3- I–Eshâb-ı kirâm

MURATS44

Özel Üye
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki, (Eshâbımı seven, beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur). O hâlde Ehl-i beyt sevilmez mi? Eshâb-ı kirâmın hepsi birbirlerini severlerdi ve Ehl-i beyti severlerdi. Ehl-i sünnet, Ehl-i beytin sevgisini îmânın parçası bilmişdir. Son nefesde îmân ile gitmeği bu sevginin kuvvetine bağlı kılmışdır.
(Mir’ât-ı kâinât) kitâbının [327]. sahîfesinde diyor ki: Âlimlerimiz, Eshâb-ı kirâmı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” üç kısma ayırmışdır: Birinci kısm, (Muhâcirîn) olup, Mekke alınıncaya kadar, Mekkeden veyâ başka yerlerden Medîne-i münevvereye hicret eden müslimânlardır. Talha ile Zübeyr “radıyallahü anhümâ”, Muhâcirînin büyüklerindendir.
İkinci kısm, (Ensâr-ı kirâm) olup, bunlar, Medîne şehrinde ve etrâfında bulunan müslimânlardır ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize yardım etdikleri için, Ensâr ismi ile şereflenmişlerdir. (Hâlid ibni Zeyd ebâ Eyyûb-el Ensârî) “radıyallahü anh” Ensârın büyüklerindendir. İmâm-ı Tirmüzînin bildirdiği bir hadîs-i şerîfde, (Kıyâmet günü eshâbımdan herbiri, kabrlerinden kalkarken, vefât etdiği memleketin bütün mü’minlerinin önlerine düşerek ve onlara nûr ve ışık saçarak Arasât meydânına götürür) buyurulmuşdur. Bunun için, İstanbuldaki bütün mü’minler, hazret-i Hâlidin “radıyallahü anh” arkasında ve Onun ziyâsı altında, haşra geleceklerdir.
Üçüncü kısm, Mekke alındığı zemân ve dahâ sonra, burada ve başka yerlerde îmâna gelenlerdir ki, bunlar Muhâcir ve Ensâr değildir. Fekat sahâbîdirler. Mu’âviye ve Amr ibni Âs “radıyallahü anhümâ”, bu sahâbîlerin büyüklerindendirler.
İmâm-ı Vâkıdî diyor ki, Eshâb-ı kirâmdan Kûfe (bugünkü Necef) şehrinde en son vefât eden, Abdüllah ibni Ebî Evfâdır. Şâmda son vefât eden, Abdüllah bin Yesrdir. Medîne-i münevverede son vefât eden, Sehl bin Sa’ddir. Doksanbeş yaşında vefât etdi. Basrada son vefât eden, Enes bin Mâlikdir. Mekke-i mükerremede son vefât eden Ebuttufeyl Âmirdir ki, hepsinden sonra, hicretin yüzüncü yılında vefât eden budur.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” birkaç yakın akrabâsından başka Eshâb-ı kirâmın hepsi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” yaşça Resûlullahdan küçük idiler. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbının adedi, iyi bilinmiyor ise de, Mekkeye on bin kişi ile ve Tebük gazâsına yetmiş bin kişi ile ve vedâ haccına doksanbin kişi ile gitmişdi. Vefâtları zemânında, yüzyirmidörtbinden ziyâde Sahâbe hayâtda idi.
 

