Sahabe hayatından...

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
sahabelerin-hayati2de2dafec6ce8116.jpg

İbn Abbâs (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mescidinde itikâfa çekilmişti.
Bir gün birisi gelerek ona selâm verdi ve yanına oturdu, ibn Abbâs (r.a.) adama:
“Ey falan seni üzgün görüyorum. Sebebi nedir?” diye sordu.
Bunun üzerine adam:
“Evet üzgünüm ey Allah Resulü (s.a.v.)’in amcasının oğlu! Falan adamın benim üzerimde velîlik hakkı vardır. Ancak şu kabir sahibinin (Hz. Peygamber (s.a.v.)’in) hürmetine yemîn ederim ki bunu ödemeye gücüm yoktur” dedi.
İbn-i Abbâs (r.a.):
“Peki, senin için onunla konuşmamı ister misin?” diye sordu.
Adam:
“İstersen bir konuş!” dedi.
İbn Abbâs (r.a.) da nalınlarını giyerek mescidden çıktı.
O kişi:
“Ey İbn Abbâs! Yoksa îtikâfta olduğunu unuttun mu?” dedi.
ibn Abbâs (r.a.) şöyle cevâb verdi:
“Hayır, unutmadım. Ancak ben aramızdan bir zaman önce ayrılan, şu kabir sahibi Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu işitmiştim:
“Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermek için çalışır ve onu giderirse bu onun için on senelik iti kaftan daha hayırlıdır.
Allâhü Te’âlâ (c.c.) kendi rızâsı için bir gün itikâfa çekilen kişiyle cehennem ateşi arasına da üç hendek koyar ki her birisinin büyüklüğü doğu ile batı arasındaki mesafe kadardır” İbn Abbâs (r.a.) bunları söylerken bir taraftan da ağlıyordu.
(M. Yûsuf KandehlevT (r.h.), Hayatü’s-Sahâbe, 2.c, 475.S.)

Hadîs-i Şerîf:
“Allah indinde en makbul amel, bir Mü’mini sevindirmek, kederini gidermek, borcunu ödemek veya karnın, doyurmaktır.”
(Beyhâki)
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Urve, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelip konuştuktan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’i dinledikten sonra şöyle dedi: ‘Ey Muhammed(s.a.v.), bana söyleyebilir misin? Eğer kavminin işini bitirir yani köklerini kazırsan, acaba Arablar arasında senden evvel aile ferdlerini ortadan kaldıran var mıdır? Eğer böyle bir şey yoksa and olsun ki ben etrafında yüzler görmüyorum (Sahabelere hakareti îmâ ederek). Ben burada karmakarışık kişiler görüyorum. Onlar her an kaçacak ve seni yalnız bırakacak gibi görünüyorlar’. Urve’nin bu sözlerini dinleyen Hz. Ebûbekir Sıddîk (r.a.), ona ‘Biz mi Resûlullâh (s.a.v)’i bırakıp kaçacağız?’ dedi. Urve ‘Bu kimdir?’ deyince kendisine onun Ebûbekir olduğu söylendi. Bunun üzerine Urve şöyle dedi: ‘Nefsimi elinde tutana yemîn ederim ki eğer daha önce bana bir iyiliğin olmamış olsaydı şimdi sana cevâb verirdim’

Urve durmadan göz ucuyla Hz. Peygamber (s.a.v)’in Sahabelerine bakıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v) onlara ne emretse hemen onu yerine getirirlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ta’zimde kusur göstermiyorlardı. Böylece Urve, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanından ayrılarak arkadaşlarına gitti ve onlara şöyle dedi: “Ey kavim! And olsun ki ben krallara; Kayser’e, Kisrâ’ya, Necâşî’ye gittim ve and olsun ki hiç birisi adamlarından, Muhammed (s.a.v.)’in ashabından gördüğü ta’zimi görmemektedir. Muhammed (s.a.v.) onlara bir emirde bulunsa derhâl onu yerine getiriyorlar. Abdest aldığı zaman abdest suyunu getirmek için nerdeyse birbirleriyle savaşacaklar. Konuştuğu zaman O (s.a.v.) katında seslerini alçaltıyorlar; ta’zim maksadıyla ona dikkatli bir şekilde de bakmıyorlar. Muhammed (s.a.v.) size doğru bir teklif sunmaktadır, onu kabul ediniz.”

