Yirmi Beşinci Söz

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b457.gif
-1-

b549.gif
-2-

b550.gif

b551.gif

b552.gif

b553.gif

b554.gif

b555.gif

b556.gif

-3-



1- Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32.)
2- Ey Rabbimiz! Unutur veya hatâya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesâba çekme. (Bakara Sûresi: 286.) • Rabbim, gönlüme genişlik ver; • işimi kolaylaştır, • dilimdeki tutukluğu çöz, • tâ ki sözümü iyice anlasınlar. (Tâhâ Sûresi: 25-28.)
3- Allah'ım en efdal, en güzel, en büyük, en zâhir, en tâhir, en hoş, en iyi, en değerli, en azîz, en azîm, en şerefli, en yüksek, en pâk, en mübârek, en latîf salâvâtlarınla; en tam, en çok, en ziyâde, en yüksek, en yüce, en devamlı selâmını bir rahmet, bir rızâ, bir af, bir mağfiret olarak ihsan eyle. Bunlar, cömertlik ve kereminin bağış bulutlardan sağanak halinde artarak devam etsin, iyilik cömertliğinin nefis ve şerefli lütûflarıyla artarak büyüsün, ezeliyetinle mütenâsib olarak, hiç kesilmeden devam etsin, ebediyetine uygun olarak ardı arkası kesilmesin. Bütün bunlar, kulun, habîbin, resûlün, yaratıklarının en hayırlısı, açık ve parıldayan nur, zâhir ve kesin bürhan, uçsuz bucaksız deryâ, her tarafı kaplayan ışık, parlak güzellik, üstün şeref, şanlı kemâl olan Efendimiz Muhammed'e olsun. Bu, Senin zâtının azametiyle ona getirdiğin salâvât şeklinde olsun. Aynı şekilde onun âl ve Ashâbına da rahmet et. Bu salâvât hürmetine günahlarımızı bağışla, gönlümüze ferahlık ver, kalplerimizi temizle, ruhlarımıza rahatlık ver, sırlarımızı temizle, fikir ve düşüncelerimizi arındır, sırlarımızdaki bulanıklığı sâfîleştir, hastalıklarımıza şifâ ver, kalplerimize vurulmuş kilitleri apaçık fethinin nuruyla aç.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b557.gif

