32- Eshâb-ı kirâm kitâbında adı geçenler

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
229 — ŞEMSEDDÎN SÂMÎ: Şemseddîn Sâmî beğ, 1266 da Arnavutlukda tevellüd ve 1322 [m. 1904] de İstanbulda vefât etdi. Erenköy kabristânındadır “rahime-hullahü teâlâ”. Fransızcadan türkçeye lügat kitâbı çok fâidelidir. Bir târîh ve coğrafya lügatı olan (Kâmûs-ül-a’lâm) kitâbı altı cilddir. Her cildi sekiz yüz sahîfeden fazladır. Bunu yazmağa 1306 yılında başladı. 1316 da temâmladı. Çok kıymetli bir ansiklopedidir. Gelmiş olan her dinden, her milletden meşhûr insanları ve memleketleri, târîh olaylarını, doyurucu bilgi vererek anlatmakdadır. İslâmî kültürü de olsaydı te’assub ve siyâset ile yazılan kitâbları sezebilir, Kâmûsuna yanlış bilgi sokmazdı. Kıymeti dahâ çok olurdu. Zemânımızda çıkan târîh, coğrafya kitâbları, mecmû’aları, gazete yazıları, ansiklopediler hep bu Kâmûsdan fâidelenmekdedir. 32, 64, 319.
230 — ŞEYHZÂDE: Muhammed bin Muslihiddîn Mustafâ, müderris [profesör] idi. 951 [m. 1544] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Beydâvî tefsîrine yapdığı hâşiyesi, tefsîr kitâblarının en kıymetlilerindendir. (Şeyhzâde tefsîri) denilmekdedir. Dört büyük cilddir. Hepsi, Hakîkat Kitâbevi tarafından ofset yolu ile basdırılmışdır. (Vikâye şerhi) ve başka şerhleri de vardır. 86, 125, 130.
231 — ŞİHÂBÜDDÎN-İ SÜHREVERDÎ: Ömer bin Muhammed, şâfi’î fıkh âlimi ve Evliyânın büyüklerindendir. Onbeşinci dedesi, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdır. 539 da Sühreverde doğup, 632 [m. 1234] de Bağdâdda vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinden feyz aldı. Çok hac yapdı. Kitâblarının en meşhûru (Avârifülme’ârif)dir. Bu kitâbını Mekke-i mükerremede yazdı. 32, 196, 211, 384.
232 — ŞİHRİSTÂNÎ: Muhammed bin Abdülkerîm 479 da, Horasandaki Şihristan kasabasında tevellüd, 548 [m. 1154] de Bağdâdda vefât etdi. Fıkh ve kelâm âlimi idi. Dersleri ve va’zları Bağdâdda meşhûr oldu. Eş’arî mezhebinde idi. Felsefe ve fizik bilgisi de çokdu. Müslimân, yehûdî ve hıristiyan dinlerini ve mezheblerini anlatan (Milel ve nihal) adındaki arabî kitâbı çok kıymetlidir. Lâtinceye, İngilizceye ve birçok Avrupa dillerine ve türkçeye terceme edilmişdir. Arabî şerhi, 1395 [m. 1975] de Beyrutda basdırılmışdır. Başka kitâbları da vardır. 88, 269, 326.
233 — ŞİRVÂNŞÂH: Şirvânda hükûmet süren Dirdendiyye oğullarının üçüncüsü idi. Halîl sultânın oğlu idi. Devleti kuran İbrâhîmin torunu idi. 893 de Haydarın hücûmunu püskürterek Haydarı katl etdi. Şâh İsmâ’îl, babasının intikamını almak için, 906 [m. 1500] da Şirvâna girdi. Şirvân şâhı, insanlığa sığmıyan bir işkence ile öldürdü. Ehl-i sünneti, çoluk çocuk demeyip kılınçdan geçirdi “rahime-hümullahü teâlâ”. 37.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
234 — TABERÎ: İbni Cerîr adı ile meşhûrdur. Muhammed bin Cerîr ismine bakınız. 114.
235 — TABERÎ: Ebû Ca’fer Ahmed bin Muhammed, şâfi’î âlimlerindendir. 694 [m. 1294] de vefât etdi “rahime-hümullahü teâlâ”. Çok kitâb yazdı. 129.