(Muhammed Yûsuf Kandehlevî (r.h.), Hayâtus Sahâbe, 1.c, 135-136.s)
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Bedir savaşı öncesi zor zamanda Cebrâîl (a.s.) gelerek Kureyş ordusuyla, kervandan herhangi birisinin Müslümanlar için vaad edildiğini müjdeledi. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.) Ashâb-ı kiram (r.a.e.)’i toplayarak bir istişare meclîsi kurdu.

Resûl-i Ekrem (s.a.v): “Kureyş, Mekke’den çıkmış geliyor, ne dersiniz? Kervanın peşine mi düşmek istersiniz, yoksa Kureyş ordusuna karşı mı gitmek cihetini tercih edersiniz?” diye sordu.

Âyet-i Celîle’de işaret olunduğu üzere Ashâb (r.a.e.)’den çoğu: “Biz kervan niyetiyle çıktık, eğer böyle bir ordu ile muharebe olunacağını bilseydik daha hazırlıklı çıkardık.” diye cevâb verdiler. Ve kervan tarafına meyil gösterdiler.

Resûlullâh (s.a.v.), Ashâb (r.a.e.)’in muhalefet cevâbından hâtır-ı âlîleri kırıldı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekirve Hz. Ömer (r.a.e.) sırayla ayağa kalkarak muhacirler adına; Kureyş ordusuna karşı gidilmesi lehinde Nebî(s.a.v.)’in hatırını hoşnûd edecek sözler söylediler.

Sonra Mikdâd bin Esved (r.a.) ki ilk Müslümânlardandır, meydâna çıkıp söz alarak: “Yâ Resûlallâh (s.a.v.)! Allah (c.c.)’nun emri ne ise biz itaat eyleriz. Her hâlde seninle beraberiz. Vallahi îmar edilmiş arazinin en sonuna kadar gitseniz sizinle beraber gideriz!” dedi. Mikdâd (r.a.), müşrikler üzerine Ashâb (r.a.e.)’ni harekete da’vetle, teşvîk maksadıyla Nebî(s.a.v.)’in huzuruna gelerek: “-Yâ Resûlallâh (s.a.v.)! Biz (Hz. Muhammed (s.a.v.) ümmeti) Mûsâ (a.s.) kavminin Mûsâ Peygamber (a.s.)’a “Haydi sen ve Rabbin düşmana karşı gidip muharebe ediniz de biz burada duralım!” dedikleri gibi diyemeyiz. Lâkin biz senin sağında, solunda, önünde ve arkanda düşmanla çarpışırız!” dedi.

ibn-i Mesud (r.a.) der ki: “Resûlallâh (s.a.v.)’in Mikdâd (r.a.)’ın bu ateşli sözü üzerine yüzünün parladığını Mikdâd (r.a.)’e duâ buyurduğunu gördüm.”

(Hz. Mahmûd Sâmi Ramazânoğlu (k.s.), Bedir Gazvesi, 29-31.S.)
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Resûlullâh (s.a.v.)’in şâiri Hz. Ka’b b. Mâlik (r.a.), başlarından geçen ızdırâblı bir hâli, şöyle rivayet eder: “ihmalkâr hareketim sebebiyle Tebük Seferi’nde katılamadım. Ancak Peygamberimiz (s.a.v.) Medîne’ye dönünceye kadar da, huzursuzluk içinde bekledim. Kendilerine ne cevâb vereceğimi düşünüyor, akıl sahihlerinden fikir alıyordum. Konuşma ve ikna kabiliyetime bakarak bir ma’zeret uydurmayı bile düşündüm. Ancak doğru söylemedikçe bu sıkıntıdan kurtulamayacağımı anladım ve hakikati söylemeye karar verdim.