-1-


1- Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, duâ edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin. âl-i İmrân Sûresi: 8.) • Duâları ise, şu sözlerle sona erer: "Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur." (Yûnus Sûresi: 10.) âmin, âmin, âmin.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Birinci ZeylMakam itibâriyle Yirmi Beşinci Söze ilhak edilen zeyillerden Yedinci Şuânın Birinci Makâmının On Yedinci Mertebesidir.
Bu dünyada hayatın gâyesi ve hayatın hayatı İmân olduğunu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz dünya seyyahı ve kâinattan Rabbini soran yolcu, kendi kalbine dedi ki: "Aradığımız zâtın sözü ve kelâmı denilen, bu dünyada en meşhur ve en parlak ve en hâkim ve ona teslim olmayan herkese, her asırda meydan okuyan Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân nâmındaki kitaba mürâcaat edip, o ne diyor bilelim. Fakat, en evvel, bu kitap bizim Hâlıkımızın kitabı olduğunu ispat etmek lâzımdır" diye taharrîye başladı.
Bu seyyah, bu zamanda bulunduğu münâsebetiyle, en evvel mânevî İ'câz-ı Kur'âniyenin lem'aları olan Risâle-i Nur'a baktı ve onun yüz otuz risâleleri, âyât-ı Fürkâniyenin nükteleri ve ışıkları ve esaslı tefsirleri olduğunu gördü. Ve Risâle-i Nur, bu kadar muannid ve mülhid bir asırda her tarafa hakâik-ı Kur'âniyeyi mücâhidâne neşrettiği halde, karşısına kimse çıkamadığından ispat eder ki; onun üstâdı ve menbâı ve mercii ve güneşi olan Kur'ân, semâvîdir, beşer kelâmı değildir. Hattâ, Risâle-i Nur'un yüzer hüccetlerinden birtek hüccet-i Kur'âniyesi olan Yirmi Beşinci Söz ile On Dokuzuncu Mektubun âhiri, Kur'ân'ın, kırk vecihle mu'cize olduğunu öyle ispat etmiş ki, kim görmüş ise, değil tenkit ve îtiraz etmek, belki ispatlarına hayran olmuş, takdir ederek çok senâ etmiş. Kur'ân'ın vech-i i'câzını ve hak kelâmullah olduğunu ispat etmek cihetini Risâle-i Nur'a havâle ederek, yalnız, bir kısa işaretle, büyüklüğünü gösteren birkaç noktaya dikkat etti.
Birinci Nokta: Nasıl ki, Kur'ân bütün mu'cizâtıyla ve hakkâniyetine delil olan bütün hakâikıyla Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın bir mu'cizesidir; öyle de, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm da bütün mu'cizâtıyla ve delâil-i nübüvvetiyle ve kemâlât-ı ilmiyesiyle Kur'ân'ın bir mu'cizesidir ve Kur'ân kelâmullah olduğuna bir hüccet-i kâtıasıdır.
İkinci Nokta: Kur'ân, bu dünyada öyle nûrânî ve saadetli ve hakîkatli bir sûrette bir tebdil-i hayat-ı içtimâiye ile beraber, insanların hem nefislerinde, hem kalblerinde, hem ruhlarında, hem akıllarında, hem hayat-ı şahsiyelerinde hem hayat-ı içtimâiyelerinde, hem hayat-ı siyâsiyelerinde öyle bir inkılâp yapmış ve idâme etmiş ve idâre etmiş ki, on dört asır müddetinde, her dakikada altı bin altı yüz altmış altı âyetleri kemâl-i ihtiramla, hiç olmazsa yüz milyondan ziyâde insanların dilleriyle okunuyor ve insanları terbiye ve nefislerini tezkiye ve kalblerini tasfiye ediyor. Ruhlara inkişaf ve terakkî ve akıllara istikâmet ve nur ve hayata hayat ve saadet veriyor. Elbette böyle bir kitabın misli yoktur, hârikadır, fevkalâdedir, mu'cizedir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Üçüncü Nokta: Kur'ân, o asırdan tâ şimdiye kadar öyle bir belâgat göstermiş ki, Kâbe'nin duvarında altın ile yazılan en meşhur ediblerin "Muallakât-ı Seb'a" nâmiyle şöhretşiâr kasîdelerini o dereceye indirdi ki, Lebid'in kızı babasının kasîdesini Kâbe'den indirirken demiş: "âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı."
Hem, bedevî bir edip,
b558.gif
-1- âyeti okunurken, işittiği vakit secdeye kapanmış.
Ona dediler: "Sen Müslüman mı oldun?"
O dedi: "Yok, ben bu âyetin belâgatına secde ettim."
Hem, ilm-i belâgatın dâhîlerinden Abdulkâhir-i Cürcânî ve Sekkâkî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhî imamlar ve mütefennin edibler icmâ ve ittifakla karar vermişler ki, "Kur'ân'ın belâgatı, tâkat-ı beşerin fevkındedir; yetişilmez."
Hem, o zamandan beri mütemâdiyen meydan-ı muârazaya dâvet edip, mağrur ve enâniyetli ediblerin ve beliğlerin damarlarına dokundurup, gururlarını kıracak bir tarzda der: "Ya birtek sûrenin mislini getiriniz, veyahut dünyada ve âhirette helâket ve zilleti kabul ediniz" diye îlân ettiği halde, o asrın muannid beliğleri birtek sûrenin mislini getirmekle kısa bir yol olan muârazayı bırakıp, uzun olan, can ve mallarını tehlikeye atan muharebe yolunu ihtiyâr etmeleri ispat eder ki, o kısa yolda gitmek mümkün değildir.
Hem, Kur'ân'ın dostları Kur'ân'a benzemek ve taklit etmek şevkiyle ve düşmanları dahi Kur'ân'a mukâbele ve tenkit etmek sevkiyle o vakitten beri yazdıkları ve yazılan ve telâhuk-u efkâr ile terakkî eden milyonlarla Arabî kitaplar ortada geziyor. Hiçbirisi ona yetişemediğini, hattâ en âmî adam dahi dinlese, elbette diyecek: "Bu Kur'ân, bunlara benzemez ve onların mertebesinde değil. Ya onların altında veya umûmunun fevkınde olacak." Umumunun altında olduğunu, dünyada hiçbir fert, hiçbir kâfir, hattâ hiçbir ahmak diyemez.
Demek, mertebe-i belâgatı umûmun fevkındedir. Hattâ bir adam,
b559.gif
-2- âyetini okudu, dedi: "Bunun hârika telâkkî edilen belâgatını göremiyorum."
Ona denildi: "Sen dahi bu seyyah gibi o zamana git, orada dinle."