MURATS44

Özel Üye
Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” fazîletlerini, kıymetlerini doğru anlatan kitâblar ve târîhler çokdur. Şeyh İzzeddîn Alînin “rahime-hullahü teâlâ” iki cild (Üsüd-ül-gâbe) kitâbı yedibinbeşyüz Sahâbînin hâl tercemelerini bildirmekdedir ve Avrupa dillerine de çevrilmişdir. İslâm târîhleri arasında doğru olan Vâkıdînin ve İbn-i Haldunun ve ibni Hillikânın “rahime-hümullahü teâlâ” târîhleridir. Bunlarda, Sahâbe-i kirâm hakkında dîne ve edebe muhâlif bir şey yazılı değildir. Almanca “Meyers Lexikon” teknik lügât kitâbının birinci cildi 478. sahîfesinde islâm medeniyyetinin ehemiyyetini hayranlıkla anlatırken diyor ki: (Gazveleri yazan Vâkıdînin târîhi 1882 de Welhausan tarafından Almancaya terceme edilmişdir. Vâkıdînin talebesinden İbni Sa’d, Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Eshâbının “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hayâtını yazmışdır. Kitâbı dokuz cild olup, Sachau tarafından 1921 de terceme edilmişdir. İbni Haldun târîhi yedi cild olup, 1858 de Qutemere tarafından terceme edilmişdir). Meyers Lexikon, 1936 baskısında, 478. ci sahîfesinden başlıyarak ve ayrıca İslâm kelimesinde yazdıklarının tercemesi, seyyid Abdülhakîm Efendiye “kuddise sirruh” okunup, takdîr etmişlerdir.
Sahâbe-i kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” arasındaki muhârebeleri anlatan türkçe târîhlerin çoğu Abbâsîler zemânında, onların arzûlarına göre yazılan târîhlerden terceme edilmişdir. Bunların, hazret-i Âişe, Mu’âviye, Talha, Zübeyr ve sâir Sahâbe-i kirâmı “rıdvânullahi aleyhim” kusûrlu göstermeleri, bundan ileri geliyor. Emevîlerden ve Abbâsîlerden sonra gelen islâm hükûmetlerinin hiçbiri ve bilhâssa Türkler, Ehl-i sünnet i’tikâdını bozmağa, değişdirmeğe çalışmamışlardır. Bu sâyede, bu i’tikâd, şimdiye kadar sâlim kalmışdır.
İbni Hacer-i Mekkî “rahime-hullahü teâlâ”, kitâbının başında diyor ki: Ey kalbi Allahü teâlânın sevgisi ile ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sevgisi ile dolu olan müslimân! Birinci vazîfen Peygamberimizin “aleyhissalâtü vesselâm” Eshâb-ı kirâmının sevgisini, Ehl-i beyt-i nebevînin sevgisi ile kalbinde cem’etmekdir. Ehl-i beyti, Resûlullahın evlâdı oldukları için sevdiğimiz gibi, diğerlerini de, Onun Eshâbı oldukları için sevmeliyiz! Çünki, Eshâb-ı kirâmın nâil oldukları şeref pek yüksekdir. O şerefe başkaları kavuşamaz. O şerefden birisi, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek nazarları onlara işlemiş ve hepsine ma’nevî imdâd ile yardım etmişdir. Bu hâssa, bunlardan başkasında bulunmuyor.
 

MURATS44

Özel Üye
Bunların kemâlâtına, geniş ilmlerine, Peygamber efendimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” aldıkları hakîkat mîrâsına, sonra gelenlerden hiç biri kavuşamamışlardır. Her müslimânın bunların hepsini âdil, sâlih ve velî ve âlim ve müctehid bilmesi lâzımdır. Kendilerinden bir hatâ çıksa da cenâb-ı Hak hepsini afv ve mağfiret ile müjdelemişdir. Kur’ân-ı kerîmde meâlen, (Allah “celle celâlüh” Onların hepsinden râzıdır. Onlar da, Allahü teâlâdan râzıdırlar) buyurmuşdur. Sahâbe-i kirâmdan birini kusûrlu bilmek ve kötülemek, bu âyet-i kerîmeye inanmamak olur. Şübhe yokdur ki, hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” Sahâbe-i kirâmın neseb i’tibâriyle büyüklerindendir. Aleyhissalâtü vesselâm efendimize neseb ile ve nikâh ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, Onun hilm ve sehâsını medh ve senâ buyurmuşdur. Onda islâmiyyet, sohbet, neseb, nikâhla akrabâlık şerefleri toplanmışdır ki, bunların her biri, Cennetde Resûlullahın yanında bulunmağa sebeb olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilm ve halîfelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safâ ve sıdkı ve salâhı ve îmânı ve iz’ânı olan kimse için artık bu husûsda fazla anlatmağa lüzûm kalmaz.
İmâm-ı Rabbânî, Ahmed Fârûkî Serhendî “rahime-hullahü teâlâ” (Mektûbât) kitâbının ikinci cild, otuzaltıncı mektûbunda buyuruyor ki: Ehl-i sünnet alâmetlerinden biri, şeyhaynın, ya’nî Ebû Bekr-i Sıddîk ile Ömer-ül Fârûkun “radıyallahü teâlâ anhümâ” en üstün olduklarına inanmak ve iki dâmâdı, ya’nî Osmân ile Alîyi “radıyallahü anhümâ” sevmekdir. Şeyhaynın dahâ yüksek olduğunu, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’în-i izâmın hepsi sözbirliği ile söylemişlerdir. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek yüzünü görmekle şereflenmiyen, fekat bir veyâ birkaç sahâbîyi görmek nasîb olanlara (Tâbi’în) denir. Bunlar Sahâbe-i kirâmı görmek sâyesinde, bu dînin büyükleri olmuşlardır. Eshâbın ve Tâbi’înin bu sözlerini âlimlerimiz bizlere bildirmişlerdir. Meselâ, Şâfi’î mezhebinin reîsi olan, Muhammed bin İdrîs Şâfi’î ve Ehl-i sünnet imâmlarımızın biri olan Ebül Hasen Alî Eş’arî diyorlar ki, Ebû Bekr ile Ömerin “radıyallahü anhümâ”, bütün Eshâbdan dahâ üstün oldukları kat’îdir, muhakkakdır. Alî “radıyallahü anh” halîfe iken, büyük bir kalabalık karşısında dedi ki: (Bu ümmetin en üstünü, Ebû Bekr ile Ömerdir).
İmâm-ı Muhammed Zehebî “rahime-hullahü teâlâ” oniki cildlik târîhinde yazıyor ve dîn-i islâmın temelini teşkil eden ve en doğru hadîs kitâbı olan Buhâriyyi şerîfin sâhibi Muhammed bin İsmâ’îl Buhârî “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki, Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Peygamber efendimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” sonra, bu ümmetin en iyisi Ebû Bekrdir “radıyallahü teâlâ anh”.
 

