Ayyüzlüm
Yeni Üyemiz
Sâdıklarla beraber olun!
SÂDIKLARLA BERABER OLUN!
İnsan kelimesi «üns, ünsiyet» kökü ile de irtibatlıdır. Yani ünsiyet kurmak, çevresiyle ülfetten tesirler almak, insanoğlunun özünde vardır. O hâlde kimlerle ünsiyet kuracağımıza dikkat etmek, maruz kalacağımız müspet-menfî tesirlerin şuur ve idraki içinde bulunmak zarurîdir. Çünkü bu tesirlere dikkat etmemek, kalbe kazandırılan takvâ kıvamını zaafa uğratır veya alır, götürür.
Takvâyı korumak için insanın menfî enerjilerden kalbini muhafaza edip, daima pozitif enerjiler içinde olması gerekmektedir. Çünkü kalpten kalbe akışlar vardır. Gözün bile nazar dediğimiz bir titreşimi, bir enerji nakli var. Kalbinki ise ondan çok daha fazla...
İnsan; fizikteki birleşik kaplar nazariyesinde olduğu gibi sâdıklarla beraber olduğunda sâdıklaşır, zalimlerle beraber olduğunda ise zalimleşir. Onun için sâdıklığı muhafaza ancak sâdıklarla birlikte olmak ve sâdıklarla bütünleşme neticesindedir.
Bâyezîd-i Bistâmî’ye müracaat eden bir derviş:
“–Beni Allâh’a yaklaştıracak bir amel tavsiye et.” deyince Bâyezid -kuddise sirruh-, ona şu nasihatte bulunmuştur:
“–Allâh’ın velî kullarını sev! Sev ki, onlar da seni sevsinler. Onların gönlüne girmeye çalış! Çünkü Allah, o âriflerin kalplerine her gün üç yüz altmış defa nazar eder. Onlardan birinin kalbinde senin adını görürse, seni bağışlar!..”
Sahâbîyi sahâbî yapan, onların her daim Rasûlullah Efendimiz’in sohbetinde bulunarak, O’nun mübarek gönül âleminden rûhâniyet almaları ve nebevî bir feyiz ile müzeyyen olmalarıdır. Zaten sahâbî ve sohbet kelimesi de aynı kökten gelmektedir. Aynı kökteki bu iki mânâyı kendisinde mezceden ashâb-ı kiram, fizikî ve kalbî beraberlikte Efendimiz’in rûhânî dokusundan nasipler alarak zirveler hâline gelmiş ve bu sûretle asr-ı saadetten günümüze bir faziletler medeniyeti intikal etmiştir.
Sâdıklarla beraberliğin insana neler kazandıracağına dair Sâdî Şîrâzî şöyle buyurur:
“Ashâb-ı Kehf’in köpeği, sâdıklarla beraber olduğu için büyük bir şeref kazandı. Nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e ve tarihe geçti.”
Mevlânâ Hazretleri de bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“O köpek, Ashab-ı Kehf’in dostluğunu seçtiği, onlarla beraber bulunmanın zevkine vardığı için, mağaranın kapısı önünde kıyâmete kadar çanaksız-çömleksiz, rahmet suyunu içip merhamet yemeğini yer durur.”
Ancak bu incelik kavranmaz da insan sâdıklarla beraber olmayı terk eder ve fâsıklardan uzak durmazsa, kalp körleşmeye başlar. Böyle bir güruh ve topluluktan bir tane akıllı/idrak ve basiret sahibi adam çıkmaz. Nitekim Lût -aleyhisselâm- bir peygamber olduğu hâlde kavminin o ahlâksızlığından kaynaklanan o menfî enerjiler karşısında müşkil durumda kalmış ve onların içinden kendisini anlayacak kimseler bulamamış, neticede; “…İçinizde firaset sahibi, aklı başında bir adam da mı yok!?.” (Hûd, 78) diye feryat etmiştir.
Diğer taraftan Tahrim Sûresi 10. âyette Hazret-i Nûh’un karısı ve Hazret-i Lût’un karısının o peygamberlerle değil de fâsıklarla gönül birliği içinde olmalarından dolayı cehennemlik oldukları bildirilmektedir. Yani onları, peygamber karısı olmak bile azaptan kurtaramamıştır. Görüldüğü gibi sâdıklarla beraber olan bir köpek bile Kur’ânî ifade kazanırken aksi durumda olan peygamber hanımları bile helâk olmuştur.
Bu itibarla îmanda takvâ, sâdıkların azaldığı şu âhirzamanda daha fazla ehemmiyet kazanmıştır.