Resûlullâh (s.a.v.) gelince ben: Ey Allah’ın Resulü (s.a.v.)! Şu anda kurtulmak için bir yalan söylesem, Allâhü Te’âlâ, onu meydana çıkarır ve Resulü (s.a.v.) de bana gadâblanır. Meşru bir ma’zeretimin olmadığını itiraf ediyor ve afvımı istiyorum! dedim. Resûl-i Ekrem (s.a.v), halkı bizimle beraber olmaktan, görüşüp konuşmaktan men’etti. Aynı hâldeki üç kişi, evlerimize kapandık, gözyaşları dökerek tevbemizin kabulü için yalvarıp durduk. Nihayet hakkımızda inen Âyette beyan olunduğu gibi, yeryüzü bütün genişliğine rağmen bize dar geldiği, kalblerimizin kederden iyice sıkıldığı biranda Sel Dağı’ndan birinin:

Ey Ka’b! Müjde! diye bağırdığını duyar duymaz, secdeye kapandım. Büyük bir ferahlık ve huzura kavuştum. Allâhü Te’âlâ, bizim tevbemizin kabulüne dair ilâhî hükmünü, Tevbe Sûresi’nin 117 ilâ 119’uncu Âyetleri ile bildirmişti.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in emriyle, bizden yüz çeviren Müslümanlar, bu afv karşısında, haberi bir an önce bize ulaştırmak için, yarışa girmişlerdi. Allah’ın Resulü (s.a.v), verdiğim selâmıma neş’e ile karşılık verdiler. “Anandan doğduğundan beri, en hayırlı günün!” buyurdular.

Beni bu ilâhî lûtfa nail eden doğruluktan hiçbir zaman ayrılmayacağıma dâir, Allah Resulü (s.a.v.)’e söz verdim. Yalan özürde bulunup bu hususta yemîn edenlerin de, helak olup gittikleri, Tevbe Sûresi’nin 95 ve 96. Âyetlerinde beyân buyuruldu.

(K.Nişâncızâde, Seydîşehrî, A. Cevdet Paşa, İslâm Tarihi, 511 -513. s.)
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
İran Şahı Yezdicerd, Çin imparatoru’ndan İslâm ordusuna karşı yardım istedi. Çin imparatoru, İran elçisine:

“Komşu hükümdarların birbirlerine yardım ettiğini biliyorum. Yenilen bir hükümdara yardım etmek gelenektir. Sizi memleketinizden çıkaran adamların vasıflarını anlat da nasıl insanlar olduklarını öğreneyim. Çünkü onların az oldukları hâlde, sizin gibi büyük bir devleti bu şekilde perişan edip yurdundan çıkarmasında bir hikmet olsa gerek. Herhalde onların iyi, sizin ise kötü bir tarafınız vardır ki böyle oluyor” dedi. Sonra Çin imparatoru elçiye:

“Sözlerinde duruyorlar mı?” diye sordu. Elçi:

“Evet” dedi. İmparator:

“Savaşa başlamadan önce size ne teklif ediyorlar” dedi. Elçi: “Bizi üç şeyden birini seçmeye davet ediyorlardı: Ya dinlerini kabul etmeye, ya cizye vermeye, ya da savaşmaya. Dînlerine girseydik, onlardan biri gibi olacaktık. Cizye vermeyi kabul etseydik, bizi himayelerine alıp herkese karşı koruyacaklardı” dedi. İmparator:

“Liderlerine itâatları nasıldır? Diye sordu. Elçi:

“Onlar kadar liderlerine itaat eden kimse görmedim” dedi. İmparator:

“Onların dîninde neler haram, neler helâl?’ diye sordu. Elçi bunları da anlattı, imparator:

“Helâlleri haram, haramları helâl sayarlar mı?” dedi. Elçi:

“Hayır” dedi. İmparator:

“Haramlarını helâl, helâllerini haram saymadıkça hiç bir toplum helak olmaz” dedi ve iran Şahına şu mektubu yazdı: Sana, başı Merv’de sonu Çin’de olacak kadar büyük bir ordu göndermem gerekir. Böyle yapmak gerektiğini biliyorum. Ancak senin elçinin bana anlattığı kavim eğer dağları yerinden sökmek isterlerse, bunu yapabilirler. Eğer onlarla bizim aramızda siz olmasanız, böyle vasıflara sâhib oldukları müddetçe benim saltanatımı da elimden alırlar. Beni dînlersen onlarla barış ve korumaları altına girmeye razı ol. Onlar sana dokunmadıkça, sen de onlara dokunma..

(Yûsuf Kandehlevî (r.h.), Hayâtü’s-Sahâbe, 4.c. 459-460.s)
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Ümmü Sinan el-Eslemiyye (r.anhâ) anlatıyor:

“Hz. Âişe (r.anhâ)’nın evinde, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in önüne serilmiş bir yaygı gördüm. Üzeri Müslüman kadınların bu gazve için hediye etmiş oldukları eşyalarla doluydu. Bunlar arasında fildişinden ve altından yapılmış bilezikler, halhallar, küpeler ve yüzükler görülüyordu. Hâlbuki halk o sıralarda büyük bir sıkıntı içerisindeydi.