MURATS44

Özel Üye
Ondan sonra da Ömerdir ve dahâ sonra başkasıdır). Oğlu Muhammed ibni Hanefiyye, o da sensin! dedikde, (Ben müslimânlardan birisiyim) buyurmuşdur.
Ebû Bekr ile Ömerin “radıyallahü anhümâ” üstünlüğünü bildiren haberler o kadar çokdur ki, su götürmez bir hakîkat hâlini almışdır. Buna inanmamak, güneşin varlığına inanmamak gibidir. Bunlar da, yâ çok câhiller veyâ körler ve abdallardır. Şî’îlerin büyük âlimlerinden olan Abdürrezzâk bunu inkâra sebeb bulamıyarak, Şeyhaynın üstünlüğünü söylemişdir. İmâm-ı Rabbânî yine buyuruyor ki:
İmâm-ı Ömerin “radıyallahü anh” hilâfeti zemânı olan on sene ile imâm-ı Osmânın “radıyallahü anh” oniki senesinden ilk altısı, refâh ve istirâhatla geçerek, islâm memleketlerinin hepsinde ahkâm-ı islâmiyye ve merâsim-i dîniyye kemâlîle icrâ edilmekle berâber, islâm dünyâsı çok genişlemişdi. Hattâ, bütün Arabistân ve Afrikanın büyük bir kısmı, islâm memleketinin bir parçası olmuş, Trablusgarb, Fîzân, Bingâzî, Tunus, Cezâyir, Fas, Mirâkeş, Dimyat, Zeyyad, Aden, San’â, Asîr, Bahreyn, Hadremut, Katif, Necd, bütün Irak, Hindistân ve Sind, Çin, Semerkand, Hîve, Buhârâ ve Türkistân, Îrân, Kafkasya İslâmın idâresi altına girerek, İslâm sancağı, İstanbul surlarının önüne kadar götürülmüşdü. Feth edilen memleketlerin ehâlisi de, seve seve müslimân olmakla şereflendiklerinden islâm nüfûsu pek artmış, milyonları aşmışdı. Bu kadar genişlik ve çokluk sebebiyle fikrlerde ayrılık çoğalmış, düşünüş tarzları, idrâk şeklleri arasında ayrılık baş göstermişdi. Müslimân şekline giren îmânsızların körüklemesi ile halîfeye karşı çıkan isyân yüzünden, Osmân “radıyallahü anh”ın hilâfetinin son altı senesi karışık ve gürültülü geçdi. Kendisi, halîm, yumuşak tabî’atlı olduğundan bu karışıklık, ne yazık ki, vaktinde teskîn edilemiyerek, âsîlerden onüçbin kişi Medîne-i münevvere şehrini sarmağa kadar ileri gidip, halîfeye, hilâfetden çekilmesini teklîf etmişlerdi. İmâm-ı Osmân “radıyallahü anh” ise, (Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” bana giydirdiği elbiseyi, elimle çıkarmam) buyurdu ki, Sahâbe-i kirâmın hepsinin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ve Tâbi’în-i kirâmın ictihâdları da böyle idi. Fekat, âsîler iknâ edilemedi. Hicretin otuzbeşinci senesinde, Zilhiccenin onsekizinci günü, çok feci’ şehâdet vak’ası meydâna geldi. Ba’zı kimseler, her sene o gün bayram yapıyorlar. Ondan sonra, imâm-ı Alî “radıyallahü anh” bütün müslimânların re’y ve arzûsu ile, hakkıyle halîfe oldu.
Bu iki halîfe zemânında, böyle geçimsizlik, râhatsızlık ve bu geniş memleketler ehâlisi arasında düşmanlık baş gösterdiğinden, bu iki dâmâdı sevmek, Ehl-i sünnetin alâmeti oldu.
 