1- Artık emrolunduğun şeyi kafalarını çatlatırcasına ısrarla anlat. (Hicr Sûresi: 94.)
2- Göklerde ve yerde ne varsa, Allah'ı tesbih eder. (Hadîd Sûresi: 1.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
O da, kendini Kur'ân'dan evvel orada tahayyül ederken gördü ki, mevcudât-ı âlem perişan, karanlıklı, câmid ve şuursuz ve vazifesiz olarak, hâlî, hadsiz, hudutsuz bir fezâda, kararsız, fânî bir dünyada bulunuyorlar. Birden, Kur'ân'ın lisânından bu âyeti dinlerken gördü: Bu âyet, kâinat üstünde, dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ve ışıklandırdı ki, bu ezelî nutuk ve sermedî ferman, asırlar sıralarında dizilen zîşuurlara ders verip gösteriyor ki; bu kâinat, bir câmi-i kebîr hükmünde başta semâvât ve arz olarak umum mahlûkât, hayattarâne zikir ve tesbihte ve vazifeler başında cûş u huruşla mesudâne ve memnunâne bir vaziyette bulunuyor, diye müşâhede etti. Ve bu âyetin derece-i belâgatını zevk ederek, sâir âyetleri buna kıyasla, Kur'ân'ın zemzeme-i belâgatı arzın nısfını ve nev-i beşerin humsunu istilâ ederek, haşmet-i saltanatı kemâl-i ihtiramla on dört asır bilâfâsıla idâme ettiğinin binler hikmetlerinden bir hikmetini anladı.
Dördüncü Nokta: Kur'ân öyle hakîkatli bir halâvet göstermiş ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur'ân'ı tilâvet edenler için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilâveti halâvetini ziyâdeleştirdiği, eski zamandan beri herkesçe müsellem olup, darb-ı mesel hükmüne geçmiş.
Hem, öyle bir tazelik ve gençlik ve şebâbet ve garâbet göstermiş ki, on dört asır yaşadığı ve herkesin eline kolayca girdiği halde, şimdi nâzil olmuş gibi tazeliğini muhâfaza ediyor. Her asır, kendine hitap ediyor gibi bir gençlikte görmüş; her tâife-i ilmiye ondan her vakit istifâde etmek için kesretle ve mebzûliyetle yanlarında bulundurdukları ve üslup-u ifâdesine ittibâ ve iktidâ ettikleri halde, o üslûbundaki ve tarz-ı beyânındaki garâbetini aynen muhâfaza ediyor.
Beşinci Nokta: Kur'ân'ın bir cenahı mâzide, bir cenahı müstakbelde, kökü ve bir kanadı eski peygamberlerin ittifaklı hakîkatleri olduğu ve bu onları tasdik ve teyid ettiği ve onlar dahi tevâfukun lisân-ı hâliyle bunu tasdik ettikleri gibi; öyle de, evliyâ ve asfiyâ gibi ondan hayat alan semereleri, hayattar tekemmülleriyle şecere-i mübârekelerinin hayattar, feyizdar ve hakîkatmedâr olduğuna delâlet eden ve ikinci kanadının himâyesi altında yetişen ve yaşayan velâyetin bütün hak tarîkatleri ve İslâmiyetin bütün hakîkatli ilimleri, Kur'ân'ın ayn-ı hak ve mecmâ-ı hakâik ve câmiiyette misilsiz bir hârika olduğuna şehâdet eder.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Altıncı Nokta: Kur'ân'ın altı ciheti nurânîdir, sıdk ve hakkâniyetini gösterir. Evet, altında hüccet ve bürhan direkleri; üstünde sikke-i i'câz lem'aları; önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn hediyeleri; ve arkasında nokta-i istinadı vahy-i semâvî hakikatleri; sağında hadsiz ukûl-ü müstakîmenin deliller ile tasdikleri; solunda selîm kalblerin ve temiz vicdanların ciddî itminânları ve samîmi incizabları ve teslimleri, Kur'ân'ın fevkalâde