236 — TÂHÂ-İ HAKKÂRÎ: Evliyâ-i kirâmın büyüklerinden olan seyyid Tâhâ “kuddise sirruh” bin Ahmed bin Sâlih bin İbrâhîm, Abdülkâdir-i Geylânî evlâdındandır. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdînin ekmel talebesi, rabbânî ilmlerinin hazînesi idi. Zürriyyeti, Ubeydüllah ve Alâüddîn isminde iki oğlundan devâm etmişdir. Alâüddîn efendi, Şemdinânın Hizne köyündedir. Soyu (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının sonunda, Tâhâ isminde yazılıdır. Torunu Muhammed Sıddîk efendi, seyyid Mustafâ Arvâsî efendinin vefâtından sonra, onun zevcesi Meryem hanımı almış, bundan Tâhâ efendi olmuşdur. Bu seyyid Tâhânın oğullarından Muhammed Sıddîk efendi, Irak hükûmetinde, Mûsul meb’usu iken Bağdâdda vefât etdi. Diğer iki oğulları Muhammed Sâlih Dârû ve Mazhar efendiler, Osmânlı devleti parçalandığı zemân, emlâkı ile Irakda kalmış iken, 1400 [m. 1980] senesinde Türkiyeye yerleşdiler.
Onüçüncü asrın kutbu olan mevlânâ Hâlid, 1224 [m. 1809] da Bağdâddan ayrılıp, bir senede Hindistâna giderek, Gulâm-ı Alî Abdüllah-i Dehlevînin huzûru ile şereflenip, lâyık oldukları fadl ve kemâlatı aldıkdan sonra, Allahü teâlânın kullarına ilm sunmak için 1226 da vatanına avdet buyurdu. Her taraf, Mevlânânın kalbinden saçılan envâr ile aydınlandığı gibi, ilm öğrenmekde iken arkadaşı olan seyyid Abdüllah da, 1229 da Süleymâniyeye Mevlânâyı ziyârete gitdi. Sohbetinde kemâle gelip, halîfe-i ekmeli oldu. Mevlânâya, birâderi oğlu seyyid Tâhânın hârikul’âde ve yüksek isti’dâdını söyledi. Mevlânâ, ikinci def’a gelirken, berâber getirmesini emr buyurdu. İkinci def’a ziyâretlerinde, seyyid Tâhâyı da götürdü. Mevlânâ, Bağdâdda, seyyid Tâhâyı görür görmez hemen Abdülkâdir-i Geylânînin kabr-i şerîfine gidip, istihâre etmesini emr eyledi. Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh”, kendi yolu büyük ise de, şimdi ehli bulunmadığını, Mevlânânın ise, zemânının ekmeli olduğunu bildirdi ve hemen ona gitmesini emr buyurdu. Bu ma’nevî emr ve izn üzerine, seyyid Tâhâ, Mevlânâ Hâlidin yanında iki sülûk, ya’nî seksen gün çalışarak mubârek kalbinden fışkıran, feyzlere, ma’rifetlere kavuşup, kemâle geldikden sonra (Berdesur) kasabasına geldi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Seyyid Abdüllah vefât edince, Seyyid Tâhâ, (Nehrî) kasabasına gelip kırk sene talebe yetişdirdi. Âşıklar, her tarafdan, pervâne gibi, ışık kaynağının etrâfına toplanıyordu. Nehrîdeki babadan kalma küçük evinde ibâdetlerini yapar. Diğer zemânlarında, mescidde aklî ve naklî ilmleri öğretmeğe ve islâmın güzel ahlâkını yaymağa çalışırdı. Ağalarla, beğlerle ve siyâset adamları ile görüşmez, huzûrunda siyâsetden ve dünyâ işlerinden konuşulmazdı. Her gün (Mektûbât) kitâbını okur. Bu kitâbdaki, (herkese iyilik etmek, yapılan kötülüklere sabr edip, karşılık yapmamak, hattâ iyilikle karşılamak, büyüklere, hükûmete hurmet ve yardım etmek) gibi nasîhatları gönüllere aşılardı. Binikiyüz seneden beri gelip geçmiş hocalarının hepsi de, bu güzel islâm ahlâkını bildirmişler, hepsi devlete, kanûnlara saygılı olmuşlardır. İçlerinden hiçbirisinin hükûmete isyân etdiği işitilmemiş, târîhlerde böyle çirkin bir hâdiseleri görülmemişdir. Bu ilm ve güzel ahlâk kaynaklarından uzak kalan dere beğlerinin, dünyâya, şöhrete düşkün kimselerin, hükûmetlere karşı ısyânlarını ve ölümlerinden sonra başkalarının câhilce, taşkınca, ahmakca davranışlarını, ba’zı muhâlifleri ve hasedcileri, bu mubârek zâtlara da bulaşdırmak istemişler, hattâ bir kısmını zındanlara düşürmüşler ise de, kanûnlar ve adâlet karşısında, hepsinin ma’sûm, günâhsız