MURATS44

Özel Üye
Böylece, câhillerin, Eshâb-ı kirâma “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” bu yoldan saygısızlık göstermelerine, ip ucu bırakılmadı. O hâlde Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Cennet ile müjdelediği (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) fırkasına girebilmek için, hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” sevmek şartdır. Bu sevgiden mahrûm olan bir kimse, Ehl-i sünnet, ehl-i Cennet değildir. Böyle kimselere (Hâricî) denir. Fekat, hazret-i Alînin “radıyallahü anh” sevgisinde taşkınlık yaparak, Eshâb-ı kirâma, hattâ bunlardan birine, dil uzatmağı, la’net etmeği bu sevginin şartıdır diyenler de var. Bunlar, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’în-i izâmın ve bütün büyük âlimlerin yolundan ayrılmış oluyorlar. Bunlara (Râfızî) denir. Râfızî, terk eden, bırakan demekdir. Bunlar, Ehl-i sünneti terk etmişlerdir. Ehl-i sünnet orta ve doğru yolda gidenlerdir. Hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” sevmiyenlerden ve aşırı sevenlerden olmayıp, çirkin olan ifrât ve tefrîtden kurtulanlardır.
Hanbelî mezhebinin reîsi olan Ahmed ibni Hanbel “rahimehullahü teâlâ”, imâm-ı Alîden “radıyallahü anh” şu hadîs-i şerîfi haber veriyor: İmâm-ı Alî buyurdu ki, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Yâ Alî! Sen Îsâ aleyhisselâm gibisin! Yehûdîler, Ona düşman oldu. Mubârek annesi hazret-i Meryeme iftirâ etdi. Hıristiyânlar da, Onu aşırı yükseltdiler. Ona yakışan dereceden dahâ yukarı çıkardılar. Ya’nî Allahü teâlânın oğlu dediler). Alî “radıyallahü anh” bu hadîs-i şerîfi haber verdikden sonra, (Benim yüzümden iki dürlü insanlar helâk oldu. Birisi, beni aşırı severek, bende olmıyan şeyleri bana takarlar. Ötekiler de, bana düşman olup, birçok iftirâ yaparlar) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, hâricîleri, yehûdîlere, Eshâb-ı kirâma düşmanlık edenleri de, nasârâya, ya’nî hıristiyanlara benzetmekdedir.
Eshâb-ı kirâmın adedinin yüzyirmidörtbinden çok olduğunu yukarıda bildirmişdik. Ya’nî Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” adedi kadardır. Herbiri bir Peygambere benzemekdedir. Ebû Bekr-i Sıddîk, Muhammed aleyhisselâma, Ömer-ül-Fârûk, Mûsâ aleyhisselâma, Osmân-ı Zinnûreyn, Nûh aleyhisselâma, Alîyyül-mürtezâ, Îsâ aleyhisselâma, Mu’âviye hazretleri de Dâvüd aleyhisselâma benzer “rıdvânullahi aleyhim ecma’în”. Îsâ aleyhisselâmın âdet hâricinde ve kudret-i ilâhiyye dâhilinde babasız yaratıldığını ve göke kaldırıldığını ve âdet hâricinde olarak kıyâmete yakın bir zemânda gökden Şâma ineceğini biliyoruz. İnsanlar Onun doğuşunu, yaşayışını, göke kaldırılmasını âdet hâricinde görerek, üç kısma ayrıldı: Bir kısmı Onu, yakışan dereceden ve hâlden çok dahâ yüksek bilip (hâşâ) Allahdır ve Allah Ona hulûl etmişdir ve hattâ oğludur dedi.
 

