Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Üçüncü Nokta: Üslûbundaki bedâat-i hârikadır. Evet, Kur'ân'ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem acîbdir, hem muknîdir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklid etmemiş; hiç kimse de onu taklid edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üsluplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini dâimâ muhâfaza etmiş ve ediyor.
Ezcümle, bir kısım sûrelerin başlarında şifre-misâl
gibi mukattaât hurûfundaki üslup-u bediîsi, beş altı lem'a-i i'câzı tazammun ettiğini İşârâtü'l-İ'câz'da yazmışız.
Ezcümle: Bir sûrelerin başında mezkûr olan huruf, hurufâtın aksâm-ı mâlûmesi olan mechûre, mehmûse, şedîde, rihve, zelâka, kalkale gibi aksâm-ı kesîresinden herbir kısmından nısfını almıştır. Kâbil-i taksim olmayan hafifinden nısf-ı ekser, sakîlinden nısf-ı ekall olarak bütün aksâmını tansîf etmiştir. Şu mütedâhil ve birbiri içindeki kısımları ve iki yüz ihtimâl içinde mütereddit yalnız gizli ve fikren bilinmeyecek birtek yol ile umumu tansîf etmek kâbil olduğu halde, o yolda, o geniş mesafede sevk-i kelâm etmek, fikr-i beşerin işi olamaz, tesadüf hiç karışamaz. İşte bir şifre-i İlâhiye olan sûrelerin başlarındaki huruf, bunun gibi daha beş altı lem'a-i i'câziyeyi gösterdikleriyle beraber, ilm-i esrâr-ı huruf ulemâsıyla evliyânın muhakkikleri şu mukattaâttan çok esrar istihrâc etmişler ve öyle hakâik bulmuşlar ki, onlarca şu mukattaât kendi başıyla gayet parlak bir mu'cizedir. Onların esrârına ehil olmadığımız, hem umum göz görecek derecede ispat edemediğimiz için o kapıyı açamayız. Yalnız İşârâtü'l-İ'câz'da şunlara dâir beyân olunan beş altı lem'a-i i'câza havale etmekle iktifâ ediyoruz.
Şimdi, esâlîb-i Kur'âniyeye sûre itibâriyle, maksad itibâriyle, âyât ve kelâm ve kelime itibâriyle birer işaret edeceğiz.
Meselâ, Sûre-i Amme'ye dikkat edilse, öyle bir üslup-u bedî ile âhireti, haşri, Cennet ve Cehennemin ahvâlini öyle bir tarzda gösteriyor ki, şu dünyadaki ef'âl-i İlâhiyeyi, âsâr-ı Rabbâniyeyi o ahvâl-i uhreviyeye birer birer bakar ispat eder gibi kalbi iknâ eder. Şu sûredeki üslûbun izahı uzun olduğundan yalnız bir iki noktasına işaret ederiz. Şöyle ki:
Şu sûrenin başında, Kıyâmet Gününü ispat için der: "Size zemini güzel serilmiş bir beşik; dağları hânenize ve hayatınıza defîneli direk, hazîneli kazık; sizi birbirini sever, ünsiyet eder çift; geceyi hâb-ı râhatınıza örtü; gündüzü meydan-ı maîşet; güneşi ışık verici, ısındırıcı bir lâmba; bulutları âb-ı hayat çeşmesi gibi, ondan suyu akıttım; basit bir sudan bütün erzakınızı taşıyan bütün çiçekli, meyveli muhtelif eşyayı kolay ve az bir zamanda icad ederiz. Öyle ise, yevm-i fasl olan Kıyâmet sizi bekliyor; o günü getirmek Bize ağır gelemez." İşte bundan sonra Kıyâmette dağların dağılması, semâvâtın parçalanması, Cehennemin hazırlanması ve Cennet ehline bağ ve bostan vermesini gizli bir sûrette ispatlarına işaret eder. Mânen der: "Mâdem gözünüz önünde dağ ve zeminde şu işleri yapar; âhirette dahi bunlara benzer işleri yapar." Demek sûrenin başındaki dağ, Kıyâmetteki dağların haline bakar ve bağ ise âhirde ve âhiretteki hadîkaya ve bağa bakar. İşte sâir noktaları buna kıyas et; ne kadar güzel ve âlî bir üslûbu var, gör.
Bakara Sûresi: 1; İbrâhim Sûresi: 1; Tâhâ Sûresi: 1; Yâsin Sûresi: 1; Şûrâ Sûresi: 1-2.
Ezcümle, bir kısım sûrelerin başlarında şifre-misâl
Ezcümle: Bir sûrelerin başında mezkûr olan huruf, hurufâtın aksâm-ı mâlûmesi olan mechûre, mehmûse, şedîde, rihve, zelâka, kalkale gibi aksâm-ı kesîresinden herbir kısmından nısfını almıştır. Kâbil-i taksim olmayan hafifinden nısf-ı ekser, sakîlinden nısf-ı ekall olarak bütün aksâmını tansîf etmiştir. Şu mütedâhil ve birbiri içindeki kısımları ve iki yüz ihtimâl içinde mütereddit yalnız gizli ve fikren bilinmeyecek birtek yol ile umumu tansîf etmek kâbil olduğu halde, o yolda, o geniş mesafede sevk-i kelâm etmek, fikr-i beşerin işi olamaz, tesadüf hiç karışamaz. İşte bir şifre-i İlâhiye olan sûrelerin başlarındaki huruf, bunun gibi daha beş altı lem'a-i i'câziyeyi gösterdikleriyle beraber, ilm-i esrâr-ı huruf ulemâsıyla evliyânın muhakkikleri şu mukattaâttan çok esrar istihrâc etmişler ve öyle hakâik bulmuşlar ki, onlarca şu mukattaât kendi başıyla gayet parlak bir mu'cizedir. Onların esrârına ehil olmadığımız, hem umum göz görecek derecede ispat edemediğimiz için o kapıyı açamayız. Yalnız İşârâtü'l-İ'câz'da şunlara dâir beyân olunan beş altı lem'a-i i'câza havale etmekle iktifâ ediyoruz.
Şimdi, esâlîb-i Kur'âniyeye sûre itibâriyle, maksad itibâriyle, âyât ve kelâm ve kelime itibâriyle birer işaret edeceğiz.
Meselâ, Sûre-i Amme'ye dikkat edilse, öyle bir üslup-u bedî ile âhireti, haşri, Cennet ve Cehennemin ahvâlini öyle bir tarzda gösteriyor ki, şu dünyadaki ef'âl-i İlâhiyeyi, âsâr-ı Rabbâniyeyi o ahvâl-i uhreviyeye birer birer bakar ispat eder gibi kalbi iknâ eder. Şu sûredeki üslûbun izahı uzun olduğundan yalnız bir iki noktasına işaret ederiz. Şöyle ki:
Şu sûrenin başında, Kıyâmet Gününü ispat için der: "Size zemini güzel serilmiş bir beşik; dağları hânenize ve hayatınıza defîneli direk, hazîneli kazık; sizi birbirini sever, ünsiyet eder çift; geceyi hâb-ı râhatınıza örtü; gündüzü meydan-ı maîşet; güneşi ışık verici, ısındırıcı bir lâmba; bulutları âb-ı hayat çeşmesi gibi, ondan suyu akıttım; basit bir sudan bütün erzakınızı taşıyan bütün çiçekli, meyveli muhtelif eşyayı kolay ve az bir zamanda icad ederiz. Öyle ise, yevm-i fasl olan Kıyâmet sizi bekliyor; o günü getirmek Bize ağır gelemez." İşte bundan sonra Kıyâmette dağların dağılması, semâvâtın parçalanması, Cehennemin hazırlanması ve Cennet ehline bağ ve bostan vermesini gizli bir sûrette ispatlarına işaret eder. Mânen der: "Mâdem gözünüz önünde dağ ve zeminde şu işleri yapar; âhirette dahi bunlara benzer işleri yapar." Demek sûrenin başındaki dağ, Kıyâmetteki dağların haline bakar ve bağ ise âhirde ve âhiretteki hadîkaya ve bağa bakar. İşte sâir noktaları buna kıyas et; ne kadar güzel ve âlî bir üslûbu var, gör.
Bakara Sûresi: 1; İbrâhim Sûresi: 1; Tâhâ Sûresi: 1; Yâsin Sûresi: 1; Şûrâ Sûresi: 1-2.