde, sünnetlerinde, hatta edeplerinde kadınla erkek aynıdır
2 Cinsiyet farklılığından doğan bazı ayrılıklar ise vardır Mesela kadın, adet günlerinde namaz kılmaz, namazda sesli okumaz, erkeklerin arkasında saf tutar, sesli namazlarda da içinden okur Namazda kapatacağı yerleri farklıdır Ancak bu farklar bizzat namaz ölçü alındığında fark olmaktan çıkar Şöyle ki; Cünüpken erkek de namaz kılamaz kadın da Ne var ki, kadının hayız hali de cünüp hükmünde olduğu için, onun bu sebeple namaz kılamadığı zamanlar daha çok olur Namazda erkek de avretini örter kadın da Ne var ki, avret yerleri farklı olduğundan, örtecekleri yerler de farklı olacaktır
Görüldüğü üzere, meseleye bu açıdan bakarsak, bu konuda da aralarında fark olmadığını söyleyebiliriz
3 Sünnet, hatta edep derecesinde bile olmayan ve fıkıhçıların güzel bulması anlamında "müstehap" görülen bazı teferruatta kadınlar erkeklerden biraz farklı davranırlar ki, bu detay farklılıklarını üzerinde, sağ solun üzerine konacak şekilde bağlarlar, tutmazlar, Rükû'da dümdüz olacak kadar eğilmezler ve elleriyle dizlerini kavramayıp, parmak uçları diz kapaklarına varacak biçimde uylukları üzerine koyarlar Rükû'da ayaklarını birarada tutarlar Hem rükû'da hem secdede vücutlarını olabildiğince toplu ve birarada tuturlar Secdede karınlarını uyluklarına yaklaştırirlar ve kollarını yere koyarak taplu vazıyetlerini muhafaza ederler Yine secdede ayaklarını parmakları üzerine dikmeyip üstleri üzere, ya da uçları sağa gelecek şekilde yanları üzere yatirirlar Oturuşta "teverrük" yaparlar, yani sol kalçaları üzerine oturarak ayak uçlarını sağdan dışarı çıkarırlar
4 Bu farklılıkların esas sebebi (illeti) kadınların tesettür şartını tam olarak yerine getirmeleridir Çünkü namazda tesettür farzdır Ve sözü edilen farklılıkların yapılmaması durumlarında bu farzın zedelendiğine şahid olunmuştur Ancak bu, kadın elbise biçimiyle de çok alakalıdır Özellikle de bu farklılıkları söz konusu eden fukaha zamanlarında bu dunim daha belirgin idi Meselâ: Kadın ellerini fazla kaldırırsa cilbabindan kolları açılabiliyordu Rükûda fazla egilirse bacakları açılabiliyordu, secdede ayaklarını dikerse yine bacakları görülebiliyordu vBulletin Onun için fukaha sünnetlerle farzlar arasındaki çatısmalarda farzların ikmâlinden yana tavır almışlar gibi gözüküyor Yani elleri kulak hizasina kadar kaldırmak (Hanefilere göre) sünnet, ama avret bölgelerinin kapanması farzdır Eğer bir sünnet islenirken farza bir halel geliyorsa sanki onun icabina bakmak için sünnetten tamamen vazgeçmeyip ama onu biraz farklı uygulamışlardır
5 Bu izahlardan şöyle bir mana da çıkar: Madem ki, bu farklar sünnet, hatta müstehap derecesinde değildirler ve oluşmalarının illeti (sebebi) tesettürü daha iyi sağlamalarıdır, öyleyse bunun, meselâ elbise biçimini değiştirmekle sağlanması ve bu farklar olmadan dahi tam olarak uygulanabilmesi halinde bu farkların da olmaması gerekir Çünkü hükümlerin illetleri bulunmadığında hükümler de bulunmazlar Böyle söylemekte bir mahzur olmasa gerektir Zaten Imam Ebu Hanife'den bir nakle göre "Kadın da tekbirde ellerini kulak hizasına kadar kaldırır, çünkü elleri avret değildir" (Kaşani, Bedayı' I/199; Merginanı, Hidaye (Fethu'l-Kadir) I/283 ) Hatta bu rivayet kadının namazda mutlak olarak erkek gibi olduğu şeklinde de nakledilmiştir (Hamevi, Serhu'l-Esbah, N/171) Görüldüğü gibi mesele, sadece tesettüre bina edilmiştir
6 Ancak bu farkların bir kısmının en azından "mevkuf hadis"lere dayandırıldığı düşünülürse adı geçen farklara kadınların her zaman riayet etmeleri yine de fukahanın müstehsen görmesi anlamında müstehaptır demek daha uygun olur (Vallahü a'lem)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADININ ÖĞRETMENLİK YAPMASI
Islâm ilme, ayırım yapmadan önem verdiği için kadın öğretmenin öğretecegi dersin mesela fizik olması ile, din kültürü olması arasında pek fark olmaz Diğer yönden erkek öğretmenlerle bir arada bulunması; yetişkin erkek öğrencilerle bir arada bulunmasından farklı değildir Hattâ böyle öğrencilerle bir arada bulunması daha da mahzurludur Çünkü onlarla sürekli yüz-yüze konuşmak ve şakalaşmak zorundadır Bu da haramlara daha çabuk yol açar Halbuki öğretmenler odasında erkek öğretmenlerle konuşmayabilir, idarecilerle zorunlu olandan fazla laflamayabilir Ama öğrenciler öyle değildir Buna göre siz bu soruyu İslamın hakim olduğu bir ülkede sormuş olsaydınız "asla câiz olmaz" cevabını alırdınız Ama böyle bir orta dönemde, okuldaki hal ve davranışınız da hesaba katılmadan Hanefi mezhebinden zoraki bir fetva çıkarılabilir Fakat öyle de olsa biz şu anda bile en iyinin bu olacağı kanaatinde değiliz Geçinmek için bir başka yolu yoksa o zoraki fetvadan yararlanılabilir, ama gaye hizmet ise daha meşru zeminler aramak gerekir Insanlardan fıtratlarına rağmen iyi niyet beklememek lâzımdır Kanarya hep kanarya, kedi de hep kedidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADININ ÖRTÜNMESİNİ EMİR EDEN AYET-İ KERİMEDE ZİKR EDİLEN CİLHAB NE DEMEKTİR, MANTO GİYMEK HARAM MIDIR?
Cahiliyyette insanların birçokları terbiye ve edebden yoksundu Ahlak, iffet ve namus meselesi lafta idi Bugün olduğu gibi kadın açılıp saçılıyordu, vücudunu, na mahrem yerlerini göstermekle böbürleniyordu İlahi rahmet olarak gelen İslam dini, tefessüh etmiş bu insanlığı ıslah etmek için birtakım emir ve prensipler getirdi Bunlardan birisi de kadının cilbab ile örtünmesini emreder
"Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle! Baş ve boyunlarını örtmek için cilbablarını üzerlerine alsınlar”
Cilbab'ın mahiyeti hakkında birkaç görüş vardır:

