Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Ve dikkatli bir hakîme, şu lâm'ı hem illet mânâsında, hem zarfiyet mânâsında tutturup şöyle ifham eder ki: Sâni-i Hakîm, işlerine esbâb-ı zâhiriyeyi perde ettiğinden, câzibe-i umumiye nâmında bir kanun-u İlâhîsiyle, sapan taşları gibi, seyyâreleri güneşle bağlamış; ve o câzibe ile muhtelif, fakat muntazam hareketle o seyyâreleri daire-i hikmetinde döndürüyor; ve o câzibeyi tevlid için, güneşin kendi merkezinde hareketini zâhirî bir sebep etmiş. Demek,
mânâsı,
-1- yani, kendi müstekarrı içinde manzumesinin istikrarı ve nizâmı için hareket ediyor. Çünkü, hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet câzibeyi zâhiren tevlid eder gibi bir âdet-i İlâhiye, bir kanun-u Rabbânîdir. İşte, şu hakîm, böyle bir hikmeti Kur'ân'ın bir harfinden fehmettiği zaman, "Elhamdülillâh, Kur'ân'dadır hak, hikmet; felsefeyi beş paraya saymam" der.
Ve şâirâne bir fikir ve kalb sahibine şu lâm'dan ve istikrardan şöyle bir mânâ fehmine gelir ki: Güneş nurânî bir ağaçtır, seyyâreler onun müteharrik meyveleri. Ağaçların hilâfına olarak, güneş silkinir, tâ o meyveler düşmesin. Eğer silkinmezse düşüp dağılacaklar. Hem tahayyül edebilir ki, şems meczub bir serzakirdir. Halka-i zikrin merkezinde cezbeli bir zikreder ve ettirir. Bir risâlede şu mânâya dâir şöyle demiştim:
Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri.
Eğer sükûtuyla sükûnet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezâda muntazam meczubları.
• Hem meselâ,
-2-'da bir sükût var, bir ıtlak var. Neye zafer bulacaklarını tâyin etmemiş, tâ herkes istediğini içinde bulabilsin. Sözü az söyler, tâ uzun olsun. Çünkü, bir kısım muhatabın maksadı ateşten kurtulmaktır. Bir kısmı yalnız Cenneti düşünür. Bir kısım, saadet-i ebediyeyi arzu eder. Bir kısım, yalnız rızâ-i İlâhîyi ricâ eder. Bir kısım, rü'yet-i İlâhiyeyi gâye-i emel bilir. Ve hâkezâ, bunun gibi pekçok yerlerde, Kur'ân sözü mutlak bırakır, tâ âmm olsun. Hazfeder, tâ çok mânâları ifade etsin. Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun.
İşte,
der, neye felâh bulacaklarını tâyin etmiyor. Güyâ o sükûtla der: "Ey Müslümanlar, müjde size! Ey müttakî, sen Cehennemden felâh bulursun. Ey sâlih, sen Cennete felâh bulursun. Ey ârif, sen rızâ-i İlâhîye nâil olursun. Ey âşık, sen rü'yete mazhar olursun." Ve hâkezâ.
1- Müellifin ifadesi; açıklaması hemen peşinde yapılmış.
2- Dünya ve âhirette saadet ve kurtuluşa erenler de onlardır. (Bakara Sûresi: 5.)
Ve şâirâne bir fikir ve kalb sahibine şu lâm'dan ve istikrardan şöyle bir mânâ fehmine gelir ki: Güneş nurânî bir ağaçtır, seyyâreler onun müteharrik meyveleri. Ağaçların hilâfına olarak, güneş silkinir, tâ o meyveler düşmesin. Eğer silkinmezse düşüp dağılacaklar. Hem tahayyül edebilir ki, şems meczub bir serzakirdir. Halka-i zikrin merkezinde cezbeli bir zikreder ve ettirir. Bir risâlede şu mânâya dâir şöyle demiştim:
Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri.
Eğer sükûtuyla sükûnet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezâda muntazam meczubları.
• Hem meselâ,
İşte,
1- Müellifin ifadesi; açıklaması hemen peşinde yapılmış.
2- Dünya ve âhirette saadet ve kurtuluşa erenler de onlardır. (Bakara Sûresi: 5.)