MURATS44

Özel Üye
Bunlar hıristiyanlardır.
Bir kısmı da, âdet hâricindeki hâlleri görünce, Onu yakışmıyacak, çok aşağı derecelere düşürerek babası bilinmiyor [böyle söylemekden Allahü teâlâya sığınırız] dedi. Bunlar yehûdîlerdir.
Bir kısmı ise, bu âdet hârici hâlleri, Allahü teâlânın hikmeti ve kudreti ile bilip, Onun ancak bir kul, bir Peygamber olduğuna inananlardır. Bunlar doğru yolda bulunanlardır. Îsâ aleyhisselâmın bu hâlleri, Tevrâtda uzun uzadıya ve açıkça yazılmış idi. Bu üç kısm insanların hâlleri ve inanışları, Kur’ân-ı azîmüşşânın birçok yerlerinde yazılıdır. İslâm âlimleri bunları Kur’ân-ı kerîmden anlıyarak kitâblarında geniş olarak bildirmişlerdir. Bu hâli, Sahâbe-i kirâm da iyi bildiği için, Server-i âlem ve Seyyid-i evlâd-ı Âdem, Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, kendisinin amcası oğlu ve dâmâdı ve âhıret kardeşi olan imâm-ı Alîye “radıyallahü anh” buyurdu ki: (Sen Îsâ aleyhisselâm gibisin). Bu hadîs-i şerîf, Eshâb-ı kirâm arasında yayıldı. Bu hadîs-i şerîf, gaybden haber veren hadîslerden olup, mu’cize idi ve imâm-ı Alînin “radıyallahü anh” hilâfeti zemânında kendisinde göründü. Bu vakt, insanlar üç kısm olup, bir kısmı imâm-ı Alîyi “radıyallahü anh”, Ona yakışacak dereceden ve hâlden çok dahâ yüksek görüp, Allah imâm-ı Alîye ve evlâdına (hâşâ) hulûl etmişdir ve imâm-ı Alî “radıyallahü anh”, Peygamber olacak iken, Cebrâîl aleyhisselâm yanılarak Kur’ân-ı azîmüşşânı Muhammed aleyhissalâtü vesselâma indirdi dediler. Bunlardan bir kısmı da, imâm-ı Alî “radıyallahü anh” diğer üç halîfeden ve bütün Eshâbdan dahâ üstündür diyerek, doğru yoldan çıkmışdır. Bunların i’tikâdı, hıristiyanların Îsâ aleyhisselâma olan i’tikâdlarına benziyor.
İnsanların bir kısmı da, imâm-ı Alînin “radıyallahü anh” yüksek şânına yakışmıyan birçok iftirâlar ederek, i’tikâdları bozuldu. Bunlara (Hâricî) denir. Ya’nî doğru yoldan hâric olup, imâm-ı Alîyi “radıyallahü anh” ve ma’sûm evlâdını sevmiyenlerdir. Bunlar da, yehûdîlere benzer. Bir kısm ise, imâm-ı Alîyi ve evlâdını ve evi halkını ve bütün Eshâb-ı kirâmı, Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” hadîs-i şerîflerinde bildirdiği gibi tanımış ve bilmiş olanlardır. Bunlar (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) denilen doğru îmânlılardır. Cehennemden kurtulan, yalnız bunlardır. İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” ile muhârebe edenlerden, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” çok sevdiği zevcesi ve Ebû Bekr-i Sıddîkın kerîmesi Âişe “radıyallahü anhâ” ile Aşere-i mübeşşereden, ya’nî Cennet ile müjdelenen on kişiden olan Talha ile Zübeyr “radıyallahü anhümâ” ve Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” vahy kâtibi ve zevce-i nebevî Ümm-i Habîbe “radıyallahü anhâ” valdemizin kardeşi olduğundan, Fahr-i âlem efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” kayın birâderi olan hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh”, Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir.
 