oldukları anlaşılıp, serbest bırakılmışlar, kendilerinden afv ve özr dilenerek, büyük ikrâmlar, mükâfâtlar yapılarak, mubârek kalbleri ve teveccühleri kazanılmağa çalışılmışdır. Târîh ve menâkıb kitâblarında çok görülen böyle iftirâ okları, Seyyid Tâhâ hazretlerine de saplanmak istenmiş, hayâlî, çirkin iftirâlar uydurarak, bu ilm, ahlâk güneşini de lekelemeğe çalışan, zevâllı bedbahtlar zuhûr etmişdir. Fekat, güneş balçıkla sıvanamayacağı için, bu fazîlet güneşini gören, anlıyan uyanık ve bahtiyâr kimseler, böyle iftirâlara aldanmayıp, kendisine âşık ve hayrân olmakda, mubârek kalbinden saçılan nûrlarla aydınlanarak, râhata, huzûra ve sonsuz se’âdete kavuşmakda, vatana, millete ve devlete fâideli birer cevher olmakdadırlar. Seyyid Abdülhakîm efendinin babasının dedesi olan seyyid Muhammed, o zemân Vandan gelip, bu kaynakdan feyz almışdı. Seyyid Tâhâ, Vanı teşrîf edince, seyyid Muhammedin evinde müsâfir olurdu. Seyyid Muhammedin birâderi Lutfînin oğlu Sıbgatullah efendi de, Hîzandan Vana gelince, seyyid Tâhâya intisâb etdi. Hîzana babasının yanına gidip, meşhûr oldu. Yüzlerce talebesi ile, her yıl Nehriye ziyârete giderdi. Bir yıl, amcası molla Abdülhamîd efendinin mahdûmu, seyyid Fehîmi, pek genç yaşında iken berâber götürdü. Seyyid Fehîm, bir gece, müsâfir kaldıkları ev sâhibine, Hakkârî vâlîsinin nasıl olduğunu sorar. O da, gece gündüz serhoş olduğunu söyleyince, vâlîsi serhoş olan bir memleketde nasıl durabileceklerini sabâha kadar düşünür.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Ertesi gün Resûlan köyüne gelirler. Sıbgatullah efendi, buradakilere vâlînin nasıl olduğunu sorar. İyi adam olduğunu söylerler. Seyyid Fehîm, hemen (Amcam oğlu! O, serhoşdur. Nasıl iyi denilir?) der.
Nehrîye gitmek için Başkal’adan ayrılırken, seyyid Muhammed efendi, seyyid Fehîmi bir kenâra çekerek, (Yavrum Fehîm! Huzûruna çıkacağın seyyid Tâhâ, çok büyük zâtdır. Vilâyet derecelerinin en yükseğindedir. Feyz almadıkça, kemâle ermedikçe, ondan sakın ayrılma!) der. Nehrîden ayrılırken, seyyid Tâhâ, câmi’ önünde ayakda duruyor. Herkes elini öpdükden sonra, Sıbgatullah efendi, seyyid Fehîmin geride kaldığını görüyor. Seyyid Tâhâdan bunun da geri dönmesi için izn istiyor. Seyyid Tâhâ, izn vermiyor. O burada kalsın diyor. Yolcular ayrılınca, hemen orada, ayakda iken, seyyid Fehîme vazîfe verip, ta’lîm buyuruyor. Sıcak bir günde, anlatdıklarını tekrâr etdiriyor. Hepsini, olduğu gibi söyleyip, yalnız (hatt-ı tûlânî) yerine (hatt-ı tûlî) diyor. Seyyid Tâhâ, hemen düzeltmişdir. O zemân, seyyid Fehîm pek genç idi. Medrese derslerini, henüz bitirmemişdi. Seyyid Tâhâ, birgün, câmi’ dıvarına dayanarak otururken, seyyid Fehîm gelir. Mubârek eli ile işâret ederek, yanına çağırır. Yanına gelir. (Sen zekî bir talebesin. Mutavveli okumalısın!) der. Efendim kitâbım yok. Hem de, memleketimizde okunan bir kitâb değildir, diyor. Seyyid Tâhâ, kendi kitâbını veriyor. Seyyid Fehîm tahsîlini bitirmek için, Muşun Bulanık kazâsı, Âbiri köyünde, molla Resûl-i Sübkînin yanına gidiyor. Mutavveli bunun huzûrunda okuyup, bitiriyor. Vilâyet derecelerinde yükselmek için de her yıl iki kerre Nehrîye ya’nî Şemdinana geliyor. Her gelişinde, seyyid Tâhâdan çeşidli iltifâtlarla şerefleniyor. Meselâ, birgün câmi’ sofasında (Mektûbât) okuyordu. Çok kalabalıkdı. Seyyid Fehîm uzakda, ayakda dinliyordu. Seyyid Tâhâ, kitâbdan başını kaldırarak, (Molla Fehîm! Acaba şimdi, hiç üstâd yok mu) diyor. Seyyid Fehîm, cevâb vererek (Şimdi bulunan üstâd gibi, hiç gelmemişdir) diyor. Seyyid Tâhâ, hemen Mektûbâtı kapayıp, odasına gidiyor.