Hazret-i Bilâl (r.a.) rivayet eder: Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz, Tebük Seferi’ne hazırlık üzere idiler. Sahâbe-i Kiram (r.a.e.)’e konuşma yaptılar. “Getiren getirsin, getiren getirsin!” buyurdular. Getirilen mallar toplandıktan sonra:

“Bilâl bir de kadınlar tarafına gidelim. Kadınlardan da veren olur belki.” dediler. Beraber gittik. Onlara hitap ettiler:

“Ey kızlarım! Sizler de ne verebilirseniz verin bakalım. Verdiğinizin kat kat karşılığını, yarın cennette Rabbim size verecektir. Ben verdiklerinize şahadet edeceğim. Allah’ım ben şahidim, bunlar bana neleri varsa verdiler, diyeceğim…” buyurunca, Peygamber-i Zîşân (s.a.v.)’in yanlarına kadar geldiğini, kendilerine hitap ettiğini gören kadınlar, her şeylerini vermeye başladılar.

Eteğimi açtım. Elbisemin eteğine yüzükler, bilezikler, küpeler, kolyeler geliyordu. Kenarda, on – on iki yaşlarında bir kız çocuğu gördüm. Fakîr bir ailenin kızı olmalıydı. Bir şeyi yoktu. Annesinin küçükken kulağına taktığı küpeyi vermek için çıkarmaya çalışıyordu. Uğraştı, uğraştı açamadı. Çekti kopardı. Kan damlayarak getirdi eteğime attı. Eteğim kanlandı… O anda îmânı, kalbi, ruhu coşmuş olan yavrucak: “Resûlullâh (s.a.v.) bekliyor, herkes verir de ben nasıl bundan mahrum kalırım? Küpenin açılmaması bana mâni mi olacak!” dedi, çekti, kulağının memesini kopardı, körpe kızıl kanıyla, birer yakuta dönmüş olan küpeleri getirip verdi. (Allah (c.c.) şefaatlerine nail eylesin.)

(Alî Ulvi Kurucu (r.h.), Hâtırâlar, 1.c, 201-202.s)
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Uhud Gazâsı’nda Hz. Peygamber (s.a.v.) cenkte düştü diye Medîne’nin içinde yalan haberler yayıldı. Halk arasında öyle bir söylenti yayıldı ki bunun üzerine bağırıp çağırmalar, ağlama ve sızlanmaları göklere vardı. O anda Ensâr hâtûnlarından Sümeyrâ Hâtûn şehirden çıkıp savaş yerine gitti. Oraya vardığında kardeşinin, oğlunun ve kocasıyla atasının dördünün birden şehîd olduklarını gördü. Fakat onlarla ilgilenmedi ve:

“Resûlullâh (s.a.v.) nasıl oldu, nerededir?” diye sordu.

“ileridedir” dediler. Tâ yanına varıncaya kadar o tarafa koştu ve mübarek eteğini eline aldı ve:

“Yâ Resûlallâh (s.a.v.)! Hepsi yoluna feda olsun. Allah (c.c.)’ya çok şükür, Seni sağ salim gördüm. Şimdi artık olan musîbetlerden gam yemem, üzülmem” dedi.

Deniliyor ki Ashâb-ı Kirâm’dan Zeyd bin el-Desîne (r.a.)’i, Mekke müşrikleri tutup Harem’den dışarıya öldürmeye çıkardıkları zaman Ebû Süfyân ona:

“Ya Zeyd, Allah’ını seversen doğru söyle şimdi senin yerine Muhammed (s.a.v.) olsaydı da O’nun boynunu vursaydık ve sen ailenin yanına dönseydin sevinir miydin? dedi. Zeyd (r.a.):

“Vallahi Muhammed (s.a.v), şimdi durduğu yerde O’na bir diken batsaydı ve ben de ailemin yanında olsaydım katiyyen sevinmezdim” diye cevâb verdi. Bunun üzerine Ebû Süfyan: “Muhammed (s.a.v.)’in Sahâbeleri’nin O’nu sevdikleri kadar Âdemoğulları’ndan bir kimsenin diğer bir kimseyi sevdiğini görmedim” dedi.