MURATS44

Özel Üye
Bir hadîs-i şerîfde, (Eshâbımı sevmekle, benim Peygamberlik hakkımı gözetiniz. Benim hakkımı böylece gözetenleri, Allahü teâlâ, her işlerinde korur ve yardım eder. Benim Peygamberlik hakkımı gözetmiyenleri de, Allahü teâlâ sevmez. Bunların cezâ görecekleri, sürünecekleri zemân pek yakındır) buyurulmuşdur.
Diğer bir hadîs-i şerîfde buyuruyor ki:
(İnsanlar çoğalmakda ve Eshâbım azalmakda ve kıymetleri de o nisbetde artmakdadır. Eshâbıma söğmeyiniz! Eshâbıma söğenlere Allah la’net etsin!).
Diğer bir hadîs-i şerîfde buyuruyor ki:
(Eshâbımın hiç birine dil uzatmayınız, lekelemeğe uğraşmayınız! Onun kudreti ile yaşamakda olduğum Allaha yemîn ederim ki, sizlerden biri Uhud dağı kadar altun sadaka verse, Eshâbımdan birinin bir müd [iki Rıtl, 260 dirhem-i şer’î] arpa sadakasının sevâbını bulamaz.)
Diğer bir hadîs-i şerîfde buyuruyor ki:
(Ne mutlu beni görüp îmân edenlere ve ne mutlu beni görenleri görenlere ve yine ne mutlu beni görenlerin görenini görenlere! Bunların hepsi, ne iyi ve ne bahtiyâr kimselerdir. Bunların nihâyet gidecekleri yer, en iyi yerdir). Server-i âlemi “sallallahü aleyhi ve sellem” görenler, Sahâbe-i kirâmdır “rıdvânullahi aleyhim ecma’în”. Bunları görenler, (Tâbi’în) ve Tâbi’îni görenler (Teba’ı tâbi’în)dir. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe ve imâm-ı Mâlik, Tâbi’îndendir. İmâm-ı Şâfi’î ile imâm-ı Ahmed, Tebe’i tâbi’îndendir “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”.
İbni Hacer-i Mekkînin “rahime-hullahü teâlâ” (Savâık-ul-muhrika) kitâbının ikinci sahîfesinde, şu hadîs-i şerîf yazılıdır:
(Allahü teâlâ bütün insanlar arasından beni seçdi. Bütün üstünlükleri ve iyilikleri ihsân eyledi ve benim için eshâb ayırdı, seçdi. Eshâbım arasından benim için akrabâ ve yardımcılar seçip ayırdı. Bir kimse, benim için, benim Peygamberliğim için, bunları sever ve sayarsa, Allahü teâlâ da, onu Cehennemden muhâfaza eder. Bir kimse, benim hâtırımı düşünmiyerek, Eshâbımı sevmez, onlara dil uzatır, incitirse, Allahü teâlâ da, onu Cehennem azâbı ile yakar, sızlatır).
Yine aynı kitâbda, şu hadîs-i şerîf yazılıdır:
(Allahü teâlâ, beni bütün insanlar arasından ayırıp seçdi.
 

