ceylannur
Yeni Üyemiz
Bakara suresi ayet 37
Derken Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
Hz. Adem (a.s.) bu günahına pişman olup Allah'a yönelerek tövbe etmek istediğinde, Allah'tan bağışlanma dilemek için uygun kelimeler bulamadı. Allah da, pişman olduğu için ona acıdı ve ona gerekli sözleri öğretti.
Arapça tövbe kelimesi "geri dönmek" ve "yönelmek" anlamlarına gelir. İnsana uygulandığında, onun isyandan itaate döndüğü anlamına gelir. Allah'a atfedildiğinde, O'nun kuluna yönelip affettiği anlamına gelir.
Kur'an burada günahın sonuçlarının kaçınılmaz olduğu ve her insanın işlediği günahın cezasını öyle veya böyle çekeceği teorisini reddeder. Bu, insanların uydurduğu ve insanlığa zarar veren yanlış teorilerden biridir. Bu teori, doğru varsayıldığında, insan bir günah işlese artık düzelme ümidini tamamen yitirir, demeye gelir. Geçmişte işlediği bir günahtan pişman olsa ve onu düzeltmenin yollarını arasa ve hayatında birçok iyi değişiklikler yapsa da, bu teori onu ümitsizliğe boğar:
Senin için hiçbir ümit yok, sonsuza dek suçlusun, geçmişte yaptıklarının cezasını çekeceksin. Bunun aksine Kur'an şöyle der: "Bir günahı cezalandırmak veya fazileti mükâfatlandırmak tamamen Allah'ın elindedir. Eğer iyi bir işten ötürü mükâfatlandırılmışsanız, bu sizin iyi davranışınızın doğal bir sonucu değil, aksine Allah'ın lütfudur. O mükâfatlandırıp, mükâfatlandırmama konusunda son söze sahiptir. Aynı şekilde bir günahtan ötürü cezalandırılmışsanız, bu, günahınızın kaçınılmaz bir sonucu değildir. Çünkü Allah, cezalandırmaya veya affetmeye kâdirdir. Elbette Hüküm ve Hikmet sahibi olan Allah bu kudretini gelişigüzel kullanmaz; bilâkis, kişinin niyetini gözönünde bulundurur. Eğer iyi bir davranışı mükâfatlandırırsa, ancak kulunun iyi amelleri, kendi rızasını kazanmak için işlediğini gördüğünde mükâfatlandırır. Ve eğer görünürde iyi olan bir davranışı reddederse, onun samimi olmadığını bildiği için reddeder. Aynı şekilde, bir suçu isyan amacıyla işledikten sonra, pişmanlık yerine daha çok suç işleme isteği doğuran bir suçu cezalandırır. Bunun yanısıra kullarının içtenlikle pişman olduğu ve artık daha iyi ameller işlemeye karar verdikleri günahlarını affeder ve rahmetini gösterir. O halde günahların sonucunun kaçınılmaz olduğunu savunan görüşü reddetmek, günahkârların düzelmesi için yeni ümit kapılarını açmaktadır. Günahlarını (bir rahip önünde değil, Rableri önünde) itiraf edip, isyanlarından utanç duydukları, isyankâr tutumlarını bırakıp itaatkâr bir tavır takındıkları sürece en büyük günahkârlar ve en azılı kâfirler bile Allah'ın bağışlamasından ümit kesmemelidirler.
Derken Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
Hz. Adem (a.s.) bu günahına pişman olup Allah'a yönelerek tövbe etmek istediğinde, Allah'tan bağışlanma dilemek için uygun kelimeler bulamadı. Allah da, pişman olduğu için ona acıdı ve ona gerekli sözleri öğretti.
Arapça tövbe kelimesi "geri dönmek" ve "yönelmek" anlamlarına gelir. İnsana uygulandığında, onun isyandan itaate döndüğü anlamına gelir. Allah'a atfedildiğinde, O'nun kuluna yönelip affettiği anlamına gelir.
Kur'an burada günahın sonuçlarının kaçınılmaz olduğu ve her insanın işlediği günahın cezasını öyle veya böyle çekeceği teorisini reddeder. Bu, insanların uydurduğu ve insanlığa zarar veren yanlış teorilerden biridir. Bu teori, doğru varsayıldığında, insan bir günah işlese artık düzelme ümidini tamamen yitirir, demeye gelir. Geçmişte işlediği bir günahtan pişman olsa ve onu düzeltmenin yollarını arasa ve hayatında birçok iyi değişiklikler yapsa da, bu teori onu ümitsizliğe boğar:
Senin için hiçbir ümit yok, sonsuza dek suçlusun, geçmişte yaptıklarının cezasını çekeceksin. Bunun aksine Kur'an şöyle der: "Bir günahı cezalandırmak veya fazileti mükâfatlandırmak tamamen Allah'ın elindedir. Eğer iyi bir işten ötürü mükâfatlandırılmışsanız, bu sizin iyi davranışınızın doğal bir sonucu değil, aksine Allah'ın lütfudur. O mükâfatlandırıp, mükâfatlandırmama konusunda son söze sahiptir. Aynı şekilde bir günahtan ötürü cezalandırılmışsanız, bu, günahınızın kaçınılmaz bir sonucu değildir. Çünkü Allah, cezalandırmaya veya affetmeye kâdirdir. Elbette Hüküm ve Hikmet sahibi olan Allah bu kudretini gelişigüzel kullanmaz; bilâkis, kişinin niyetini gözönünde bulundurur. Eğer iyi bir davranışı mükâfatlandırırsa, ancak kulunun iyi amelleri, kendi rızasını kazanmak için işlediğini gördüğünde mükâfatlandırır. Ve eğer görünürde iyi olan bir davranışı reddederse, onun samimi olmadığını bildiği için reddeder. Aynı şekilde, bir suçu isyan amacıyla işledikten sonra, pişmanlık yerine daha çok suç işleme isteği doğuran bir suçu cezalandırır. Bunun yanısıra kullarının içtenlikle pişman olduğu ve artık daha iyi ameller işlemeye karar verdikleri günahlarını affeder ve rahmetini gösterir. O halde günahların sonucunun kaçınılmaz olduğunu savunan görüşü reddetmek, günahkârların düzelmesi için yeni ümit kapılarını açmaktadır. Günahlarını (bir rahip önünde değil, Rableri önünde) itiraf edip, isyanlarından utanç duydukları, isyankâr tutumlarını bırakıp itaatkâr bir tavır takındıkları sürece en büyük günahkârlar ve en azılı kâfirler bile Allah'ın bağışlamasından ümit kesmemelidirler.