1- Cilbab, bütün vücudu örten uzun gömlek veya entaridir
2- Entari üzerine giyilen geniş elbisedir
3- Başı, boynu ve çevresini örten atkıdır
4- Üst tarafı göbeğe kadar örten ve rida'ı denilen örtüdür

Sibeveyhi'nin üstadı olan Halil: "Bu manalardan hangisi kasdedilirse caizdir” diyor Müslüman kadın, el ve yüzü müstesna bütün vücudunu örtmek mecburiyetindedir Bir kimse buna inanır fakat uygulamazsa günahkar olur Amma inkar ederse dinden çıkar, mürted olur İslam''n kabul etmediği te''illere baş vurup halkın inancını bozmak sapıklıktır Tesettürün dinen makbul olabilmesi için birkaç şartı vardır, onlara ri''yet etmek gerekir:

1- Elbisenin vücudu gösterecek tarzda ince,
2- Nazar-ı dikkati çekecek kadar süslü ve renkli,
3- Vücudun hatlarını gösterecek şekilde dar olmayacaktır

Bir memlekette manto giymek adet ise, dar olmamak şartıyla onu giymekte beis yoktur Çünkü İslam dini, ne erkek ne kadın için belli ve mu'ayyen bir kıyafet getirmemiştir Her memleketin kendisine has bir giyişi vardır Hatta buranın çarşafı Suriye, Irak ve Hicaz'da giyilen çarşafa benzemiyor İlla şu veya bu kıyafet lazımdır demek doğru değildir
 
Üst Alt