MURATS44

Özel Üye
Bana eshâb ve akrabâ olarak en iyi insanları seçdi. Bunlardan sonra, birçok kimse gelir ki, eshâbıma ve akrabâma dil uzatırlar. Onlara yakışmıyan iftirâlar söyliyerek, kötülemeğe uğraşırlar. Böyle kimselerle oturmayınız! Birlikde yiyip içmeyiniz! Bunlardan kız alıp vermeyiniz). Bu hadîs-i şerîfler gösteriyor ki, Eshâb-ı kirâmın hepsini “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sevmemiz, hepsini büyük bilmemiz lâzımdır.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki, (Benden sonra müslimânlar yetmişüç fırkaya ayrılacakdır. Bunlardan yetmişikisi Cehenneme gidecek, yalnız bir fırkası Cennete girecekdir). Bu bir fırkaya, (Ehl-i sünnet-vel-cemâ’at) fırkası denir ki, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Onun Eshâbının gitdiği yolda gidenlerdir. Bu yolu Eshâb-ı kirâmdan alıp, tâ bizlere bildiren, dört mezheb imâmlarımız ve Onların yetişdirdikleri büyük âlimlerdir. İşte bu büyük âlimlerin hepsi diyor ki, Ehl-i sünnetin şartlarından, alâmetlerinden birisi de, Eshâb-ı kirâmın hepsini sevmekdir. Hadîs-i şerîfler gösteriyor ki, Eshâb-ı kirâm için, iyilikden başka bir şey söylememek, Onlara hürmet etmek, hepsini büyük bilmek, herbirinin ismi geçdikçe (radıyallahü anh) demek lâzımdır. Hele Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret eden Muhâcirîn ve bunları Medînede karşılayıp barındıran Ensâra ve ağaç altında Peygamber efendimize “sallallahü aleyhi ve sellem” söz verip, her şeylerini Ona fedâ eden bindörtyüz Sahâbîye ve Bedr muhârebesinde bulunanlara ve Uhudda şehîd olanlara ve diğer gazâlarda bulunanlara, dahâ çok ehemmiyyet vermelidir. Ümmet-i Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunların çok yüksek olduğuna icmâ’ etmiş, söz birliği olmuşdur. Biz müslimânların vazîfesi, bunların dîn-i islâma olan hizmetlerini, fedâkârlıklarını düşünerek (radıyallahü anhüm) diyerek hepsine iyi düâ etmekdir. Çünki bunlar, dîn-i islâmda ileri gidip yol gösterenlerdir. Peygamber efendimize “sallallahü aleyhi ve sellem” uymakda ve Onun dînini dünyâya yayıp herkese bildirmekde önder olanlar, Allahü teâlânın emrlerini Onun Peygamberinden bize getirenler, dîn-i islâmın temelini kuvvetlendirenler, onlardır. İslâmiyyeti her memlekete ulaşdıran onlardır. Allahü teâlânın topraklarına, Onun kullarına, Onun dînini yayan onlardır. Şu bizlere gelen (Dîn-i İslâm) ni’metinden dahâ büyük bir ni’met var mıdır? Hepimiz, her zemân onların bu iyiliklerine şükr etmeliyiz! Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize yakın olan zemânlarda bulunmayıp da, sonradan uydurma, yalan ve iftirâ ve hikâyeler üzerine kurulan Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hakkında kin, düşmanlık, dil uzatmak ve la’net etmekler, hep Abdüllah bin Sebe’den bulaşmışdır.
 

MURATS44

Özel Üye
Bu hezeyânlardan ve benzerlerinden sakınmak hepimize vâcibdir.
Sahâbe-i kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” arasındaki muhârebeleri, kötü sebeblerden, bozuk niyyetlerden ileri gelmiş sanmayıp, dînî düşüncelerle yapıldığına inanmalıdır. Onların doğru mu, yanlış mı yapdıklarına karışmak, işlerinde fikr yürütmek, din, akl, âdet ve târîh bakımlarından, bizim vazîfemiz değildir. Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere açıkca uymıyan, bunlara muhâlif olan her şey, küfrdür. Bunlara açıkca muhâlif olmıyan bid’atdır, fıskdır, fücûrdur. O hâlde, Mu’âviye ve benzerlerine “radıyallahü anhüm” dil uzatmak, bunları kötülemek câiz değildir. Çünki, hepsi, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” medh buyurdukları, Sahâbe-i kirâm sınıfı içindedirler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Eshâbımdan birini seb’ edenlere, söğenlere, Allahü teâlâ, melekler ve bütün insanlar la’net etsin!). Şeytâna, ya’nî la’nete lâyık olan İblîse la’net etmemek suç değildir. En doğrusu, hiçbir mahlûka la’net etmemekdir. Bunun için, Yezîde ve Haccaca da la’net etmek lâyık değildir.
(Ehl-i sünnet vel cemâ’at), Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” herbirini böyle yüksek bilir, böyle sever iken, Eshâb-ı kirâmın çok kıymetlilerinden olan, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” amcasının oğlu ve dâmâdı ve âhıret kardeşi olan ve bütün sahâbîlerden dahâ çok mikdârda, hadîs-i şerîflerle medh ve senâ buyurulan imâm-ı Alîyi “radıyallahü anh” sevmez olurlar mı? Ehl-i sünnete karşı böyle iftirâda bulunup da, Onu yalnız şî’îler sever demek de câhillikdir.
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, bana dört kişiyi sevmeği emr etdi. Ben de onları seviyorum). Bunlar kimlerdir, denildikde: (Alî onlardandır. Alî onlardandır, Alî onlardandır ve Ebû Zer, Mikdâd ve Selmândır) buyurdu.
Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, Sahâbe-i kirâmın “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” birbiri ile kardeş olmalarını emr buyurmuşdu. İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” huzûr-i se’âdete gelerek, (Yâ Resûlallah! Beni de niçin birisi ile kardeş yapmadın!) dedikde, (Sen benim dünyâda ve âhıretde kardeşimsin!) buyurmuşdu.
Birgün, imâm-ı Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana, (Seni seven mü’mindir. Sevmiyen ancak münâfıkdır) buyurmuşlardır.
Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü anh” diyor ki, (Bizler, aramızda olan mü’minlerle münâfıkları, imâm-ı Alîye “radıyallahü anh” olan sevgi ve düşmanlık ile fark ederdik).
 