“Ey Habîbim, o hicreti terk edenlere de ki: “Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, soylarınız, kazandığınız mallar, geçersiz olmasından korktuğunuz bir ticâret, hoşunuza giden meskenler, size Allah ve Resulünden ve O’nun yolunda cihâddan daha sevgili ise artık Allah’ın emri (azabı) gelinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (Tevbe s. 21)

(İmam-ı Kastalânî (r.h.), İlâhi Rahmet Hazret-i Muhammed (s.a.v.), 2.c,156-166.s)
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Birgün Hz. Alî (r.a.) hastalanmıştı. Hz. Ebûbekir (r.a.) haberdâr olarak, Hz. Ömer ve Hz. Osman (r.anhümâ)’ya şöyle dedi: “Alî, hastalanmış, onu ziyarete gidelim.” Kabul ederler beraberce Hz. Alî(r.a.)’in kapısı önüne gelirler. Hz. Alî (r.a.) onları karşılar. O esnada Hz. Alî (r.a.)’nin rahat-sızlığı hafiflemişti. Buyur eder. Öyle sevinir ki cömertliğinin denizi dalgalanır. Evine girer; temiz bir tas içinde bir kişiye yetecek kadar bal bulur. Başka ikram edecek bir şey olmadığını görür. Temiz beyaz tas, içinde bir kişilik bal, ta-sın kenarında ince siyah kıl var. ikram için önlerine getirir: Buyurun! der.

Ebûbekir Sıddîk (r.a.) der ki: Konuşmadan önce, bal-dan yemek lâyık değil. (Önce kelâm, sonra taam (yemek)!) Diğerleri: Sen bizim içimizde efendimizsin; en kerîmimiz, en azîzimizsin. İlk söz sizin! Bunun üzerine, Hz. Ebû bekir (r.a.): Dîn, beyaz tastan daha nurludur. Zikrullâh baldan daha tatlıdır. Şerîat kıldan daha incedir.

Hz. Ömer (r.a.): Cennet, tastan daha nurludur. Cennetin ni’metleri, baldan daha tatlıdır. Sırat, kıldan daha incedir.

Hz. Osman (r.a.): Kur’ân-ı Kerîm, tastan daha nurludur. Kur’ân’ı okumak, baldan daha tatlıdır. Kur’ân’ı tefsîr etmek, kıldan daha incedir.

Hz. Alî (r.a.): Misafir, tastan daha nurludur. Misafir kelâmı, baldan daha tatlıdır. Misafir kalbi, kıldan daha incedir.

Bu anlayış ve teveccühler, Kur’ân ahlâkıdır, Allâhü Te’âlâ kalblerimizi, irfan nuru ile nûrlandırsın! Enes (r.a.)’den rivayet edilmiştir. Resûlullâh (s.a.v) şöyle buyudular: “Ebûbekir’i sevmek Allah’ın afvını îcâbet ettirir. Ömer’i sevmek günâhları ortadan kaldırır. Osman’ı sevmek îmânı kuvvetlendirir. Alî’yi sevmek cehennem ateşini söndürür.” (Allah (c.c.) hepsinden râzı, olsun.)

(Hz. Mahmûd Sâmi Ramazânoğlu (k.s), Hz. Ebûbekir Sîddîk (r.a.), 71-72.s)
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Asrı saadette örnek alınacak sahabe ahlakı
Hz.EbuBekir ve Hz.Ömer bir gün tartışırlar...

Hz. Ebu Bekir niçin Hz. Ömer’den özür diledi?
Bazen en yakınlarımızla bile aramızda bazı ufak tefek anlaşmazlıklar ve tartışmalar olabilir.
Böylesi durumlarda nasıl bir tavır sergilemeliyiz? Ashâb-ı kiramın ahlâkından öğreniyoruz ki onlar, hatalarında ısrar etmez, samimiyetle özür dilemesini bilirlerdi.

Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer arasındaki tartışma nasıl sonuçlandı?

Ashâb-ı kirâm bir gün Efendimiz Hazretleri’nin huzurunda otururken Hazreti Ebû Bekir’in, elbisesinin eteklerini diz kapaklarına kadar toplayarak telaşla geldiği görüldü. Hazreti Peygamber onu öyle görünce, “Arkadaşınız herhalde biriyle tartışmış olmalı” diye yorumladı. Bunun üzerine Hazreti Ebû Bekir selâm verdi ve başından geçeni anlatmaya başladı.