Seyyid Fehîm, kemâl ve tekmîle erip mutlak izn verilince, bu işi görmeğe lâyık olmadığını bildiriyor. Seyyid Tâhâ, ısrârla kabûl etdirmişdir. Memleketi olan Arvâsa teşrîf etmesini emr buyurmuşdur. Seyyid Fehîm Nehrîdeki dağın tepesine çıkarak giderken, tekrâr çağırıyor. Kitâbların içindeki mektûblarını kendisine göstererek, (Bu ihlâs ve sevgi, sizin değil midir? Niçin bu işden kaçınıyorsun?) buyuruyor. İcâzet ile şereflendikden sonra da, eskisi gibi, her yıl Nehrîye giderdi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Seyyid Tâhâ “kuddise sirruh”, 1269 [m. 1853] da Nehrî kasabasında vefât etdi. Birgün ikindiden önce, ağaçlar arasında otururken, kendilerine iki mektûb veriliyor. Dâmâdı Abdül-ehad efendiye okutuyor. (Artık bizim dünyâdan gitmek zemânımız geldi) buyuruyor. Dâmâdı, (Aman efendim! Şâmdan gelen bu iki mektûb ne olacak?) diyor. O gün Hatm okundukdan sonra, odasına gidiyor. Oniki gün hasta yatıp, ikindi vakti, mubârek rûhu Refik-i a’laya yükseliyor. Ağlamak seslerini duyan binlerce âşık, şaşırıp kalıyorlar. Hasta iken (Berdesur) köyünde bulunan kardeşi Sâlihi istetiyor. Hatm ve teveccühleri yapmasını, birâder-i ekmeli, seyyid Sâlihe emr buyuruyor. (Kardeşim Sâlih, kâmildir. Herkesin başı, onun eteği altındadır) buyuruyor. Seyyid Fehîm, Seyyid Sâlihi, üstâd-ı sohbet yapdı. Sâlihden sonra da, bu âdetini bozmadı. Vefâtı olan 1313 senesine kadar, her yıl iki kerre, Nehrîye giderek seyyid Sâlihin kabrini ziyâret ederdi.
Seyyid Tâhâ-i Hakkârînin “kuddise sirruh” talebesi arasında, seyyid Muhammed Sâlihden sonra tesarrufu en kuvvetlisi, seyyid Sıbgatullah Arvâsî idi. Bundan sonra, Küfrevî Muhammed idi. Seyyid Sıbgatullah, talebesi arasında (Gavs-ül a’zam) ve (Gavs-i Hizânî) ismleri ile meşhûr oldu. [1287] de vefât etdi. Bunun talebesi arasında Abdürrahmân Tâgî Nurşînî de, (Üstâd-ı a’zam) ve (Seydâ) ismleri ile meşhûrdur. Bunun da ondokuz talebesi: Fethullah Verkânisî ve Abdüllah Nurşînî ve molla Reşîd Nurşînî ve allâme molla Halîl Sî’ridînin torunu Abdülkahhâr ve Abdülkâdir Hizânî ve seyyid İbrâhîm Es’irdî ve Abdülhakîm Fersâfî ve İbrâhîm Ninkî ve Tâhir Âberî ve Abdülhâdî ve Abdüllah Hurûsî ve İbrâhîm Cukruşî ve Halîl Cukruşî ve Ahmed Taşkesânî ve Muhammed Sâmî Erzincânî ve Mustafâ ve Süleymân ve Yûsüf Bitlisîdir. Abdürrahmân Tâgî, [1304] de vefât etdi. Bunun kelimâtını İbrâhîm Cukruşî toplıyarak (İşârât) ismini vermişdir. Çok mu’teberdir. Fethullah-ı Verkânisî 1317 de vefât etdi. Talebesinden Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî, Abdürrahmân-ı Tâgînin oğlu olup, 1342 [m. 1924] de Bitlisde vefât etdi. (Mektûbât)ında yüzondört mektûb vardır. Onüç talebesinden birincisi Muhammed Alâüddîn-i Uhînî olup, mektûbâtını toplamışdır. İkincisi, Ahmed Haznevîdir. Muhammed Ma’sûm-i sânî ve Seyyid Muhammed Şerîf Arabkendî ve Adı-yamanlı Abdülhakîm efendi, bunun talebesidirler. Bu sonuncusu 1399 [m. 1978] de vefât etdi. Muhammed Râşid efendi bunun oğludur. 154, 289, 332, 334, 387, 411.