MURATS44

Özel Üye
Bir hadîs-i şerîfde, (Ben ilmin şehriyim. O şehrin kapısı Alîdir) buyuruldu. İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” diyor ki, “Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” beni Yemene hâkim göndermek istediklerinde, henüz küçük idim. Yâ Resûlallah! Ben gencim. Onlara hâkimlik nasıl yapabilirim? dedim. Mubârek elini göğsüme koyarak, (Yâ Rabbî! Bunun kalbine hidâyet, diline sebât ver!) diye düâ buyurdu. Diğer bir hadîs-i şerîfde, (İçinizde hepinizden ziyâde hâkimliğe elverişli ve bilgilisi, Alîdir) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Alîye bakmak ibâdetdir. Alîyi inciten, beni incitmiş gibidir) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Alîye muhabbet, bana muhabbetdir. Bana muhabbet, Allahü teâlâya muhabbetdir. Alîye düşmanlık, bana düşmanlıkdır. Bana düşmanlık ise, Allahü teâlâya düşmanlıkdır) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Kızım Fâtımayı Alîye vermeği, Rabbim bana emr eyledi. Allahü teâlâ, her Peygamberin sülâlesini kendinden, benim sülâlemi ise, Alîden halk buyurmuşdur). Yine buyurdu ki, (Îmânın alâmetleri vardır: Birinci alâmeti, Alîyi sevmekdir. Alî iyilerin rehberidir. Ona yardım edene, yardım edilir. Ona sıkıntı vermeğe uğraşanların kendisi perîşân olur. Cennet, üç kimseye âşıkdır: Alîye, Selmâna ve Ammâra). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Münâfıkların kalbinde şu dört kimsenin muhabbeti bir araya gelmez: Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî) “radıyallahü anhüm”).
Buraya kadar bildirilen hadîs-i şerîfler, seyyid Eyyûb hazretlerinin yazmış olduğu (Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn) kitâbından alınmışdır. Dört halîfenin ve Eshâbın bütününün büyüklüklerini, kıymetlerini çok uzun ve çok güzel anlatan bu kitâb, türkçe olup, [h.1325] ve [m.1998] senelerinde basılmışdır. Okunmasını ehemmiyyetle tavsiye ederiz.
İmâm-ı Alîyi “radıyallahü anh” çok sevmek, Ehl-i sünnet alâmetidir. Onu sevmiş olmak için, öteki üç halîfeyi sevmemek lâzımdır demek, yanlışdır. Onu sevmek için, bir veyâ birkaç sahâbîyi sevmemek, doğru yoldan ayrılmak olur. İmâm-ı Şâfi’î “rahimehullahü teâlâ” buyurdu ki:
Şî’î diyorlarsa, sevenlere Alîyi,
Ey ins-ü cin! Biliniz, ben de oldum şî’î!

Şî’îler de, sünnîler de, Muhammed aleyhisselâmın Âlini, Ehl-i beytini sevdiklerini söylüyorlar. Ayrılıkları, diğer sahâbeyi sevip sevmemekden geliyor. Ehl-i beyt, Âl-i Abâ, ya’nî Âl-i Resûl “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, Ehl-i sünnetin gözbebeğidir.
 
Üst Alt