hârika, metîn, hücum edilmez bir kal'a-i semâviye-i arzıye olduğunu ispat ettikleri gibi; altı makamdan dahi, onun ayn-ı hak ve sâdık olduğuna ve beşerin kelâmı olmadığını, ve yanlışı bulunmadığını imza eden, başta bu kâinatta dâimâ güzelliği izhâr, iyiliği ve doğruluğu himâye ve sahtekârları ve müfterileri imhâ ve izâle etmek âdetini bir düstur-u faaliyet ittihaz eden bu kâinatın Mutasarrıfı, o Kur'ân'a âlemde en makbul, en yüksek, en hâkimâne bir makam-ı hürmet ve bir mertebe-i muvaffakıyet vermesiyle, onu tasdik ve imza ettiği gibi; İslâmiyetin menbaı ve Kur'ân'ın tercümanı olan Zâtın (a.s.m.) herkesten ziyâde ona îtikad ve ihtirâmı ve nüzûlü zamanında uyku gibi bir vaziyet-i nâimânede bulunması ve sâir kelâmları ona yetişememesi ve bir derece benzememesi ve ümmiyetiyle beraber gitmiş ve gelecek hakîki hâdisât-ı kevniyeyi gaybiyâne, Kur'ân ile tereddütsüz ve itminân ile beyân etmesi ve çok dikkatli gözlerin nazarı altında hiçbir hile, hiçbir yanlış vaziyeti görülmeyen o tercümanın bütün kuvvetiyle Kur'ân'ın herbir hükmüne îman edip tasdik etmesi ve hiçbir şey onu sarsmaması, Kur'ân semâvî, hakkâniyetli ve kendi Hâlık-ı Rahîminin mübârek kelâmı olduğunu imza ediyor.
Hem, nev-i insanın humsu, belki kısm-ı âzamı göz önündeki o Kur'ân'a müncezibâne ve dindarâne irtibatı ve hakîkatperestâne ve müştakâne kulak vermesi ve çok emârelerin ve vâkıaların ve keşfiyâtın şehâdetiyle cin ve melek ve rûhânîler dahi, tilâveti vaktinde, pervâne gibi, etrâfında hakperestâne toplanmaları, Kur'ân'ın kâinatça makbuliyetine ve en yüksek bir makamda bulunduğuna bir imzadır.
Hem, nev-i beşerin umum tabakaları, en gabî ve âmîden tut, tâ en zekî ve âlime kadar herbirisi Kur'ân'ın dersinden tam hisse almaları ve en derin hakîkatleri fehmetmeleri ve yüzer fen ve ulûm-u İslâmiyenin ve bilhassa Şeriat-ı Kübrânın büyük müçtehidleri ve usûlü'd-din ve ilm-i kelâmın dâhî muhakkikleri gibi her tâife kendi ilmine âit bütün hâcâtını ve cevaplarını Kur'ân'dan istihrâc etmeleri, Kur'ân'ının menbâ-ı hak ve mâden-i hakîkat olduğuna bir imzadır.
Hem, edebiyatça en ileri bulunan Arap edibleri-şimdiye kadar Müslüman olmayanlar-muârazaya pekçok muhtaç oldukları halde, Kur'ân'ın i'câzından yedi büyük vechi varken, yalnız birtek vechi olan belâgatının-tek bir sûresinin-mislini getirmekten istinkâfları ve şimdiye kadar gelen ve muâraza ile şöhret kazanmak isteyen meşhur beliğlerin ve dâhî âlimlerin onun hiçbir vech-i i'câzına karşı çıkamamaları ve âcizâne sükût etmeleri, Kur'ân mu'cize ve tâkat-ı beşerin fevkınde olduğuna bir imzadır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Evet, bir kelâm, "Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne için?" denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgatı tezâhür etmesi noktasından, Kur'ân'ın misli olamaz ve ona yetişilemez. Çünkü, Kur'ân bütün âlemlerin Rabbi ve bütün kâinatın Hâlıkının hitâbı ve konuşması ve hiçbir cihette taklidi ve tasannûu ihsâs edecek hiçbir emâre bulunmayan bir mükâlemesi ve bütün insanların, belki bütün mahlûkâtın nâmına mebus ve nev-i beşerin en meşhur ve nâmdar muhâtabı bulunan