237 — TALHA BİN UBEYDÜLLAH: İlk îmâna gelenlerdendir. Aşere-i mübeşşeredendir. Kâfirlerden çok işkence gördü. İpe bağlayıp çekerlerdi. Mekkede iken Zübeyr ile, Medînede iken de Ebû Eyyûb-i Ensârî ile âhıret kardeşi olması emr buyuruldu.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Vazîfeli olduğundan Bedrde bulunamadı. Diğer gazâlarda bulundu. Uhud muhârebesinde, Resûlullahı kılınç darbesinden kurtarmak için, kolunu uzatıp siper etdi. Eli yaralanıp çolak kaldı. Resûlullah, ok yağmuru altında çukura yuvarlandı. Talha sırtına alarak çukurdan bir kaya üstüne çıkardı. Hazret-i Alî buyuruyor ki, Resûlullahdan işitdim: (Talha ile Zübeyr, Cennetde benim komşularımdır) buyurdu. Hicretin 36. cı yılında, Cemel vak’asında, hazret-i Alîye karşı harb edenler arasında idi. Bu muhârebede şehîd olunca, hazret-i Alî çok üzüldü. Ağlıyarak yanına gitdi. Mubârek elleri ile, toprağı yüzünden sildi. Cenâze nemâzını kendi kıldırdı “radıyallahü teâlâ anhümâ”. 13, 14, 19, 20, 24, 30, 49, 60, 75, 76, 77, 116, 121, 122, 166, 174, 175, 176, 209, 235, 250, 251, 323, 365, 385.
238— TAYYIBÎ: Şerefeddîn Hüseyn bin Muhammed, hadîs ve tefsîr âlimidir. 743 [m. 1343] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Tefsîri, Me’ânî ve Beyân üzerine yazmış olduğu (Tibyân) kitâbı ve (Keşşâf şerhi) meşhûrdur. 87, 118.
239 — TİRMÜZÎ: Muhammed bin Îsâ, 209 [m. 824] da Buhârâda Tirmüz kasabasında tevellüd, 279 [m. 892] da (Bog)da vefât etdi “rahime-hümullahü teâlâ”. Hadîs imâmlarındandır. (Sahîh-i Tirmüzî) çok kıymetli hadîs kitâbıdır. Bu kitâbın çeşidli şerhleri arasında, Karaşideki (Medrese-i arabiyye-i islâmiyye)nin müdîri Yûsüf Binûrînin hâzırladığı (Meârif-üs-sünen) çok kıymetlidir. Arabîdir. Altı cild olup, basılması binüçyüzdoksan 1390 [m. 1970] da temâm olmuşdur. 19, 163, 165, 166, 184, 193, 241, 242, 248, 260.
240 — ÜMM-İ HABÎBE: Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zevcelerindendir. Ebû Süfyân ile Hindin kızı ve hazret-i Mu’âviyenin kardeşidir. Önce Übeydüllah bin Cahşın zevcesi idi. İkisi de önce müslimân olup, Habeşistâna hicret etdiler. Zevci orada papaslara aldanarak, dünyâ malına kavuşmak için mürted oldu. Ümm-i Habîbeyi de dinden çıkararak zengin olmağa zorladı. O da (Muhammed aleyhisselâmın dînini ve sevgisini, bütün dünyâya değişmem) buyurdu. Übeydullah, işkence etmek için, sürünmesi için, bunu boşadı. Fekat, kendisi öldü. Resûlullah Ümm-i Habîbenin, bu sözlerini ve başına geleni işitince, Habeş pâdişâhı Necâşîye mektûb yazdı. Necâşînin serâyında Resûlullaha nikâhı yapıldı. Bunun sâyesinde Habeşistândaki müslimânlar çok râhat yaşadı.
Dîninin kuvveti ve Resûlullaha sevgisi o kadar çok idi ki, Mekke feth edilmeden önce, sözleşmek için Resûlullahın huzûruna gelen, kâfirlerin elçisi, babası Ebû Süfyânı, Resûlullahın yatağına oturtmadı.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
(Sen, bu mubârek yere oturmağa lâyık değilsin) dedi “radıyallahü teâlâ anhâ”. 12, 24, 59, 328.
