MURATS44
Özel Üye
(Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn) kitâbı dörtyüzkırkıncı [440] sahîfesinden itibâren, Ehl-i beytin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” büyüklüğünü bildiriyor. Birinci menâkıbinde diyor ki:
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, Ehl-i beyte, ya’nî imâm-ı Alî, Fâtımatüzzehrâ ve imâm-ı Hasen ve imâm-ı Hüseyne buyuruyor ki, (Allahü teâlâ sizlerden ricsi ya’nî her kusûr ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tâm bir tahâret ile temizlemek irâde ediyor). Eshâb-ı kirâm sordular, yâ Resûlallah! Ehl-i beyt kimlerdir? O esnâda, imâm-ı Alî geldi. Mubârek cübbesi altına aldılar. İmâm-ı Hasen geldi. Onu da, bir yanına, imâm-ı Hüseyn geldi. Onu da, öbür tarafına alarak, Fâtımayı çağırdılar. Hazret-i Fâtıma, mestûre olarak gelince, Onu da cübbenin altına aldılar ve (İşte bunlar, benim Ehl-i beytimdir) buyurdular. Bu mübâreklere, (Âl-i Abâ) ve (Âl-i Resûl) de denir “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”.
Aynı kitâbın ikiyüzkırkbirinci [241] sahîfesi, dokuzuncu menâkıbinde diyor ki, imâm-ı Hasen ve imâm-ı Hüseyn “radıyallahü anhümâ” küçük iken hastalanmışlardı. Pederleri ve vâlideleri Fâtımatüzzehrâ ve hizmetçileri Fıdda, çocuklar iyi olunca, üçü de adak orucu tutdu. Birinci gün, iftâr için hâzırladıkları yemeği, o esnâda kapılarına gelen yetîmlere vererek, iftâr etmeden, ikinci günün orucuna başladılar. O akşam iftârlığını da, yine o sâatde kapıya gelip, (Allah için birşey verin!) diyen fakîr ve miskînlere verdiler. O gece de, iftâr etmeden, üçüncü günün orucuna başladılar. O akşam dahî, kapılarına gelen esîrleri boş çevirmemek için iftârlıklarını bunlara verdiler. Bunun üzerine, âyet-i kerîme geldi. Âyet-i kerîmenin meâl-i âlîsi şöyledir: (Bunlar, adaklarını yerine getirdiler. Uzun ve sürekli olan kıyâmet gününden korkdukları için, çok sevdikleri ve canlarının istediği yemekleri miskîn, yetîm ve esîrlere verdiler. Biz bunları, Allahü teâlânın rızâsı için yidirdik. Sizden karşılık olarak bir teşekkür, birşey beklemedik, birşey istemeyiz dediler. Bunun için, cenâb-ı Hak, onlara şerâb-ı tahûr ihsân eyledi.)
Ehl-i beyti nebevîyi sevmek, âhırete îmân ile gitmeğe, son nefesde, selâmete kavuşmağa sebeb olur. Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir hadîs-i şerîfde buyuruyor ki, (Ehl-i beytim, Nûh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Onlara tâbi’ olan, selâmet bulur. Geri kalan helâk olur).
Ehl-i beyt-i nebevînin fezâil ve kemâlâtı pek çokdur. Saymakla bitmez. Onları anlatmağa, medh etmeğe, insan gücü yetişmez. Onların kıymetleri ve büyüklükleri, ancak âyet-i kerîme ile anlaşılmakdadır. İmâm-ı Şâfi’î bunu ne güzel bildiriyor, diyor ki: (Ey Ehl-i beyt-i Resûl! Sizi sevmeği, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde emr ediyor. Nemâzlarında size düâ etmiyenlerin nemâzlarının kabûl olmaması, kıymetinizi, yüksek derecenizi gösteriyor.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, Ehl-i beyte, ya’nî imâm-ı Alî, Fâtımatüzzehrâ ve imâm-ı Hasen ve imâm-ı Hüseyne buyuruyor ki, (Allahü teâlâ sizlerden ricsi ya’nî her kusûr ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tâm bir tahâret ile temizlemek irâde ediyor). Eshâb-ı kirâm sordular, yâ Resûlallah! Ehl-i beyt kimlerdir? O esnâda, imâm-ı Alî geldi. Mubârek cübbesi altına aldılar. İmâm-ı Hasen geldi. Onu da, bir yanına, imâm-ı Hüseyn geldi. Onu da, öbür tarafına alarak, Fâtımayı çağırdılar. Hazret-i Fâtıma, mestûre olarak gelince, Onu da cübbenin altına aldılar ve (İşte bunlar, benim Ehl-i beytimdir) buyurdular. Bu mübâreklere, (Âl-i Abâ) ve (Âl-i Resûl) de denir “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”.
Aynı kitâbın ikiyüzkırkbirinci [241] sahîfesi, dokuzuncu menâkıbinde diyor ki, imâm-ı Hasen ve imâm-ı Hüseyn “radıyallahü anhümâ” küçük iken hastalanmışlardı. Pederleri ve vâlideleri Fâtımatüzzehrâ ve hizmetçileri Fıdda, çocuklar iyi olunca, üçü de adak orucu tutdu. Birinci gün, iftâr için hâzırladıkları yemeği, o esnâda kapılarına gelen yetîmlere vererek, iftâr etmeden, ikinci günün orucuna başladılar. O akşam iftârlığını da, yine o sâatde kapıya gelip, (Allah için birşey verin!) diyen fakîr ve miskînlere verdiler. O gece de, iftâr etmeden, üçüncü günün orucuna başladılar. O akşam dahî, kapılarına gelen esîrleri boş çevirmemek için iftârlıklarını bunlara verdiler. Bunun üzerine, âyet-i kerîme geldi. Âyet-i kerîmenin meâl-i âlîsi şöyledir: (Bunlar, adaklarını yerine getirdiler. Uzun ve sürekli olan kıyâmet gününden korkdukları için, çok sevdikleri ve canlarının istediği yemekleri miskîn, yetîm ve esîrlere verdiler. Biz bunları, Allahü teâlânın rızâsı için yidirdik. Sizden karşılık olarak bir teşekkür, birşey beklemedik, birşey istemeyiz dediler. Bunun için, cenâb-ı Hak, onlara şerâb-ı tahûr ihsân eyledi.)
Ehl-i beyti nebevîyi sevmek, âhırete îmân ile gitmeğe, son nefesde, selâmete kavuşmağa sebeb olur. Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir hadîs-i şerîfde buyuruyor ki, (Ehl-i beytim, Nûh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Onlara tâbi’ olan, selâmet bulur. Geri kalan helâk olur).
Ehl-i beyt-i nebevînin fezâil ve kemâlâtı pek çokdur. Saymakla bitmez. Onları anlatmağa, medh etmeğe, insan gücü yetişmez. Onların kıymetleri ve büyüklükleri, ancak âyet-i kerîme ile anlaşılmakdadır. İmâm-ı Şâfi’î bunu ne güzel bildiriyor, diyor ki: (Ey Ehl-i beyt-i Resûl! Sizi sevmeği, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde emr ediyor. Nemâzlarında size düâ etmiyenlerin nemâzlarının kabûl olmaması, kıymetinizi, yüksek derecenizi gösteriyor.