ve o muhâtabın kuvvet ve vüs'at-i îmânı koca İslâmiyeti tereşşuh edip, sahibini Kâb-ı Kavseyn makamına çıkararak, muhâtab-ı Samedâniyeye mazhariyetle nüzûl eden ve saadet-i dâreyne dâir ve hilkat-i kâinatın neticelerine ve ondaki Rabbânî maksatlara âit mesâili ve o muhâtabın bütün hakâik-ı İslâmiyeyi taşıyan en yüksek ve en geniş olan îmânını beyân ve izah eden ve koca kâinatı, bir harita, bir saat, bir hâne gibi her tarafını gösterip, çevirip onları yapan sanatkârı tavrıyla ifâde ve tâlim eden Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın elbette mislini getirmek mümkün değildir ve derece-i i'câzına yetişilmez.
Hem, Kur'ân'ı tefsir eden ve bir kısmı otuz kırk, hattâ yetmiş cild olarak birer tefsir yazan yüksek zekâlı müdakkik binler mütefennin ulemânın senetleri ve delilleriyle beyân ettikleri Kur'ân'daki hadsiz meziyetleri ve nükteleri ve hâsiyetleri ve sırları ve âlî mânâları ve umûr-u gaybiyenin her nevinden kesretli gaybî ihbarları izhâr ve ispat etmeleri ve bilhassa Risâle-i Nur'un yüz otuz kitabının herbiri Kur'ân'ın bir meziyetini, bir nüktesini katî bürhanlarla ispat etmesi ve bilhassa Mu'cizât-ı Kur'âniye Risâlesi şimendifer ve tayyâre gibi medeniyetin hârikalarından çok şeyleri Kur'ân'dan istihrâc eden Yirminci Sözün İkinci Makamı ve Risâle-i Nur'a ve elektriğe işaret eden âyetlerin işârâtını bildiren "İşârât-ı Kur'âniye" nâmındaki Birinci Şuâ ve hurûf-u Kur'âniye ne kadar muntazam ve esrarlı ve mânâlı olduğunu gösteren "Rumuzât-ı Semâniye" nâmındaki sekiz küçük risâleler ve Sûre-i Fethin âhirki âyeti, beş vecihle ihbar-ı gaybî cihetinde mu'cizeliğini ispat eden küçük bir risâle gibi, Risâle-i Nur'un herbir cüz'ü Kur'ân'ın bir hakikatini, bir nurunu izhâr etmesi, Kur'ân'ın misli olmadığına ve mu'cize ve hârika olduğuna ve bu âlem-i şehâdette âlem-i gaybın lisânı ve bir Allâmü'l-Guyûbun kelâmı bulunduğuna bir imzadır.
İşte, altı noktada ve altı cihette ve altı makamda işaret edilen Kur'ân'ın mezkûr meziyetleri ve hâsiyetleri içindir ki, haşmetli hâkimiyet-i nûrâniyesi ve azametli saltanat-ı kudsiyesi, asırların yüzlerini ışıklandırarak, zemin yüzünü dahi bin üç yüz sene tenvir ederek kemâl-i ihtiramla devam etmesi, hem o hâsiyetleri içindir ki, Kur'ân'ın herbir harfi, hiç olmazsa on sevâbı ve on haseneyi ve on meyve-i bâkî vermesi, hattâ bir kısım âyâtın ve sûrelerin herbir harfi, yüz ve bin ve daha ziyâde meyve vermesi ve mübârek vakitlerde herbir harfin nûru ve sevâbı ve kıymeti ondan yüzlere çıkması gibi kudsî imtiyazları kazanmış, diye dünya seyyahı anladı ve kalbine dedi:
"İşte, böyle her cihetle mu'cizâtlı bu Kur'ân, sûrelerinin icmâıyla ve âyâtının ittifâkıyla ve esrar ve envârının tevâfukuyla ve semerât ve âsârının tetâbukuyla, birtek Vâcibü'l-Vücudun vücuduna ve vahdetine ve sıfâtına ve esmâsına, delillerle ispat sûretinde öyle şehâdet etmiş ki, bütün ehl-i îmânın hadsiz şehâdetleri onun şehâdetinden tereşşuh etmişler."
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte, bu yolcunun Kur'ân'dan aldığı ders-i tevhid ve îmâna kısa bir işaret olarak, Birinci Makâmın On Yedinci Mertebesinde böyle,