241 — ÜMM-İ HIRÂM: Enes bin Mâlikin teyzesidir. Sahâbe-i kirâmdandır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” birgün bunun evinde uyumuşdu. Gülerek uyandı. (Yâ Resûlallah, niçin güldün?) dedi. (Ümmetimden bir kısmını gemilere binip, kâfirlerle gazâya giderler gördüm) buyurdu. Ümm-i Hirâm, (Yâ Resûlallah! Düâ et, ben de onlardan olayım! dedi. (Yâ Rabbî! Bunu da, onlardan eyle!) buyurdu. Mu’âviye zemânında Ümm-i Hirâm, zevci ile, gemilere binip, Kıbrısa cihâd etmeğe gitdi. Orada atdan düşüp şehîd oldu. Kıbrısın ilk fâtihi hazret-i Mu’âviyedir “radıyallahü teâlâ anhümâ” 62, 63.
242 — ÜMM-İ SELEME: Resûlullahın zevcelerindendir. Fasîh, belîğ idi. Zevci vefât etmişdi. 378 hadîs-i şerîf haber vermişdir. Hazret-i Osmân zemânındaki fitne sırasında, halîfeye nasîhat olarak söylediği nutk meşhûrdur. 59 da vefât etdi. 69, 242.
243 — ÜSÂME BİN ZEYD: Resûlullahın hizmetçisi olan Zeyd bin Hârisenin oğludur. Resûlullahın sevgilisi diye meşhûrdur. Mekkeye giderken Resûlullahın devesinde, arkasında oturmuşdu. Birlikde Kâ’beye girmişdi. Huneyn gazâsında, çocuk olduğu hâlde kahramanca çarpışdı. Çok cesûr idi. Onsekiz yaşında iken ordu kumandanı yapıldı. Esmer idi. Çok hadîs-i şerîf haber vermişdir. 59 da vefât etdi. 68, 116, 176, 178, 242.
244 — UZUN HASEN: Akkoyunlu devletinin hükmdârı idi. 871 de hükmdâr oldu. Diyâr-ı Bekrde idi. Birçok yerleri alarak, Tebrîze yerleşdi. 877 de Osmânlı devletine saldırdı. Fâtih sultân Muhammed hâna mağlûb ve perîşân oldu. 882 [m. 1477] de vefât etdi. Tebrîzdedir. Trabzon İmperatoru (Davîd Komnus)un dâmâdı idi. Hüseyn Hilmi Işıkın kayın pederi olan Yûsüf Ziyâ Akışık, Akkoyunlu soyundan olup, Bosnalı Zülfikâr pâşanın torunu Ahmed beğin oğludur. 36, 321, 373, 384, 389, 390.
245 — VAHÎDEDDÎN HÂN — Altıncı sultân Muhammed, sultân Abdülmecîdin oğludur. Pâdişâh olan dört kardeşden en küçüğüdür. Osmânlı pâdişâhlarının otuzaltıncısı ve sonuncusudur. İslâm halîfelerinin sonuncusudur. 1277 [m. 1861] de tevellüd etdi. 1336 [m. 1918] Ramezân-ı şerîfinin yirmibeşinci, temmuzun dördüncü perşembe günü hükmdâr oldu. 1344 [m. 1926] da İtalyada vefât etdi. Şâmda medfûndur. Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Din bilgisi çokdu. 158, 282, 292.
246 — VAHŞÎ: Hazret-i Hamzanın Bedr gazâsında öldürdüğü Tu’aymenin birâderinin oğlu olan Cübeyr bin Mut’imin kölesi idi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Habeşli olduğu için, el ile ok atmakda usta idi. Uhud gazâsında, Cübeyr buna, (Hamzayı öldürürsen âzâd ol!) demişdi. Hind de, babasının ve amcasının intikâmı için, Vahşîye mükâfât va’d etmişdi. Vahşî, taş arkasına pusuya girip, yalnız hazret-i Hamzayı gözetirdi. Hazret-i Hamza sekiz kâfiri öldürüp, saldırırken, Vahşî okunu atarak ağır yaraladı ve kılıcı ile şehîd etdi. Sonra, ciğerini çıkarıp Hinde götürdü. Hind sevinip ciğeri çiğnedi. Üzerindeki zînetlerin hepsini Vahşîye verdi. Dahâ da vereceğini söz verdi. Hindin bu çirkin, canavarca işi, islâm dînine olan düşmânlığından değil idi. Hazret-i Hamza, Bedrde bunun babası Utbe ile amcası Şeybeyi öldürmüşdü. Bunların ve kardeşi Velîdin intikâmını almak için, bu işi yapdı. Vahşî de, âzâd olmasını, altunlara kavuşmasını düşünüyordu. İslâmiyyete hücûm düşüncesinde değildi.