Çünkü îman, âhirzamanda;
ELDE KOR TUTMAK GİBİ
(devamı var)
SÂDIKLARLA BERABER OLUN!
İnsan kelimesi «üns, ünsiyet» kökü ile de irtibatlıdır. Yani ünsiyet kurmak, çevresiyle ülfetten tesirler almak, insanoğlunun özünde vardır. O hâlde kimlerle ünsiyet kuracağımıza dikkat etmek, maruz kalacağımız müspet-menfî tesirlerin şuur ve idraki içinde bulunmak zarurîdir. Çünkü bu tesirlere dikkat etmemek, kalbe kazandırılan takvâ kıvamını zaafa uğratır veya alır, götürür.
Takvâyı korumak için insanın menfî enerjilerden kalbini muhafaza edip, daima pozitif enerjiler içinde olması gerekmektedir. Çünkü kalpten kalbe akışlar vardır. Gözün bile nazar dediğimiz bir titreşimi, bir enerji nakli var. Kalbinki ise ondan çok daha fazla...
İnsan; fizikteki birleşik kaplar nazariyesinde olduğu gibi sâdıklarla beraber olduğunda sâdıklaşır, zalimlerle beraber olduğunda ise zalimleşir. Onun için sâdıklığı muhafaza ancak sâdıklarla birlikte olmak ve sâdıklarla bütünleşme neticesindedir.
Bâyezîd-i Bistâmî’ye müracaat eden bir derviş:
“–Beni Allâh’a yaklaştıracak bir amel tavsiye et.” deyince Bâyezid -kuddise sirruh-, ona şu nasihatte bulunmuştur:
“–Allâh’ın velî kullarını sev! Sev ki, onlar da seni sevsinler. Onların gönlüne girmeye çalış! Çünkü Allah, o âriflerin kalplerine her gün üç yüz altmış defa nazar eder. Onlardan birinin kalbinde senin adını görürse, seni bağışlar!..”
Sahâbîyi sahâbî yapan, onların her daim Rasûlullah Efendimiz’in sohbetinde bulunarak, O’nun mübarek gönül âleminden rûhâniyet almaları ve nebevî bir feyiz ile müzeyyen olmalarıdır. Zaten sahâbî ve sohbet kelimesi de aynı kökten gelmektedir. Aynı kökteki bu iki mânâyı kendisinde mezceden ashâb-ı kiram, fizikî ve kalbî beraberlikte Efendimiz’in rûhânî dokusundan nasipler alarak zirveler hâline gelmiş ve bu sûretle asr-ı saadetten günümüze bir faziletler medeniyeti intikal etmiştir.
Sâdıklarla beraberliğin insana neler kazandıracağına dair Sâdî Şîrâzî şöyle buyurur:
“Ashâb-ı Kehf’in köpeği, sâdıklarla beraber olduğu için büyük bir şeref kazandı. Nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e ve tarihe geçti.”
Mevlânâ Hazretleri de bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“O köpek, Ashab-ı Kehf’in dostluğunu seçtiği, onlarla beraber bulunmanın zevkine vardığı için, mağaranın kapısı önünde kıyâmete kadar çanaksız-çömleksiz, rahmet suyunu içip merhamet yemeğini yer durur.”
Ancak bu incelik kavranmaz da insan sâdıklarla beraber olmayı terk eder ve fâsıklardan uzak durmazsa, kalp körleşmeye başlar. Böyle bir güruh ve topluluktan bir tane akıllı/idrak ve basiret sahibi adam çıkmaz. Nitekim Lût -aleyhisselâm- bir peygamber olduğu hâlde kavminin o ahlâksızlığından kaynaklanan o menfî enerjiler karşısında müşkil durumda kalmış ve onların içinden kendisini anlayacak kimseler bulamamış, neticede; “…İçinizde firaset sahibi, aklı başında bir adam da mı yok!?.” (Hûd, 78) diye feryat etmiştir.
Diğer taraftan Tahrim Sûresi 10. âyette Hazret-i Nûh’un karısı ve Hazret-i Lût’un karısının o peygamberlerle değil de fâsıklarla gönül birliği içinde olmalarından dolayı cehennemlik oldukları bildirilmektedir. Yani onları, peygamber karısı olmak bile azaptan kurtaramamıştır. Görüldüğü gibi sâdıklarla beraber olan bir köpek bile Kur’ânî ifade kazanırken aksi durumda olan peygamber hanımları bile helâk olmuştur.
Bu itibarla îmanda takvâ, sâdıkların azaldığı şu âhirzamanda daha fazla ehemmiyet kazanmıştır.
Çünkü îman, âhirzamanda;
ELDE KOR TUTMAK GİBİ
(devamı var)