Hazreti Ömer’le aralarında bir tartışma olmuş, Hz. Ömer’e karşı haddi aşıp aşırı davranmış, peşinden de özür beyanı ile affını istemişse de Hz. Ömer bundan kaçınmıştı. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, Hazreti Ebû Bekir için üç kere Allah’tan mağfiret diledi. Aslında Hazreti Ömer de bu tartışmadan pişmanlık duyarak Hazreti Ebû Bekir’in evine gitmiş, onu evde bulamayınca derhal Peygamber Efendimiz’in huzuruna gelip selâm vererek huzurdaki meclise dahil olmuştu.

Hz. Ömer, söze başlayacaktı ki Resûl-i Ekrem Efendimiz’in simasının renginin değişmeye başladığı görüldü. Bunu fark eden Hazreti Ebû Bekir, Hz. Ömer’in azarlanmasından endişe ederek iki dizi üzerine çökmüş vaziyette yemin ederek iki kere bu işte kendisinin Hz. Ömer’den daha ileri gittiğini söyledi.

ÖZÜR DİLEMESİNİ BİLİRLERDİ
Olayı görgü tanığı olarak nakleden Ebu’d-Derdâ Hazretleri’nin anlattığına göre o sırada Hazreti Peygamber orada bulunan herkese hitap ederek, Peygamberlikle görevlendirildiği ilk günlerde kimi davet ettiyse tereddüt, şüphe ve itiraz ile karşılandığını, peygamberliğinde tereddüt etmeksizin hemen inanan kişinin ise sadece Ebû Bekir olduğunu söyledi. Ardından da iki kere şöyle buyurdu: “Şimdi ashâbım! Siz bu aziz dostumu, bu nisbeti ve bu hususiyetiyle bana bırakırsınız değil mi?”
Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 5
İşte İslâm tarihçilerinin “Asr-ı saâdet ahlâkı” dediği şey budur. İşte kardeşlik ve dostluk böyle bir şeydir! İki kişi arasında bir münakaşa oluyor, bu insanlık halidir. Her zaman her yerde en yakınlar arasında bile bazı ufak-tefek anlaşmazlıklar ve tartışmalar olabilir. Ama ashâb-ı kiramın ahlâkından öğreniyoruz ki, onlar, hatalarında ısrar etmez, samimiyetle özür dilemesini bilirlerdi.

Kendilerine özür dilenen kişiler de bunu kabul ederek karşısındakilerle helâlleşirlerdi. Olayın mahiyeti itibariyle ve mizaca bağlı olarak özür dilemekte veya dilenen özrü kabulde bir gecikme olsa bile birbirlerinin iş yerlerine, evlerine koşarak kucaklaşmak ve muhabbetli günlerine dönmek için koşuşurlardı. Hazreti Ebû Bekir’in ve Hazreti Ömer’in böyle bir tartışma çevresinde yapıp ettikleri, kendi dünyasında her gün birden çok kişilerle tartışabilen bizler için ne güzel örnektir!

BİR MUHASEBE YAPALIM!
Şöyle bir düşünelim, bir muhasebe yapalım: Acaba kaç insanla kaç defa tartıştık, anlaşmazlığa düştük, üslubumuzu gereksiz yere sertleştirerek dostlarımızı üzdük de Allah’a tövbe, dostumuza da özür beyan ettik! Yoksa gücenmişlikler ve kırgınlıklar, -Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer tavrından uzak kaldığımız için- birikti, birikti de dostlarımızla muhabbetli beraberlikten uzak mı kaldık?

Niçin özür dileme faziletini içtenlikle ve zamanında yapamıyoruz? Eğer bu fazileti özümseyip davranışa dönüştüremiyorsak biz ashâb ahlâkının ve genel olarak da asr-ı saâdet ahlâkının çok gerilerinde sayılmaz mıyız?
Asr-ı saâdet’te yaşanmış olan bu olay, barış, dayanışma, muhabbet ahlâkına ne kadar da güzel bir örnektir!
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Allah ac razı olsun üstadım. Araya mesaj yazıp düzeni bozmak istemedim ama gerçekten çok güzel örnekler. Emeğinize yüreğinize sağlık
 
Üst Alt