Hicretin sekizinci yılında Mekke feth edildiği gün, Resûlullah, Kureyşin hepsini afv buyurdu. Yalnız on kişinin adını söyleyip, bunları gören öldürsün buyurdu. Hind ile Vahşî, bunlar arasında idi. Vahşî, Mekkeden kaçdı. Bir zemân uzak yerlerde kaldı. Sonra pişmân olup, Medînede mescide gelip, selâm verdi. Resûlullah, selâmını aldı. Vahşî, (Yâ Resûlallah! Bir kimse Allaha ve Resûlüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günâh işlese, sonra pişmân olup temiz îmân etse, Resûlullahı canından çok sevici olarak, huzûruna gelse, bunun cezâsı nedir?) dedi. Resûlullah (Îmân eden, pişmân olan afv olur. Bizim kardeşimiz olur) buyurdu. (Yâ Resûlallah! Ben îmân etdim. Pişmân oldum. Allahü teâlâyı ve Onun Resûlünü herşeyden çok seviyorum. Ben Vahşîyim) dedi. Resûlullah, Vahşî adını işitince, hazret-i Hamzanın parçalanmış hâli gözü önüne geldi. Ağlamağa başladı. (Git, seni gözüm görmesin!) buyurdu. Vahşî, öldürüleceğini anlıyarak kapıya yürüdü. Eshâb-ı kirâm kılınca sarılmış işâret bekliyordu. Vahşî, son nefesimi alıyorum derken, Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Allahü teâlâ buyurdu ki, (Ey sevgili Peygamberim! Bütün ömrünü puta tapmakla, kullarımı bana düşmân etmeğe uğraşmakla geçiren bir kâfir, bir kelime-i tevhîd okuyunca, ben onu afv ediyorum. Sen, amcanı öldürdü diye Vahşîyi niçin afv etmiyorsun? O pişmân oldu. Şimdi sana inandı. Ben afv etdim. Sen de afv et!) Herkes, öldürün emrini beklerken, (Kardeşinizi çağırınız!) buyurdu. Kardeş sözünü işitince, saygı ile çağırdılar. Vahşîye (afv olduğunu) müjde eyledi. (Fekat, seni görünce dayanamıyorum. Üzülüyorum. Bana görünme!) buyurdu. Resûlullahı üzmemek için, bir dahâ yanına gelmedi. Mahcûb, başı önünde yaşadı. 9, 59, 344, 362.
247 — VÂKIDÎ: Muhammed bin Ömer, târîhcidir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
130 yılında Medînede tevellüd, 207 [m. 822] de Bağdâdda vefât etdi “rahimehullahü teâlâ”. İmâm-ı Mâlikden ders aldı. Çok târîhler yazdı. (Târîh-i kebîr) kitâbı meşhûrdur. Hârûn Reşîde hacda delîl olmuşdu. 19, 20, 252, 350.
248 — VÂSIL BİN ATÂ: Mu’tezile mezhebinin kurucusudur. Hicretin 80. ci yılında Medînede tevellüd, 131 [m. 748] de vefât etdi. Hasen-i Basrînin talebesi idi. Hasenin bir sözüne karşı geldiğinden (Vâsıl i’tizâl etdi. Ya’nî bizden ayrıldı) buyurdu. Ehl-i sünnetden ayrıldı. Çeşidli kitâblar yazdı. 88, 264.
249 — VEYSEL KARÂNÎ: Tâbi’înin büyüklerindendir. Resûlullah efendimizin zemânında bulundu ise de göremedi. Yemenlidir. Hazret-i Ömer zemânında Medîneye gelip, çok hurmet gördü. Hazret-i Ömer, düâsını istedi. Basraya gitdi. Sıffîn muhârebesinde, hazret-i Alînin askeri arasında iken, 37 yılında şehîd oldu “rahimehullahü teâlâ”. Anadoluya gelmemişdir. Hadîs-i şerîf ile medh edildi. Ferîdüddîn-i Attârın, fârisî (Tezkiret-ül-evliyâ) kitâbında, hayâtı yazılıdır. 10, 155, 156, 275.
250 — YAHYÂ “aleyhisselâm”: Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur. Annesi Elîsâdır. Hıristiyanlar Elizabeth diyor. Hazret-i Meryemin baba bir kız kardeşidir. Dâvüd aleyhisselâmın soyundandır. (Tevrât)da yazılı olan Îsâ aleyhisselâm göke çıkarıldıkdan bir buçuk sene sonra (İncîl)e uyduğu için, zâlim yehûdî hükmdârı Herod tarafından, otuzdörtbuçuk yaşında iken, şehîd edildi. Mubârek bedeninin parçaları başka şehrlerdedir. İbni Âbidîn, önsözünde diyor ki, (Mubârek başı, Şâmda Ümeyye câmi’indedir). 177, 186, 200, 407.