b560.gif

denilmiştir.



Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vâcibü'l-Vücud ve Vâhidü'l-Ehaddir ki, Onun vücûb-u vücuduna ve vahdetine melek, ins ve cin tâifelerinin makbul ve mergûbu olan ve bütün âyetleri her dakika kemâl-i ihtiram ile nev-i insanın yüz milyonlarcasının dilleriyle okunan, kudsî saltanâtı asırlar ve devirler boyunca arzın ve kâinatın her tarafında devam eden, mânevî ve nûrânî hâkimiyeti on dört asırdır dünyanın yarısında ve insanlığın beşte biri üzerinde kemâl-i ihtişam ile cereyan eden Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân delâlet eder. Ve kezâ, o kelâm-ı İlâhî, kudsî ve semâvî sûrelerinin icmâı, nûrânî ve İlâhî âyetlerinin ittifakı, esrar ve envârının tevâfuku, hakîkatlerinin, semerelerinin ve eserlerinin tetâbuku ile, Allah'ın vücûb-u vücuduna ve vahdetine bil müşâhede ve'l-ayân şehâdet edip, ispat eder.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ON BİRİNCİ ŞUA OLAN
MEYVE RİSALESİ'NİN ONUNCU MESELE
Emirdağ Çiçeği
Kur'an'da olan tekrarata gelen itirazlara karşı gayet kuvvetli bir cevaptır
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Gerçi bu Mesele, perişan vaziyetimden müşevveş ve letafetsiz olmuş. Fakat o müşevveş ibare altında çok kıymetli bir nevi i'câzı katî bildim. Maatteessüf ifadeye muktedir olamadım. Her ne kadar ibaresi sönük olsa da, Kur'ân'a ait olmak cihetiyle, hem ibadeti tefekküriye, hem kudsî, yüksek, parlak bir cevherin sedefidir. Yırtık libasına değil, elindeki elmasa bakılsın. Eğer münasipse 'Onuncu Mesele' yapınız. Değilse, sizin tebrik mektuplarınıza mukabil bir mektup kabul ediniz. Hem bunu gayet hasta ve perişan ve gıdasız, bir iki gün Ramazan'da mecburiyetle, gayet mücmel ve kısa ve bir cümlede pek çok hakikatleri ve müteaddit hüccetleri derc ederek yazdım. Kusura bakılmasın. Haşiye
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Ramazan-ı Şerifte Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânı okurken, Risale-i Nur'a işaretleri Birinci Şuada beyan olunan otuz üç âyetten hangisi gelse bakıyorum ki, o âyetin sayfası ve yaprağı ve kıssası dahi Risale-i Nur'a ve şakirtlerine, kıssadan hisse almak noktasında bir derece bakıyor. Hususan Sûre-i Nur'dan âyâtü'n-nur, on parmakla Risale-i Nur'a baktığı gibi, arkasındaki âyât-ı zulümat dahi muarızlarına tam bakıyor ve ziyade hisse veriyor. Adeta o makam, cüz'iyetten çıkıp külliyet kesb eder. Ve bu asırda o külliyetin tam bir ferdi Risale-i Nur ve şakirtleridir diye hissettim.
Evet, Kur'ân'ın hitabı, evvelâ Mütekellim-i Ezelînin rububiyet-i âmmesinin geniş makamından, hem nev-i beşer, belki kâinat namına muhatap olan zâtın geniş makamından, hem umum nev-i beşer ve benî âdemin bütün asırlarda irşadlarının gayet vüs'atli makamından, hem dünya ve âhiretin, arz ve semavatın, ezel ve ebedin ve Hâlık-ı Kâinatın rububiyetine ve bütün mahlûkatın tedbirine dair kavânin-i İlâhiyenin gayet yüksek ihatalı beyanatının makamından aldığı vüs'at ve ulviyet ve ihâta cihetiyle, o hitap öyle bir yüksek i'câzı ve şümûlü gösterir ki, ders-i Kur'ân'ın, muhataplarından en kesretli taife olan tabaka-i avâmın basit fehimlerini okşayan zâhirî ve basit mertebesi dahi, en ulvî tabakayı da tam hissedar eder.


