18- Müslimânlığı seçenler

MURATS44

Özel Üye
Zengin fakîri küçük görmüyor, yüksek rütbeliler de diğerlerine tekebbür etmiyordu.
Ben, bütün bunları gördükden sonra, aradığım hak dînin islâm dîni olduğunu anladım. Şimdiye kadar diğer bütün dinleri incelediğim hâlde, hiç birisi, benim üzerimde böyle te’sîrli olmamışdı. Fekat, müslimânlığı böyle yakından görünce ve müslimânlığın esâsını öğrenince, bu hak dîni tereddüdsüz kabûl etdim.
Şimdi müslimân olduğum için iftihâr ediyorum. İngilterede üniversitede (İslâm Kültürü) derslerini ta’kîb etdim ve gördüm ki, Kurûn-u vüstâ [Orta çağ]da Avrupa müdhiş bir karanlık içinde iken, ancak islâm nûru, bu zulmeti aydınlatmağa muvaffak olmuşdur. Birçok büyük keşfler, müslimânlar tarafından yapılmış, birçok ilm ve fen ve tıb bilgileri Avrupalılara, islâm Dâr-ül-fünûnlarında [Üniversitelerinde] öğretilmiş, birçok cihangirler islâm dînini kabûl ederek büyük devletler kurmuşlardır. Müslimânlar yalnız büyük bir medeniyyet kurmakla kalmamış, hıristiyanlar tarafından tahrîb edilen eski medeniyyetleri de, yeniden meydâna çıkarmışlardır. Benim müslimân olduğumu öğrenen arkadaşlarım, bana, (Sen şimdi gerici oldun) dedikleri zemân, ben gülümsiyerek, (Temâmen aksine, Müslimânlık gericilik değil, ileri medeniyyet demekdir) diyor ve onlara hakîkî müslimânlığı anlatıyordum. Ne yazık ki, bugün müslimânlar çok geri kalmışdır. Çünki müslimânlar, kendi dinlerinin ne kadar yüksek bir din olduğunu gitdikçe unutmakda ve onun emrlerini yerine getirmeği ihmâl etmekdedirler. Bunda kabâhatin bir kısmı da, hakîkî din ve fen âlimi, dünyâyı da iyi bilen müslimân din adamlarının çok az mevcûd oluşudur.
İslâm memleketlerinde hâlâ, büyük bir müsâfirperverlik bulunur. Bir müslimânın evine gidince, o sizi tanısın veyâ tanımasın, kapılarını açar ve hemen imdâdınıza koşar. Çünki, islâm dîni, başkalarına yardım etmeği emr eder. Zenginin fakîre yardım etmesi, servetinin bir kısmını yoksullara vermesi, islâm dîninin beş büyük esâsından biridir. Bu, başka hiçbir dinde yokdur. Demek oluyor ki, islâm dîni bu asrın ictimâ’î [sosyal] hayâtına en uygun olan dindir. Onun içindir ki, islâm memleketlerinde komünizme yer yokdur. Çünki islâm dîni, bu mes’eleyi çok dahâ evvelden ve çok dahâ esâslı olarak hâl etmişdir.
İnsana sadâkat yaraşır, görse de ikrâh,
Yardımcısıdır doğruların hazret-i Allah.
 

MURATS44

Özel Üye
26
H. F. FELLOW
(İngiliz)

Ben hayâtımın büyük bir kısmını denizlerde geçiren ve 1914 de Birinci Cihân Harbine ve 1939 da İkinci Cihân Harbine, İngiliz deniz subayı olarak katılmış bir bahriyeliyim.
Yirminci asrın en mükemmel âlet ve makinaları bile, tabî’atın korkunç kuvvetlerine karşı koyacak evsâfda değildir. En basît bir misâl vereyim. Sis ve fırtınaya mukavemet için elimizde hiçbir imkân yokdur. Bir harb zemânında ise, bu tehlükelere dahâ birçok tehlükeler ilâve olur. Bir bahriyelinin, dâimâ dikkatli olması lâzımdır. İngiliz Bahriyyesinde, Kraliçenin Ta’limâtı ve Amirallik Dâiresinin koyduğu ta’lîmâtı ihtivâ eden bir kitâb mevcûddur. Bu kitâbda, her deniz subayına düşen vazîfeler, tehlüke ânında yapılacak işler kayd edilmiş olduğu gibi, vazîfesini iyi yapanlara verilecek mükâfâtlar, iyi hareket edenlere verilecek takdîrnâmeler, para mükâfâtları, ma’aş ve ücretler, bir subayın ne zemân emekli olacağı yazılıdır. Aynı zemânda, kabâhatli olanlara verilecek cezâlar, emrlere karşı gelenlere yapılacak hareket tarzı v.s. de birer birer kayd edilmişdir. Eğer bu kitâba dikkat ile riâyet olunacak olursa, denizde hayât gâyet râhat ve muntazam geçer, tehlüke çok azalır ve deniz subayları sâkin ve bahtiyâr yaşarlar.
Allahü teâlâ, kusûrumu ve günâhımı afv etsin! Aradaki büyük farkı hiç bir zemân unutmıyarak ve hurmetde kusûr etmiyerek, ben Kur’ân-ı kerîmi, işte bu kitâba benzetiyorum. Kur’ân-ı kerîmde, bu esâsları koyan Allahü teâlâdır. O, dünyâ üzerinde bulunan bütün erkek, kadın ve çocuklara nasıl hareket etmeleri îcâb etdiğini, tehlükenin nereden geleceğini ve ona karşı ne yapmak lâzım olduğunu, iyi hareket edenlerin nasıl mükâfâtlandırılacağını ve fenâ hareket edenlerin nasıl cezâlandırılacağını, son derecede açık ve güzel bir şeklde ve herkesin anlıyacağı bir tarzda öğretmekdedir. Son 11 senedir, emekliye ayrıldıkdan sonra, bağçemde çiçek yetişdiriyorum. İşte asl bu zemân, Allahü teâlânın büyüklüğünü, bir kerre dahâ yakından gördüm. Nebâtlar ve çiçekler, ancak Allahü teâlânın emri ile yetişmekde ve büyümekdedir. Onun emri olmadan dikdiğiniz hiçbir şey yetişmez. Ne kadar uğraşırsanız uğraşınız, ne yaparsanız yapınız, sizin uğraşmalarınız, ancak Onun yardımı ile bir netîce verir. Bu yardım yoksa, gayretlerimiz boşa gider. Nebâtların neşvü nümâsı [ya’nî yetişmesi] için lâzım olan hava şartlarını evvelden ta’yîn etmek kimsenin elinde değildir.0
 

MURATS44

Özel Üye
Allahü teâlânın bir emri ile hava bozulur ve ekdiğiniz herşey mahv olur. İnsanlar hava şartlarını evvelden tahmîn edebilmek için, birçok şey yapdılar. Bugün güyâ havanın nasıl olacağı evvelden haber veriliyor. Ben, buna ancak gülüyorum. Zîrâ, bu hava tahmînlerinden ancak yüzde biri doğru çıkmakdadır. Bu işde ancak Allahü teâlânın takdîri hâsıl olur. Allahü teâlânın emrine uymıyanların bağçelerinde güzel çiçekler yetişmiyor. Bu, Allahü teâlânın onlara verdiği cezâdır.
Ben, Kur’ân-ı kerîmin Allah kelâmı olduğuna ve Allahü teâlânın bu mukaddes kitâbı dünyâya yaymak için, Muhammed sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemi seçdiğine, bütün kalbimle îmân ediyorum. Kur’ân-ı kerîm, dünyâdaki insan hayâtı ile tam bir tevâfuk hâlindedir ve içinde hiçbir mübâlağa ve hurâfe olmayan, temâmen mantıkî, aklı başında olanların, temâmen sahîh, doğru olduğuna inanacağı kâ’ideler vardır. Kur’ân-ı kerîmde, ibâdet korkuya değil, muhabbete ve hurmete bağlanmışdır.
Bir hıristiyan, hıristiyanlık muhîti ve te’sîri altında uzun seneler kalınca, dîninden vazgeçip müslimân olmak için, evvelâ iknâ’ olunmak ister. Fekat ben, islâmiyyeti tedkîk etdikden sonra, başkası tarafından iknâ’ edilmek lüzûmunu his etmedim. Çünki, kendiliğimden bu dînin hak bir din olduğuna inanmışdım. Kimse beni müslimân yapmağa zorlamadı. Kimsenin te’sîri altında kalmadım. Müslimânlık, benim hıristiyanlıkda cevâbını bulamadığım birçok şübheleri hemen cevâblandırmış, beni her husûsda tatmîn etmişdi. İşte bunun için, kendi kendime ve seve seve müslimân oldum.
Ben, farkına vardım ki, Îsâ aleyhisselâmın getirdiği temiz din ile İslâmiyyet, aslında birbirinin aynıdır. Fekat temiz nasrânî dîni, birçok hurâfelerle, puta tapanlardan alınmış yanlış âyin ve i’tikâdlarla karışarak, temâmen bozulmuş ve hıristiyanlık hâline gelmişdir. O kadar ki, Martin Luther bu hurâfelerin çoğunu temizliyerek, dinde reform yapmak ve protestanlığı kurmak zorunda kalmış, fekat, islâh edeyim derken, büsbütün ifsâd etmişdir. İngiliz kraliçesi birinci Elizabeth, memleketini tehdîd eden katolik İspanyollar ile mücâdele ederken, Osmânlı Türkleri de Avrupada katoliklerle cihâd ediyordu. Bu iki devlet de, protestan ve müslimân olarak, puta tapan katoliklerle mücâdele ediyorlardı. Yalnız Martin Luther, farkına varmamışdı ki, Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kendisinden tam 900 sene evvel bozulmuş hıristiyan dîni ile diğer bütün dinleri temâmiyle temizlemiş, tasfiye etmişdi.
 

MURATS44

Özel Üye
ugün, hıristiyanlık putlar ve hurâfelerle doludur. Hıristiyanlık, uzun zemânlar haksızlığın, zulmün, vahşetin, âdetâ mubâh görüldüğü bir din olarak kalmış ve bugün bu korkunç hüviyyetini temâmen muhâfaza etmekdedir. İspanyada hıristiyanların, Engizisyon mahkemelerinde ne kadar haksız karârlar verdiklerini, ne gibi vahşetler yapdıklarını hâtırlamanızı isterim. Onların bu vahşetinden kaçan yehûdîleri, ancak müslimân Türkler kabûl etdiler ve onlara insan mu’âmelesi yapdılar. Îsâ aleyhisselâm, ümmetinden, Allahü teâlânın Tûr-i Sînâda [Sînâ tepesinde] Mûsâ aleyhisselâma teblîg etdiği Evâmir-i Aşereye [On emre] itâ’at etmeği istemişdi. Bu emrlerden birincisi şudur: (Ben senin Allahınım. Benden başka hiç bir ilaha tapmayacaksın!) Hâlbuki hıristiyanlar, Allahü teâlâyı üçe çıkarmışlar, ya’nî Allahü teâlânın verdiği ilk emre muhâlefet etmişlerdir. Ben, müslimân olmadan evvel bile, üç tanrıya inanmadım. Allahü teâlâyı dâimâ tek, merhametli, afv edici, hidâyet yolunu gösterici, bir büyük varlık olarak kabûl ediyordum. İşte beni müslimânlığa götüren en büyük sebeb, bu oldu. Çünki müslimânlar, Allahü teâlâya tam benim düşündüğüm gibi îmân ediyorlardı.
Hayâtdaki yaşama tarzınız temâmen sizin elinizdedir. Eğer siz, bir muhâsebeci iseniz ve mal sâhibinin kasasından para aşırırsanız, sizi yakalar ve habse sokarlar. Kaygan bir yoldan giderken dikkat etmezseniz, yuvarlanır ve bir tarafınızı kırarsınız. Otomobilinizi çok sür’at ile sevk eder ve bu sebeb ile bir kazâ yaparsanız, bundan yine siz mes’ûl olursunuz. Bütün bu kabâhatleri, başkasının üstüne yüklemeğe kalkmak, büyük bir ahlâksızlıkdır. İnsanların fenâ huylu olarak doğduklarına inanmıyorum. İnsanlar, muhakkak iyi huylu olarak doğmuşdur. İnsanların ba’zılarının, fenâ rûhlu olarak dünyâya geldiğini iddi’â edenler var ise de, bunlara inanmıyorum. Bence, insanı fenâ rûhlu yapan, önce, anası babası, sonra muhîti [çevresi], zararlı neşriyyât ve sonra fenâ arkadaşlarıdır. Buna bir de zararlı muallimleri eklemek gerekir. Çocuklar, baba ve analarının ve mektebdeki muallimlerinin ve yazarların hareket ve fikrlerine çok kıymet verirler ve onlara benzemeğe çalışırlar. Ba’zan çocukların, bilinmeyen sebeblerden ötürü isyân etdikleri veyâ lüzûmsuz yere ortalığa zarar verdiği görülür. O zemân, onlara nasîhat vermek, onları tatlılıkla, fekat ciddiyetle yola getirmek lâzımdır. Fekat, biz çocuklarımıza fenâ örnek olursak, kendimiz fenâ hareketler yaparsak, onları yapdıkları hareketin doğru olmadığı husûsunda iknâ edemeyiz. Biz her dürlü kabâhati işlersek, bunların kötü şeyler olduğunu çocuklarımıza nasıl anlatabiliriz? Demek oluyor ki, her şeyden evvel çocuklarımıza mükemmel bir nümûne olmalıyız.
 

MURATS44

Özel Üye
Îcâbında onları cezâlandırabilmeliyiz. İngilizlerin sporcu olduğunu bilirsiniz. Spor bizde âdetâ kutsaldır. Spor yaparken, yanlış hareket eden, hele hîle yapan, hemen cezâlandırılır ve şerefinden çok şey gayb eder. İslâm dîni, insanlar için tıpkı bizim spor kâ’ideleri gibi çok güzel ve mantıkî hareket tarzı ve doğru yaşama kâ’ideleri koymuşdur. İşte ben de, İslâm dînini tedkîk ederken, konulan bu kâ’idelere hayrân oldum. Bu mantık ve intizâm da beni hak olan islâm dînine kavuşdurdu.
On emrin ikincisi şudur: (Sen, tapınmak için, hiçbir put veyâ resm veyâ işâret yapmıyacaksın.) Hâlbuki, bugün hıristiyan kiliseleri resmlerle, heykellerle doludur ve hıristiyanlar bunların önünde yerlere kadar eğilirler!
Ben, Îsâ aleyhisselâmın mu’cizeleri, [hıristiyanların i’tikâdınca] haç üzerinde öldürülmesi, kabre konuldukdan sonra tekrar dirilip göğe çıkması gibi mu’azzam hâdiselerin, o zemân Filistinde bulunan yehûdîler, Romalılar ve diğer insanlar üzerinde çok az bir etki yapdığına ve oradaki hayât tarzını hiç değişdirmediğine dâimâ hayret etmişdim. Yehûdîler Îsâ aleyhisselâma çok kaydsız kalmış ve hıristiyanlık ancak yüzyıllar sonra yayılmağa başlamışdır. Hâlbuki, Muhammed sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemin teblîg ve neşr etdiği İslâm dîni, çok kısa zemânda her tarafa yayılmış, oralardaki hayât tarzını hemen değişdirmiş, yarı vahşî insanları kısa zemânda, medenîleşdirmişdir. Zan ediyorum ki, bunun sebebi, îsevî dîninin kısa zemânda bozularak, anlaşılması güç, yarı putperest yeni bir hıristiyan dîni hâlini alması, islâm dîninin ise, herkes tarafından anlaşılabilen mantıkî bir din olmasıdır. 1919 ile 1923 arasında, bana Türk sularında vazîfe verildi. Müslimânlarla görüşdüm. Her gün minârelerden duyduğum (Ancak bir Allahü teâlâ vardır. Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Onun resûlüdür) sesi kulağıma ne hoş geliyordu! İslâmiyyet hakkında okuduğum İngilizce kitâblardan çoğu, İslâmiyyeti tahkîr ediyordu. Hele son üçyüz sene içinde, aynı zemânda halîfe olan Türk sultânlarının yapdıkları iddiâ edilen birçok fenâ hareketleri, haksızlıkları, Türklerin yalancılığı, düzenbazlığı, rüşvete düşkün olmaları, azınlıklara fenâ mu’âmele etmeleri gibi iftirâlar, hep onların aldığı islâm terbiyesine isnâd ediyor, bir müslimânın hiç bir zemân bir hıristiyan gibi dürüst olmıyacağını ileri sürüyordu. Acabâ kabâhat hakîkaten İslâm dîninde miydi? Ben buna inanmıyordum. Nihâyet bu husûsda bilgi edinmek için, bir müslimân din adamına mürâce’at etmeğe karâr verdim. Bir tarafdan da İslâmiyyet hakkında müslimânlar tarafından yazılmış eserleri aradım.
 

MURATS44

Özel Üye
İngilterede bulunan müslimân din adamları, bana böyle eserler bulup yolladılar. Bu kitâbları okuduğum zemân, islâmiyyetin ne kadar temiz olduğunu, Ortaçağda nasıl parladığını, karanlık hıristiyan âlemini nasıl aydınlatdığını, fekat zemânla dîne ri’âyetsizlik yüzünden, islâm âleminin nasıl za’îflediğini, şimdi onu yine eski hakîkî hâline getirmek için uğraşıldığını öğrendim. Bugünkü ilmî terakkîler hıristiyan dîninde yer bulamaz. Hâlbuki, islâmiyyet ile tam bir ittifak hâlindedir. Demek oluyor ki, islâm âleminin gerilemesinde kabâhat, islâm dîninde değil, bu güzel dîni lâyıkı ile tatbîk edemeyen bugünkü müslimânlardadır. Artık islâm dîninin meziyyeti hakkında hiçbir şübhem kalmamışdı. Seve seve, îmân ederek müslimân oldum.
Bugün Avrupada ba’zı filozoflar, muharrirler, dinlerin lüzûmsuz olduğunu ileri sürerler. Emîn olunuz ki, böyle bir fikrin hâsıl olmasına sebeb, hıristiyan dîninin akla uymaz kâ’ideleri ve 20. asrda kabûl olunamıyacak hurâfeleridir [ya’nî bâtıl akîdeleridir]. Hâlbuki islâm dîninde bunların hiçbiri yokdur.
Hıristiyanlar, İslâmiyyeti kabûlümün sebebini bir dürlü anlıyamamakda ve müslimân olanlara (eksantrik = Kimseye uymıyan bir yol tutanlar) demekdedirler. Bu temâmiyle yanlış bir düşüncedir.
En son olarak şunu söyliyeceğim: Ben islâmiyyeti hem teorik, hem pratik, anlaşılması kolay ve mantıkî ve her bakımdan mükemmel bir din olduğu ve insanlara iyi bir rehber olduğu için seçdim. İslâm dîni, insanı Allahü teâlânın rızâsına, dünyâ ve âhiret se’âdetine götüren en doğru yoldur ve kıyâmete kadar böyle kalacakdır.
27
J. W. LOVEGROVE
(İngiliz)

Niçin müslimân olduğum hakkında sorduğunuz süâle aşağıda kısa bir cevâb vermek istiyorum. Din ve îmân hakkında size uzun bir konferans verecek değilim. Din ve îmân insanın rûhunda doğan, her şeyden temâmen farklı bir meziyyetdir. Tıpkı çölde kalmış bir insanın susamasına benzer. İnsanların muhakkak istinâd edecek, güvenecek, kendisine rehber olacak bir îmâna mâlik olması lâzımdır. Ben, önce din târîhlerini tedkîk etdim. İnsanları dîne da’vet eden zâtların hayâtlarını ve onların ne öğretdiklerini dikkat ile okudum. Anladım ki, Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” başlangıçda, öğretdiği esâs kâ’ideler zemânla bozulmuş ve büsbütün başka şekllere dönmüşdür.
 

MURATS44

Özel Üye
Bunlardan ancak pek az doğru kısmı günümüze kadar devâm edebilmişdir. Bu büyük, seçilmiş insanların hayâtlarına dürlü dürlü efsâneler karışdırılmış, yapdıkları işler bize büsbütün başka ve esrârla dolu bir şeklde intikâl etmişdir. İşte bunların yanında yalnız İslâm dîni, intişâr etdiği günden bugüne kadar aynı saflığı, aynı temizliği muhâfaza etmiş, içine hiç bir hurâfe ve efsâne katılmadan, günümüze kadar devâm etmişdir. Kur’ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâm zemânında ne ise, bugün de odur. Bir kelimesi bile değişmemişdir. Muhammed aleyhisselâmın mübârek sözleri, kendi ağzından çıkdığı şeklde, hiçbir tehavvüle uğramadan günümüze vâsıl olmuşdur.
Allahü teâlâ, lüzûm gördükçe, insanlara Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” göndermişdir. Bunlar birbirini temâmlar. Diğer Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” öğretdiği husûsların değişdirilmiş ve başka şekllere sokulmuş olduğu göz önünde tutulursa, en temiz, en saf ve en doğru kalan İslâm dînini kabûl etmekden dahâ mantıkî ne olabilir? Esâsen, kendime sâde, fâideli ve içinde mantığa uymıyan hurâfeler katılmamış bir hak din arıyordum. İslâm dîni, böyle bir ilâhî dindir. İslâm dîni, Allahü teâlâya ve komşularıma ve sâir insanlara karşı olan vazîfelerimi bir bir göstermekdedir. Bütün dinlerden maksad bu olduğu hâlde, onlarda bu husûs için anlaşılmaz felsefî akîdeler konulmuşdur. Hâlbuki, islâm dîninde bu husûsda herkesin anlıyabileceği, sâde, mantıkî, inandırıcı, fâideli kâ’ideler vardır. Ben, dünyâda ve âhiretde, huzûr ve selâmete kavuşmak için, neler yapmak îcâb etdiği hakkındaki bilgileri, ancak İslâm dîninde buldum. Onun için müslimân olmakla şereflendim.
28
DAVİS
(İngiliz)

1931 senesinde doğdum ve 6 yaşında ilk mektebe gitmeğe başladım. Yedi sene sonra, ilk mektebi temâmlıyarak, orta kısma devâm etdim. Âilem beni katolik terbiyesi ile yetişdirdi. Sonradan, Anglikan kilisesine bağlandım. En sonunda, Anglo-katolik oldum. Bütün bu tehavvüller esnâsında, hep aynı şeyle karşılaşıyordum. Hıristiyanlık, insanın normal günlük hayâtından temâmen ayrılmış, yalnız Pazar günleri giyilen ve onun için sandıkda saklanan bir elbiseye benzemişdi. İnsanlar, hıristiyanlık dîninde aradıklarını bulamıyorlardı. Hıristiyan dîni, insanları kiliseye dürlü renkli ışıklar, resmler, günnük kokuları, zevkli müzik ve Azîzler için yapılan dürlü parlak merâsim ve düâlarla bağlamağa çalışıyor.
 

MURATS44

Özel Üye
Fekat, insanları bir dürlü toplamağa muvaffak olamıyordu. Çünki hıristiyan dîni, yalnız efsânevî husûslarla meşgûl oluyor, kilise dışındaki olan bitenle hiç alâkası olmuyordu. İşte bunun için, ben hıristiyanlıkdan temâmen nefret etdim ve yaldızlı reklâmlarla medh olunan komünistlikle faşistliği tecribe etmeğe karâr verdim.
Komünist olurken, komünistlikde sınıf farkı olmadığına inanmış ve buna çok sevinmişdim. Fekat zemân geçdikçe, komünistlerin, sınıfsız olmak şöyle dursun, âdetâ bir esîr hayâtı yaşadıklarını, içlerindeki küçük bir zümrenin diğerleri üzerine zulm ve işkence yapdığını, kimsenin birşey söylemeğe hakkı olmadığını ve ufak ve haklı bir i’tirâzda bulunsa, hemen cezâlandırıldığını ve bu cezâlandırmanın ölüme kadar gitdiğini dehşet ile gördüm. Komünizmin hakîkî yüzü hakkında, bize Stalin en bâriz bir misâldir. Bunun üzerine komünistliği bırakarak, faşist olmağa karâr verdim.
Faşistlikde gördüğüm disiplin ve intizâmı, çok beğendim. Fekat faşistler, ancak kendilerini beğeniyorlar. Kendilerinin dışında olan bütün insanları, başka ırkları hakîr görüyorlardı. Burada da, zulm, ızdırab, haksızlık ve tahakküm vardı. Birkaç ay içinde, faşistlikden de, temâmen nefret etdim. Çünki, İngilterede Mosley, Almanyada Hitler, İtalyada Mussolini, tâm bir terör, merhametsiz ve keyfî bir zulm nümûnesi olmuşlardı. Fekat buna rağmen, faşistlikden ayrılamıyordum. Çünki başvuracak başka bir yer kalmamışdı.
Bu sırada, rûhî ızdırâblar arasında çırpınırken, bir kitâb satıcısında, (The İslamic Review = İslâm Mecmû’ası) adında bir dergi gördüm. Bunu biraz karışdırdım. Bedeli 2 şilin 6 pens olan (bugünkü para ile 15 lira) ve benim için çok pahalı sayılan bu mecmû’ayı, niçin satın aldığımı hâlâ anlıyamıyordum. Kendi kendime, (Beyhûde para sarf etdim. Her hâlde bunun içindekiler de hıristiyanların, komünistlerin, faşistlerin söyledikleri ve iki para etmiyen laflara benzer) diye düşünüyordum. Fekat mecmû’ayı dikkat ile okumağa başlayınca, şaşırıp kaldım. Okudum, bir kerre, bir kerre dahâ okudum. O zemân islâmiyyetin, hıristiyanlığın ve sonu (izm) ile biten bütün ideolojilerin en iyi taraflarını kendinde toplayan mükemmel bir din olduğunu gördüm ve anladım. Fakîrliğime rağmen, bu mecmû’aya abone oldum. Birkaç ay sonra, müslimân olmağa karâr vermişdim. O günden beri, yeni dînime iki elle sarılmış bulunuyorm.
Üniversiteye girer girmez, Arabî öğrenmeğe başlayacağımı ümmîd ediyorum. Şimdiki hâlde, Latince, Fransızca ve İspanyolca öğreniyor ve (İslâm Mecmû’ası)nı okuyorum.
 

MURATS44

Özel Üye
29
T. H. Mc BARKLİE
(İrlandalı)

Ben, İrlandalı olmama ve İrlandalıların çoğunun katolik dînine bağlı bulunmasına rağmen, protestan mezhebinde yetişdirildim. Fekat, dahâ çocuk yaşında iken, hıristiyanlık hakkında bana öğretilen şeyleri hiç beğenmiyor, bunların doğruluğundan şübhe ediyordum. Üniversiteye başlayıp, birçok yeni ilmler öğrenince, şübhem artık kanâ’ate vardı. Hıristiyan dîni, artık bana hiçbir şey vermiyordu. Ondan temâmen nefret etdim ve ona inanmıyordum. İçimdeki, (beni hak yola kavuşduracak bir rehberi aramak) arzûsu, o kadar şiddetliydi ki, bir müddet, düşündüğüm tarzda bir i’tikâd yolu kurmuş ve bununla kendimi tatmîn etmeğe çalışmışdım. Bu karışık rûh hâleti oldukça uzun sürdü. Birgün, elime (İslâm ve Medeniyyet) isminde bir kitâb geçdi. Bunu okuyunca, büyük bir hayret ve sevinç ile gördüm ki, aklımdan geçen bütün ümmîdler, süâller ve bunların cevâbları, bu kitâbda mevcûd idi. Hıristiyan fırkalarının zulm ve baskılarına karşı islâm dîninin huzûr dolu, canlı kâ’ideleri, beşeriyyete doğru yolu göstermişdi. İslâm memleketlerindeki ilm ve medeniyyet kaynakları, karanlık ve vahşet içinde bulunan Avrupaya nûr saçmışdı. Hıristiyanlıkla kıyaslandığı zemân, islâm ne kadar mantıkî, fâideli bir din idi.
İslâmiyyetde beni, ilk görüşde kendisine hemen bağlıyan husûs, hıristiyanlıkda bulunan (İnsanların günâhkâr olarak doğduğu ve dünyâda keffâret vermek mecbûriyyeti bulunduğu) akîdesinin islâm dîninde red edilmesiydi. Sonraları, islâmiyyetin insânî, medenî diğer ahkâmını öğrenerek, bu dînin büyüklüğüne hayrân oldum. İslâmiyyetde zengin, fakîr ayrılığı yokdu. İslâmiyyetde her ırkdan, her renkden, her dilden insanlar birbirinin kardeşi sayılıyordu. İslâmiyyet, insanların aralarındaki servet, mevkı’, ırk, memleket, renk farklarını bir hamlede yıkıyordu. İşte bunun için müslimân oldum.
30
MAHMÛD GUNNAR ERİKSON
(İsveçli)

Allahü teâlâya hamd-ü senâ ile söze başlıyorum. Allahü teâlâdan başka bir ma’bûd bulunmadığına ve Muhammed aleyhisselâmın Onun kulu ve resûlü olduğuna şehâdet ederim.
Bundan beş sene evvel müslimânlarla görüşdüm.
 

MURATS44

Özel Üye
Dostlarımdan biri, birgün, Kur’ân-ı kerîmi merak etdiğini ve onu okumağa başladığını söylemişdi. O zemâna kadar, Kur’ân-ı kerîm hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Arkadaşımın Kur’ân-ı kerîm okumağa başladığını öğrenince, onun yanında küçük düşmemek için ben de Kur’ân-ı kerîmi tedkîk etmeğe karâr verdim ve İsveççe bir Kur’ân-ı kerîm tercemesini bulmak için şehrimizin kütübhânesine mürâce’at etdim. Oradan, böyle bir terceme buldum ve okumağa başladım. Kütübhâneden aldığım bir kitâbı ancak onbeş gün yanımda tutabiliyordum. Fekat, Kur’ân-ı kerîm, benim üzerimde o kadar büyük bir te’sîr yapdı ki, onbeş gün kâfî gelmedi. Kitâbı geri verdikden birkaç gün sonra, tekrar kütübhâneye gidiyor ve onu tekrar alıyordum. Böylece, her 15 günde bir geri vererek ve birkaç gün sonra tekrar alarak, bu Kur’ân-ı kerîm tercemesini def’alarca okudum. Kur’ân-ı kerîmi okudukça, ona hayrân oluyor ve müslimânlığın hakîkî din olduğuna inanmağa başlıyordum. 1950 senesi Kasım ayında, artık müslimân olmağa karâr vermişdim. Fekat islâmiyyetin hakîkî ma’nâsına vâkıf olmak ve onun derinliğine nüfûz etmek için biraz dahâ beklemek ve bu dîni biraz dahâ tedkîk etmek istiyordum. Bunun için, Stockholmda umûmî kütübhâneye giderek, islâm dîni hakkında yazılmış eserleri araşdırdım. Bu eserler arasında, Muhammed Alînin Kur’ân-ı kerîm tercemesini buldum. Muhammed Alînin, Kadıyânî ve Ahmedî denilen bir sapık teşkîlâtın mensûblarından olduğunu sonradan öğrendiğim hâlde, bu kifâyetsiz kimsenin yapmış olduğu tercemeden bile, çok fâidelendim. Artık müslimân olmak için hiç bir şübhem kalmamışdı. Müslimânlarla görüşmem işte o zemân başladı. 1952 senesinden i’tibâren onlarla birlikde ibâdetlere iştirâk etdim. Büyük bir tâli’ eseri olarak, Stockholmda müslimânlar tarafından te’sîs edilmiş bir cem’iyyet buldum. Onlarla tanışdım. Onlardan da, birçok şeyler öğrendim. 1372 hicrî senesinin Ramezân bayramında İngiltereye gitdim ve bayramın birinci günü (Woking) câmi’inde resmen müslimân oldum.
Müslimânlıkda beni kendisine en çok cezb eden şey, müslimânlığın son derece mantıkî bir din olmasıdır. İslâmiyyetde, akl-ı selîmin kabûl etmediği hiçbir şey yokdur. İslâmiyyet, Allahü teâlânın bir olduğuna inanmağı emr eder. Allahü teâlâ gafûr ve rahîm (afv edici ve çok merhametli)dir. İnsanlara râhat ve huzûr içinde yaşıyabilmeleri için, her an sayısız lutf ve ihsânlarda bulunur.
İslâm dîninde en çok sevdiğim şeylerden biri de, islâm dîninin yalnız Arabların dîni olmayıp, bütün insanların dîni olmasıdır.
 
Üst Alt