251 — YAHYÂ BERMEKÎ: Yahyâ bin Hâlid, Abbâsî devletinin vezîrlerindendir. Horasanlıdır. Babası, Ebû Müslim Horasânînin ordusunda çok hizmet etmiş, vezîr olmuşdu. Yahyâ da, Âzerbaycan vâlîsi idi. Mehdî zemânında vezîr oldu. Hârûn Reşîdin hocası oldu. Sonra buna da onyedi sene vezîrlik yapdı. 189 [m. 805] da zındanda öldü. 88.
252 — YAHYÂ BİN ŞEREF NEVEVÎ: Nevevî ismine bakınız! 53, 106.
253 — YEZÎD: Hazret-i Mu’âviyenin oğlu ve Emevî devletinin ikinci halîfesidir. Hicretin yirmialtıncı yılında Şâmda tevellüd etdi. 60. cı senesinde halîfe oldu. 61. ci senesinde Kerbelâ fâci’ası oldu. Hazret-i Hüseyn şehîd olup, mubârek başı Şâmda Yezîdin serâyına getirildi. Yezîd dedi ki, (Bilir misiniz bu iş neden oldu? Bu zât, babam Alî, onun babasından hayrlıdır. Anam Fâtıma, onun anasından hayrlıdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Ceddim Resûlullah, onun dedesinden hayrlıdır. Ben de, ondan hayrlıyım. Hilâfet, benim hakkımdır dedi. Allah için söyliyorum ki, Fâtıma, elbette benim anamdan hayrlıdır. Ceddine gelince, Allaha ve âhıret gününe inanan kimse, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kimseyi müsâvî göremez. Lâkin Hüseyn bunu fıkh ve ictihâdı ile söyledi. (Herşeyin sâhibi Allahü teâlâdır. Mülkünü dilediğine verir) âyet-i kerîmesini düşünmedi). Kısas-ı enbiyâda, bundan sonra diyor ki:
Kerbelâdan getirilen kadınlar ve Zeynel’âbidîn, Yezîdin önüne çıkarıldı. Hazret-i Hüseynin kızı Fâtıma, (Yâ Yezîd! Resûlullahın kızları esîr midir?) dedi. Yezîd, (Ey kardeşimin çocuğu! Ben bunu istemezdim) dedi. Kadınları, Yezîdin kadınlarının yanına götürdüler. Serây kadınları ta’ziyet verdi. Alınan mallarını sordular. Katkat ödediler. Hazret-i Hüseynin kızı Sükeyne, (Yezîdden hayrlı günâhkâr görmedim) derdi. Yezîd, Zeynel’âbidîni yanına aldı. Akşâm sabâh berâber yidi. Yezîd Ehl-i beytin yol paralarını bol bol verip, korumak için yanlarına asker katıp, Medîneye gönderdi. Zeynel’âbidînle vedâ’ ederken, (Allahü teâlâ, ibni Mercâneye la’net eylesin! Vallahi ben olsaydım, babanın her istediğini kabûl ederdim. Lâkin kader-i ilâhî böyle imiş ne çâre. Her ne istersen bana yaz! Kabûl olunur) dedi. Mercâne, ibni Ziyâdın anasının adıdır.
Yezîd, Kerbelâ vak’asından sonra: (Allah, o ibni Mercâneye la’net eylesin! Hüseynin isteklerini kabûl etmeyip de, onu katl etdirdi. Onun katli ile, herkesi bana gücendirdi. İyi kötü herkes, Hüseynin katl olayını şişirerek anlatıp bana düşman oldu) derdi. Yezîd, 64 [m. 683] senesinde vefât etdi.
Büyük âlim El-Kâdî Ebû Bekr İbnül’arabî (El-Avâsım) kitâbında diyor ki: (Buhârî)nin Kitâb-ül-fiten kısmında diyor ki, (Medîne halkı, Yezîdi hilâfetden hal’ etmek istedikleri zemân, Abdüllah ibni Ömer, yakınlarını ve çocuklarını toplayıp, buna, Allahın ve Resûlullahın halîfesi olarak bî’at etdik. Allahın ve Resûlullahın halîfesi ile harb etmekden dahâ büyük gadr olmaz dedi). Abdüllah bin Ömer, Yezîde bî’at ederken, (Bu bî’at hayrlı ise, râzı oluruz. Kötü olursa, sabr ederiz) dedi. Hamîd bin Abdürrahmân diyor ki, Yezîde bî’at olunurken, bir Sahâbînin yanına gitdim. Bana, (Yezîd bu ümmetin hayrlısı değildir. Ondan dahâ âlimler, ondan dahâ şerefli kimseler var diyorsunuz. Ben ise, bu ümmetin birlik olmasını ayrılıklarından dahâ çok severim. Ümmet-i Muhammedin girip râhat etdiği bir yere giren kişi, râhatsız olur mu? Elbette olmaz) dedi.
 
Üst Alt