Haşiye: Denizli Hapsinin meyvesine Onuncu Mesele olarak Emirdağının ve bu Ramazan-ı Şerifin nurlu bir küçük çiçeğidir. Tekrarat-ı Kur'âniyenin bir hikmetini beyanla ehl-i dalâletin ufûnetli ve zehirli evhamlarını izale eder.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Güya kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tarihiyeden bir ibret değil, belki bir küllî düsturun efradı olarak her asırda ve her tabakaya hitap ederek taze nazil oluyor. Ve bilhassa çok tekrarla
b561.gif
-1- deyip tehditleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i semâviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine, kavm-i Ad ve Semûd ve Fir'avun un başlarına gelen azaplarla baktırıyor. Ve mazlum ehl-i imana, İbrahim ve Mûsâ Aleyhimesselâm gibi enbiyanın necatlarıyla tesellî veriyor.
Evet, nazar-ı gaflet ve dalâlette vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve elîm ve mahvolmuş bir mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar, canlı birer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayattar bir acip âlem ve mevcut ve bizimle münasebetdar bir memleket-i Rabbâniye sûretinde, sinema perdeleri gibi kâh bizi o zamanlara, kâh o zamanları yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek bir i'câz ile dersini veren Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan, aynı i'câz ile, nazar-ı dalâlette câmid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan ve firak ve zevalde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedânî, bir şehr-i Rahmânî, bir meşher-i sun'-i Rabbânî olarak o câmidâtı canlandırıp birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev-i beşere ve cin ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren bu Kur'ân-ı Azîmüşşanın elbette her harfinde on ve yüz ve bazen bin ve binler sevap bulunması; ve bütün cin ve ins toplansa onun mislini getirememesi; ve bütün benî âdemle ve kâinatla tam yerinde konuşması; ve her zaman milyonlar hâfızların kalblerinde zevkle yazılması; ve çok tekrarla ve kesretli tekraratıyla usandırmaması; ve çok iltibas yerleri ve cümleleriyle beraber çocukların nazik ve basit kafalarında mükemmel yerleşmesi; ve hastaların ve az sözden müteessir olan ve sekeratta olanların kulağında mâ-i zemzem misilli hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazları kazanır. Ve iki cihanın saadetlerini kendi şakirtlerine kazandırır.
Ve tercümanın ümmiyet mertebesini tam riayet etmek sırrıyla, hiçbir tekellüf ve hiçbir tasannu ve hiçbir gösterişe meydan vermeden selâset-i fıtriyesini ve doğrudan doğruya semadan gelmesini ve en kesretli olan tabakat-ı avâmın basit fehimlerini tenezzülât-ı kelâmiye ile okşamak hikmetiyle, en ziyade sema ve arz gibi en zâhir ve bedihî sayfalarını açıp o âdiyat altındaki hârikulâde mu'cizât-ı kudretini ve mânidar sutûr-u hikmetini ders vermekle lûtf-u irşadda güzel bir i'caz gösterir.


1- Zâlimler! • Zâlimler!..
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt