Yirmi Beşinci Söz

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân diyor: "Ey ins ve cin! Eğer Kur'ân, kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü'l-Emîn dediğiniz zât gibi, okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitâbet görmemiş bir ümmîden bu Kur'ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. "Bunu yapamazsanız, haydi, ümmî olmasın, en meşhur bir edib, bir âlim olsun. "Bunu da yapamazsanız, haydi, birtek olmasın, bütün büleğânız, hutebânız, belki bütün geçmiş beliğlerin güzel eserlerini ve bütün gelecek ediblerin yardımlarını ve ilâhlarınızın himmetlerini beraber alınız, bütün kuvvetinizle çalışınız, şu Kur'ân'a bir nazîre yapınız. "Bunu da yapamazsanız, haydi, kâbil-i taklid olmayan hakâik-ı Kur'âniyeden ve mânevî çok mu'cizâtından kat-ı nazar, yalnız nazmındaki belâgatına nazîre olarak bir eser yapınız."
b1123.gif
-1- ilzâmıyla der: "Haydi, sizden mânânın doğruluğunu istemiyorum. Müftereyât ve yalanlar ve bâtıl hikâyeler olsun.
"Bunu da yapamıyorsunuz; haydi, bütün Kur'ân kadar olmasın, yalnız
b1124.gif
, on sûresine nazîre getiriniz. "Bunu da yapamıyorsunuz; haydi, birtek sûresine nazîre getiriniz.
"Bu da çoktur; haydi, kısa bir sûresine bir nazîre ibraz ediniz. "Hattâ, mâdem bunu da yapmazsanız ve yapamazsınız. Hem bu kadar muhtaç olduğunuz halde-çünkü, haysiyet ve nâmusunuz, izzet ve dininiz, asabiyet ve şerefiniz, can ve malınız, dünya ve âhiretiniz, buna nazîre getirmekle kurtulabilir. yoksa dünyada haysiyetsiz, nâmussuz, dinsiz, şerefsiz, zillet içinde, can ve malınız helâkette mahvolup ve âhirette

b1125.gif
-2-
işaretiyle, Cehennemde haps-i ebedî ile mahkûm ve sanemlerinizle beraber ateşe odunluk edeceksiniz.

"Hem mâdem sekiz mertebe aczinizi anladınız; elbette sekiz defa, Kur'ân dahi mu'cize olduğunu bilmekliğiniz gerektir. Ya imâna geliniz veyahut susunuz, Cehenneme gidiniz!"
İşte, Kur'ânı Mu'cizü'l-Beyânın makam-ı ifhâmdaki ilzamına bak ve de:
b1126.gif
-3- Evet, beyân-ı Kur'ân'dan sonra beyân olamaz ve hâcet kalmaz.


1- Ve düzme ve uydurma da olsa onun gibi on tane sûre getirin. (Hûd Sûresi: 13.)
2- Yakıtı insanlar ve taşlar olan, kâfirler için hazırlanmış Cehennem ateşinden sakının. (Bakara Sûresi: 24.)
3- Kur'ân'ın beyân ve ifadesinden sonra beyân ve açıklama yoktur
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İkinci misâl:

b1127.gif

b1128.gif

-1-

İşte, şu âyâtın binler hakikatlerinden yalnız beyân-ı ifhâmiyeye misâl için bir hakikatini beyân ederiz. Şöyle ki:
b1129.gif
-2- lâfzıyla on beş tabaka istifham-ı inkârî-i taaccübî ile ehl-i dal aksâmını susturur ve şübehâtın bütün menşe'lerini kapatır. Ehl-i dal için, içine girip saklanacak şeytânî bir delik bırakmıyor, kapatıyor. Altına girip gizlenecek bir perde-i dal bırakmıyor, yırtıyor. Yalanlarından hiçbir yalanı bırakmıyor, başını eziyor. Herbir fıkrada bir tâifenin hulâsa-i fikr-i küfrîlerini ya bir kısa tâbir ile iptal eder, ya butlânı zâhir olduğundan sükûtla butlânını bedâhete havale eder veya başka âyetlerde tafsîlen reddedildiği için, burada mücmelen işaret eder.


1- Sen öğüt vermeye devam et. Rabbinin sana verdiği peygamberlik nimeti hakkı için, sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun. • Yoksa onlar "O bir şâirdir; biz onun başına gelecek felâketi bekliyoruz" mu diyorlar? • Sen "Bekleye durun," de. "Ben de sizinle beraber bekliyorum." • Onlar akıllarını kullanarak mı bunu söylüyorlar, yoksa onlar sırf bir azgınlar gürûhu mudur? • Yahut Kur'ân'ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Doğrusu onların İmân etmeye niyetleri yoktur. • Eğer doğru söylüyorlarsa, Kur'ân'ın benzeri bir söz getirsinler. • Yoksa onlar bir yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar? Veya kendi kendilerini mi yaratıyorlar? • Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Doğrusu onların düşünüp İmân etmeye niyetleri yoktur. • Yoksa Rabbinin hazîneleri onların yanında mı? Veya kâinatın tedbîr ve idaresini onlar mı ele geçirdi? • Yoksa göklere çıkıp da gök ehlinin haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyicileri, işittiklerine dâir açık bir delil getirsin. • Yoksa kız çocukları Onun, erkek çocuklar da sizin mi? • Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar ağır bir borç altına mı girdiler? • Yoksa gaybın ilmi onların yanında da oradan mı alıp yazıyorlar? • Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. • Yoksa onların Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir. (Tûr Sûresi: 29-43.)

2- Yoksa, yoksa.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Meselâ, birinci fıkra
b1130.gif
-1- âyetine işaret eder. On beşinci fıkra ise
b1131.gif
-2- âyetine remzeder. Daha sâir fıkraları buna kıyas et. Şöyle ki:
Başta diyor: "Ahkâm-ı İlâhiyeyi tebliğ et. Sen kâhin değilsin. Zîrâ kâhinin sözleri karışık ve tahminîdir; seninki hak ve yakînîdir. Mecnun olamazsın; düşmanın dahi senin kemâl-i aklına şehâdet eder.

"
b1132.gif
-3- âyâ, acaba muhâkemesiz, âmî kâfirler gibi, sana şâir mi diyorlar? Senin helâketini mi bekliyorlar? Sen, de: 'Bekleyiniz, ben de bekliyorum.' Senin parlak, büyük hakikatlerin şiirin hayalâtından münezzeh ve tezyinâtından müstağnîdir.

"
b1133.gif
-4- Yahut, acaba akıllarına güvenen akılsız feylesoflar gibi, 'Aklımız bize yeter' deyip sana ittibâdan istinkâf mı ederler? Halbuki, akıl ise sana ittibâı emreder. Çünkü bütün dediğin mâkuldür. Fakat akıl kendi başıyla ona yetişemez.

"
b1134.gif
-5- Yahut, inkârlarına sebep, tâğî zâlimler gibi, Hakka serfürû etmemeleri midir? Halbuki, mütecebbir zâlimlerin rüesâları olan Firavunların, Nemrudların âkıbetleri mâlûmdur.

"
b1135.gif
-6- Veyahut yalancı, vicdansız münâfıklar gibi, 'Kur'ân senin sözlerindir' diye seni ittiham mı ediyorlar? Halbuki, tâ şimdiye kadar 'Muhammedü'l-Emîn' diyerek içlerinde seni en doğru sözlü biliyorlardı. Demek onların imâna niyetleri yoktur. Yoksa Kur'ân'ın âsâr-ı beşeriye içinde bir nazîrini bulsunlar.

"
b1136.gif
-7- Veyahut, kâinatı abes ve gâyesiz îtikad eden felâsife-i abesiyyun gibi, kendilerini başıboş, hikmetsiz, gâyesiz, vazifesiz, hâlıksız mı zannediyorlar? Acaba gözleri kör olmuş, görmüyorlar mı ki, kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen ve gâyelerle müsmirdir; ve mevcudât, zerrelerden güneşlere kadar, vazifelerle muvazzaftır ve evâmir-i İlâhiyeye musahharlardır.



1- Biz Peygambere şiir öğretmedik; bu ona yakışmaz da. (Yâsin Sûresi: 69.)
2- Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harab olup giderdi. (Enbiyâ Sûresi: 22..)
3- Yoksa onlar "O bir şâirdir; biz onun başına gelecek felâketi bekliyoruz" mu diyorlar? (Tûr Sûresi: 30.)
4- Onlar akıllarını kullanarak mı bunu söylüyorlar? (Tûr Sûresi: 32.)
5- Yoksa onlar sırf bir azgınlar gürûhu mudur? (Tûr Sûresi: 32.)
6- Yahut Kur'ân'ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Doğrusu onların İmân etmeye niyetleri yoktur. (Tûr Sûresi: 33.)
7- Yoksa onlar bir yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar? (Tûr Sûresi: 35.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
"
b1137.gif
-1- Veyahut, firavunlaşmış maddiyyun gibi, 'Kendi kendine oluyorlar, kendi kendini besliyorlar, kendilerine lâzım olan herşeyi yaratıyorlar" mı tahayyül ediyorlar ki, imândan, ubûdiyetten istinkâf ederler? Demek, kendilerini birer hâlık zannederler. Halbuki, birtek şeyin hâlıkı, herbir şeyin hâlıkı olmak lâzım gelir. Demek kibir ve gururları onları nihayet derecede ahmaklaştırmış ki, bir sineğe, bir mikroba karşı mağlûp bir âciz-i mutlakı, bir kadîr-i mutlak zannederler. Mâdem bu derece akıldan, insaniyetten sukut etmişler; hayvandan, belki cemâdâttan daha aşağıdırlar. Öyle ise, bunların inkârlarından müteessir olma. Bunları dahi bir nevi muzır hayvan ve pis maddeler sırasına say; bakma, ehemmiyet verme.

"
b1138.gif
-2- Veyahut Halıkı inkâr eden fikirsiz, sersem muattıla gibi, Allah'ı inkâr mı ediyorlar ki, Kur'ân'ı dinlemiyorlar? Öyle ise, semâvât ve arzın vücudlarını inkâr etsinler; veyahut 'Biz halk ettik' desinler, bütün bütün aklın zıvanasından çıkıp divâneliğin hezeyânına girsinler. Çünkü, semâda yıldızları kadar; zeminde çiçekleri kadar berâhin-i tevhid görünüyor, okunuyor. Demek, yakîne ve hakka niyetleri yoktur. Yoksa, bir harf kâtipsiz olmaz bildikleri halde, nasıl bir harfinde bir kitap yazılan şu kâinat kitâbını, kâtipsiz zannediyorlar?

"
b1139.gif
-3- Veyahut, Cenâb-ı Hakkın ihtiyârını nefyeden bir kısım hükemâ-i dâlle gibi ve Berâhime gibi, asl-ı nübüvveti mi inkâr ediyorlar, sana İmân getirmiyorlar? Öyle ise, bütün mevcudâtta görünen ve ihtiyâr ve irâdeyi gösteren bütün âsâr-ı hikmeti ve gâyâtı ve intizamâtı ve semerâtı ve âsâr-ı rahmet ve inâyâtı ve bütün enbiyânın bütün mu'cizâtlarını inkâr etsinler. Veya 'Mahlûkata verilen ihsanâtın hazîneleri yanımızda ve elimizdedir' desinler, kâbil-i hitâb olmadıklarını göstersinler. Sen de onların inkârından müteellim olma, 'Allah'ın akılsız hayvanları çoktur' de.

"
b1140.gif
-4- Veyahut, aklı hâkim yapan mütehakkim mûtezile gibi kendilerini Halıkın işlerine rakîb ve müfettiş tahayyül edip, Halık-ı Zülcelâli mes'ul tutmak mı istiyorlar? Sakın fütur getirme. Öyle hodbînlerin inkârlarından birşey çıkmaz. Sen de aldırma.


1- Veya kendi kendilerini mi yaratıyorlar? (Tûr Sûresi: 35.)
2- Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Doğrusu onların düşünüp İmân etmeye niyetleri yoktur. (Tûr Sûresi: 36.)
3- Yoksa Rabbinin hazîneleri onların yanında mı? (Tûr Sûresi: 37.)
4- Veya kâinatın tedbîr ve idaresini onlar mı ele geçirdi? (Tûr Sûresi: 37.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
"
b1141.gif
-1- Veyahut, cin ve şeytana uyup, kehânetfüruşlar, ispirtizmacılar gibi, âlem-i gayba başka bir yol mu bulunmuş zannederler? Öyle ise, şeytanlarına kapanan semâvâta, onunla çıkılacak bir merdivenleri mi var tahayyül ediyorlar ki, senin semâvî haberlerini tekzib ederler? Böyle şarlatanların inkârları, hiç hükmündedir.

"
b1142.gif
-2- Veyahut, ukûl-u aşere ve erbâbü'l-envâ nâmiyle, şerikleri itikad eden müşrik felâsife gibi ve yıldızlara ve melâikelere bir nevi ulûhiyet isnad eden Sâbiiyyun gibi, Cenâb-ı Hakka veled nisbet eden mülhid ve dâllînler gibi, Zât-ı Ehadve Samedin vücûb-u vücuduna, vahdetine, samediyetine, istiğnâ-i mutlakına zıd olan veledi nisbet ve melâikenin ubûdiyetine ve ismetine ve cinsiyetine münâfi olan ünûseti isnad mı ederler? Kendilerine şefaatçi mi zannederler ki, sana tâbi olmuyorlar? İnsan gibi mümkîn, fânî, bekâ-i nevine muhtaç ve cismânî ve mütecezzî, tekessüre kâbil ve âciz, dünyaperest, yardımcı bir vârise müştak mahlûklar için, vâsıta-i tekessür ve teâvün ve râbıta-i hayat ve bekâ olan tenâsül, elbette ve elbette vücudu vâcib ve dâim, bekâsı ezelî ve ebedî, zâtı cismâniyetten mücerred ve muallâ ve mahiyeti tecezzî ve tekessürden münezzeh ve müberrâ ve kudreti aczden mukaddes ve bîhemtâ olan Zât-ı Zülcelâle evlât isnad etmek; hem, o âciz, mümkîn, miskin insanlar dahi beğenmedikleri ve izzet-i mağrurânesine yakıştıramadıkları bir nevi evlât, yani hadsiz kızları isnad etmek, öyle bir safsatadır ve öyle bir divânelik hezeyanıdır ki, o fikirde olan heriflerin tekzibleri, inkârları hiçtir. Aldırmamalısın. Herbir sersemin safsatasına, her divânenin hezeyânına kulak verilmez.

"
b1143.gif
-3- Veyahut, hırsa, hıssete alışmış tâğî, bâğî dünyaperestler gibi, senin tekâlifini ağır mı buluyorlar ki, senden kaçıyorlar? Ve bilmiyorlar mı ki, sen ecrini, ücretini yalnız Allah'tan istiyorsun? Ve onlara Cenâb-ı Hak tarafından verilen maldan hem bereket, hem fakirlerin hased ve bedduâlarından kurtulmak için, ya ondan veya kırktan birisini kendi fakirlerine vermek ağır bir şey midir ki, emr-i zekâtı ağır görüp İslâmiyetten çekiniyorlar? Bunların tekzibleri ehemmiyetsiz olmakla beraber, hakları tokattır, cevap vermek değil.

"
b1144.gif
-4- Veyahut, gaybâşinâlık dâvâ eden Budeîler gibi ve umûr-u gaybiyeye dâir tahminlerini yakîn tahayyül eden akılfüruşlar gibi, senin gaybî haberlerini beğenmiyorlar mı? Gaybî kitapları mı var ki, senin gaybî kitabını kabul etmiyorlar? Öyle ise, vahye mazhar resûllerden başka kimseye açılmayan ve kendi başıyla ona girmeye kimsenin haddi olmayan âlem-i gayb kendi yanlarında hazır, açık tahayyül edip ondan mâlûmât alarak yazıyorlar hülyâsında bulunuyorlar. Böyle haddinden hadsiz tecavüz etmiş mağrur hodfüruşların tekzibleri sana fütur vermesin. Zîrâ az bir zamanda senin hakikatlerin onların hülyâlarını zîr ü zeber edecek.


1- Yoksa göklere çıkıp da gök ehlinin haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyicileri, işittiklerine dâir açık bir delil getirsin. (Tûr Sûresi: 38.)
2- Yoksa kız çocukları Onun, erkek çocuklar da sizin mi? (Tûr Sûresi: 39.)
3- Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar ağır bir borç altına mı girdiler? (Tûr Sûresi: 40.)
4- Yoksa gaybın ilmi onların yanında da oradan mı alıp yazıyorlar? (Tûr Sûresi: 41.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
"
b1145.gif
-1- Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münâfıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidâyetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? Böyle hilebaz şarlatanları insan sayıp desîselerinden, inkârlarından müteessir olarak fütur getirme. Belki daha ziyâde gayret et. Çünkü, onlar kendi nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler. Ve onların fenalıkta muvaffakıyetleri, muvakkattır ve istidrâcdır, bir mekr-i İlâhîdir.

"
b1146.gif
-2- Veyahut, hâlık-ı hayır ve hâlık-ı şer nâmiyle ayrı ayrı iki ilâh tevehhüm eden Mecûsiler gibi ve ayrı ayrı esbâba bir nevi ulûhiyet veren ve onları kendilerine birer nokta-i istinad tahayyül eden esbâbperestler, sanemperestler gibi, başka ilâhlara dayanıp sana muârazamı ederler? Senden istiğnâ mı ediyorlar? Demek,
b1131.gif
-3- hükmünce, şu bütün kâinatta gündüz gibi görünen bu intizam-ı ekmeli, bu insicâm-ı ecmeli kör olup görmüyorlar. Halbuki, bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vâli, bir memlekette iki padişah bulunsa, intizam zîr ü zeber olur ve insicam herc ü merce düşer. Halbuki, sinek kanadından, tâ semâvât kandillerine kadar, o derece ince bir intizam gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke yer bırakılmamış. Mâdem bunlar bu derece hilâf-ı akıl ve hikmet ve münâfi-i his ve bedâhet hareket ediyorlar; onların tekzibleri seni tezkirden vazgeçirmesin."

İşte, silsile-i hakâik olan şu âyâtın yüzer cevherlerinden, yalnız ifhâm ve ilzama dâir birtek cevher-i beyânîsini icmâlen beyân ettik. Eğer iktidarım olsaydı, birkaç cevherlerini daha gösterseydim, "Şu âyetler tek başıyla bir mu'cizedir" sen dahi diyecektin.


1- Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. (Tûr Sûresi: 42.)
2- Yoksa onların Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir. (Tûr Sûresi: 43.)
3- Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harab olup giderdi. (Enbiyâ Sûresi: 22.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ammâ ifham ve tâlimdeki beyânât-ı Kur'âniye o kadar hârikadır, o derece letâfetli ve selâsetlidir; en basit bir âmî, en derin bir hakikati onun beyânından kolayca tefehhüm eder. Evet, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân çok hakâik-ı gâmızayı nazar-ı umumiyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı tâciz edip yormayacak bir sûrette basitâne ve zâhirâne söylüyor, ders veriyor. Nasıl bir çocukla konuşulsa, çocukça tâbirât istimâl edilir; öyle de,
b1148.gif
-1- denilen mütekellim üslûbunda muhatabın derecesine sözüyle nüzûl edip öyle konuşan esâlîb-i Kur'âniye, en mütebahhir hükemânın fikirleriyle yetişemediği hakâik-ı gâmıza-i İlâhiye ve esrâr-ı Rabbâniyeyi müteşâbihât sûretinde, bir kısım teşbihât ve temsilât ile en ümmî bir âmîye ifham eder. Meselâ
b1149.gif
-2- bir temsil ile, rubûbiyet-i İlâhiyeyi saltanat misâlinde ve âlemin tedbîrinde mertebe-i rubûbiyetini, bir sultanın taht-ı saltanatında durup icrâ-i hükümet ettiği gibi bir misâlde gösteriyor.
Evet, Kur'ân, bu kâinat Halık-ı Zülcelâlinin kelâmı olarak Rubûbiyetinin mertebe-i âzamından çıkarak, umum mertebeler üstüne gelerek o mertebelere çıkanları irşâd ederek, yetmiş bin perdelerden geçerek o perdelere bakıp tenvir ederek, fehm ve zekâca muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini dağıtıp ve nurunu neşrederek kabiliyetçe ayrı ayrı asırlar, karnlar üzerinde yaşamış ve bu kadar mebzûliyetle mânâlarını ortaya saçmış olduğu halde, kemâl-i şebâbetinden, gençliğinden zerre kadar zâyi etmeyerek, gayet tarâvette, nihayet letâfette kalarak; gayet suhûletli bir tarzda, sehl-i mümtenî bir sûrette, her âmîye anlayışlı ders verdiği gibi, aynı derste, aynı sözlerle fehimleri muhtelif ve dereceleri mütebâyin pekçok tabakalara dahi ders verip iknâ eden, işbâ eden bir kitâb-ı mu'ciznümânın hangi tarafına dikkat edilse, elbette bir lem'a-i i'câz görülebilir.
Elhâsıl: Nasıl
b643.gif
-3- gibi bir lâfz-ı Kur'ânî okunduğu zaman dağın kulağı olan mağarasını doldurduğu gibi, aynı lâfız, sineğin küçücük kulakçığına da tamamen yerleşir; aynen öyle de, Kur'ân'ın mânâları, dağ gibi akılları işbâ ettiği gibi, sinek gibi küçücük, basit akılları dahi aynı sözlerle tâlim eder, tatmin eder. Zîrâ, Kur'ân bütün ins ve cinnin bütün tabakalarını imâna dâvet eder. Hem, umumuna imânın ulûmunu tâlim eder, ispat eder. Öyle ise, avâmın en ümmîsi havâssın en ehassına omuz omuza, diz dize verip beraber ders-i Kur'ânîyi dinleyip istifade edecekler. Demek, Kur'ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukûl ve kulûb ve ervâh, o sofradan gıdâlarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pekçok kapıları kapalı kalıp, istikbâlde geleceklere bırakılmıştır.
Şu makama misâl istersen, bütün Kur'ân baştan nihayete kadar bu makamın misâlleridir. Evet, bütün müçtehidîn ve sıddîkîn ve hükemâ-i İslâmiye ve muhakkikîn ve ulemâ-i usûlü'l-fıkıh ve mütekellimîn ve evliyâ-i ârifîn ve aktâb-ı âşıkîn ve müdakkikîn-i ulemâ ve avâm-ı Müslimîn gibi Kur'ân'ın tilmizleri ve dersini dinleyenleri müttefikan diyorlar ki, "Dersimizi güzelce anlıyoruz." Elhâsıl, sâir makamlar gibi ifham ve tâlim makamında dahi Kur'ân'ın lemeât-ı i'câzı parlıyor.


1- Cenâb-ı Hakkın, kullarının anlayış seviyesine göre konuşması.
2- O Rahmân ki hükümranlığı Arşı kaplamıştır. (Tâhâ Sûresi: 5.)
3- Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. (Fâtiha, En'am, Kehf, Sebe', Fâtır Sûrelerinin 1. âyetleri)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İkinci Şuâ
Kur'ân'ın câmiiyet-i hârikulâdesidir. Şu Şuânın, Beş Lem'ası var.
Birinci Lem'a: Lâfzındaki câmiiyettir.
Elbette, evvelki Sözlerde, hem bu Sözde zikrolunan âyetlerden şu câmiiyet âşikâre görünüyor.
Evet,

b1151.gif
-1-
olan hadîsin işaret ettiği gibi, elfâz-ı Kur'âniye öyle bir tarzda vaz' edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bâzan bir sükûnun çok vücûhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.

• Meselâ,
b1152.gif
-2- yani "Dağları zemininize kazık ve direk yaptım" bir kelâmdır.
Bir âmînin şu kelâmdan hissesi: Zâhiren yere çakılmış kazıklar gibi görünen dağları görür, onlardaki menâfiini ve nimetlerini düşünür, Halıkına şükreder.
Bir şâirin bu kelâmdan hissesi: Zemin bir taban; ve kubbe-i semâ, üstünde konulmuş yeşil ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir muhteşem çadır; ufkî bir daire sûretinde ve semânın etekleri başında görünen dağları o çadırın kazıkları misâlinde tahayyül eder, Sâni-i Zülcelâline hayretkârâne perestiş eder.
Haymenîşin bir edibin bu kelâmdan nasîbi: Zeminin yüzünü bir çöl ve sahrâ, dağların silsilelerini pek kesretle ve çok muhtelif bedevî çadırları gibi, güyâ tabaka-i turâbiye yüksek direkler üstünde atılmış, o direklerin sivri başları o perde-i turâbiyeyi yukarıya kaldırmış, birbirine bakar pekçok muhtelif mahlûkatın meskeni olarak tasavvur eder. O büyük, azametli mahlûkları böyle yeryüzünde çadırlar misillü kolayca kuran ve koyan Fâtır-ı Zülcelâline karşı secde-i hayret eder.
1- Birkaç hadîsin birleştirilmiş ifadesi olup, açıklaması Üstadımız tarafından, peşinden yapılmıştır.
2- Dağları birer kazık yapmadık mı? (Nebe' Sûresi: 7.)493. Seni her türlü noksan sıfattan tenzih ederiz. Senin şânın ne yücedir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Coğrafyacı bir edibin o kelâmdan kısmeti: Küre-i zemin bahr-i muhît-i havaîde veya esîrîde yüzen bir sefine ve dağları o sefinenin üstünde tespit ve muvâzene için çakılmış kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder. O koca küre-i zemini muntazam bir gemi gibi yapıp, bizleri içine koyup aktâr-ı âlemde gezdiren Kadîr-i Zülkemâle karşı
b1153.gif
-1- der.
Medeniyet ve heyet-i içtimâiyenin mütehassıs bir hakîminin bu kelâmdan hissesi: Zemini bir hâne; ve o hâne hayatının direği, hayat-ı hayvaniye; ve hayat-ı hayvaniye direği, şerâit-i hayat olan su, hava ve topraktır. Su ve hava ve toprağın direği ve kazığı dağlardır. Zîrâ, dağlar suyun mahzeni, havanın tarağı (gâzât-ı muzırrayı tersîb edip, havayı tasfiye eder) ve toprağın hâmîsi (bataklıktan ve denizin istilâsından muhâfaza eder) ve sâir levâzımât-ı hayat-ı insaniyenin hazînesi olarak fehmeder. Şu koca dağları şu sûretle hâne-i hayatımız olan zemine direk yapan ve maîşetimize hazînedar tâyin eden Sâni-i Zülcelâli ve'l-İkrama, kemâl-i tâzim ile hamd ü senâ eder.
Hikmet-i tabiiyenin bir feylesofunun şu kelâmdan nasîbi şudur ki: Küre-i zeminin karnında bâzı inkılâbât ve imtizâcâtın neticesi olarak hâsıl olan zelzele ve ihtizâzâtı dağların zuhuruyla sükûnet bulduğu; ve medâr ve mihverindeki istikrarına ve zelzelenin irticâciyle medâr-ı senevîsinden çıkmamasına sebep, dağların hurûcu olduğunu; ve zeminin hiddeti ve gadabı, dağların menâfiziyle teneffüs etmekle sükûnet ettiğini fehmeder; tamamen imâna gelir, "
b1154.gif
" -2- der.
• Meselâ,

b1155.gif
-3-
'daki
b1156.gif
-4- kelimesi, tetkikat-ı felsefe ile âlûde olmayan bir âlime, o kelime şöyle ifhâm eder ki: Semâ berrak, bulutsuz; zemin kuru ve hayatsız, tevellüde gayr-i kâbil bir halde iken; semâyı yağmurla, zemini hazrevâtla fethedip, bir nevi izdivaç ve telkıh sûretinde bütün zîhayatları o sudan halk etmek öyle bir Kadîr-i Zülcelâlin işidir ki; rûy-i zemin Onun küçük bir bostanı ve semânın yüz örtüsü olan bulutlar Onun bostanında bir süngerdir anlar, azamet-i kudretine secde eder.
Ve muhakkik bir hakîme, o kelime şöyle ifhâm eder ki: Bidâyet-i hilkatte semâ ve arz şekilsiz birer küme ve menfaatsiz birer yaş hamur, veledsiz, mahlûkatsız toplu birer madde iken, Fâtır-ı Hakîm, onları feth ve bast edip güzel bir şekil, menfaattar birer sûret, zînetli ve kesretli mahlûkata menşe' etmiştir anlar; vüs'at-i hikmetine karşı hayran olur.


1- Seni her türlü noksan sıfattan tenzih ederiz. Senin şânın ne yücedir
2- Hikmetli yapmak Allah'a mahsustur.
3- Gökler ve yer bitişik iken Biz onları birbirinden koparıp ayırdık. (Enbiyâ Sûresi: 30.)
4- Bitişik iken.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Yeni zamanın feylesofuna şu kelime şöyle ifhâm eder ki: Manzûme-i Şemsiyeyi teşkil eden küremiz, sâir seyyâreler, bidâyette güneşle mümtezic olarak açılmamış bir hamur şeklinde iken, Kadîr-i Kayyûm, o hamuru açıp, o seyyâreleri birer birer yerlerine yerleştirerek, güneşi orada bırakıp zeminimizi buraya getirerek, zemine toprak sererek, semâ cânibinden yağmur yağdırarak, güneşten ziyâ serptirerek dünyayı şenlendirip, bizleri içine koymuştur anlar, başını tabiat bataklığından çıkarır,
b1157.gif
-1- der.
• Meselâ,
b1158.gif
-2- 'daki lâm'ı hem kendi mânâsını, hem fî mânâsını, hem ilâ mânâsını ifade eder. İşte,
b1159.gif
-3-'in lâm'ı, avâm o lâm'ı ilâ mânâsında görüp fehmeder ki, "Size nisbeten ışık verici, ısındırıcı, müteharrik bir lâmba olan güneş, elbette bir gün seyri bitecek, mahall-i kararına yetişecek, size faydası dokunmayacak bir sûret alacaktır" anlar. O da, Halık-ı Zülcelâlin güneşe bağladığı büyük nimetleri düşünerek
b1160.gif
-4- der.
Ve âlime dahi, o lâm'ı ilâ mânâsında gösterir. Fakat güneşi yalnız bir lâmba değil, belki bahar ve yaz tezgâhında dokunan mensucât-ı Rabbâniyenin bir mekiği, gece gündüz sayfalarında yazılan mektubât-ı Samedâniyenin mürekkebi, nur bir hokkası sûretinde tasavvur ederek, güneşin cereyân-ı sûrîsi alâmet olduğu ve işaret ettiği intizamât-ı âlemi düşündürerek, Sâni-i Hakîmin san'atına
b1161.gif
-5- ve hikmetine
b1162.gif
-6- diyerek secdeye kapanır.
Ve kozmoğrafyacı bir feylesofa lâm'ı fî mânâsında şöyle ifham eder ki: Güneş, kendi merkezinde ve mihveri üzerinde zenberekvârî bir cereyan ile, manzûmesini emr-i İlâhî ile tanzim edip tahrik eder. Şöyle bir saat-i kübrâyı halk edip tanzim eden Sâni-i Zülcelâline karşı kemâl-i hayret ve istihsan ile
b1163.gif
-7- der, felsefeyi atar, hikmet-i Kur'âniyeye girer.


1- Zâtında ve sıfatlarında tek ve bir olan Allah'a İmân ettim.
2- Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider. (Yâsin Sûresi: 38.)
3- Tayin edilmiş bir yere doğru.
4- Allah her türlü kusur ve noksan sıfattan münezzehtir; ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
5- Allah dilemiş, ne güzel yaratmış.
6- Allah ne mübârek yaratmış.
7- Büyüklük ve kudret Allah'a mahsustur.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt