K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOLONYA NECİS MİDİR?
Kolonya içinde alkol maddesi bulunduğundan necisdir Üzümden imal edilmiş olan şarap ile diğer maddelerden imal edilmiş şekr veren her türlü rakı ve alköllü şeyler arasında fark yoktur, hepsi necistir Bir yere isabet ederse onu yıkamak icab eder Şafi'i mezhebinde asla buna cevaz veren olmamıştır Onu kullanan kimse günahkar olduğu gibi vücut ve elbisesinde değdiği yeri yıkamadan namaz kılarsa namazı batıldır
Hanefi mezhebinde üzümden imal edilmiş olan şarap kesinlikle necistir Başka maddelerden imal edilmiş olan alkollü madde hakkında üç görüş vardır

1- Şarap gibi necaset-i muğallazadır
2- Necaset-i muhaffafadır
3- Tahirdir

En kuvvetli görüş şarap gibi olması görüşüdür
Binaenaleyh Şafi'i olan kimsenin kolonyayı asla kullanmaması gerekir Hanefi mezhebinde fetva var ise de Hanefi'nin de ondan sakınması daha evladır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOMİSYON, KOMİSYONCU Komisyon, bir karar vermek üzere oluşan heyet, komisyoncu; aracılık yapan kimse Komisyonculuk komisyoncunun yaptığı ticari aracılık Şehirde oturan kimsenin, dışarıdan (bâdiye) mal getirenlere vekil olarak, onların malınısatması
Komisyoncunun arapça karşılığı olan simsar, bir işe bakan, muhafaza eden kimse demektir Sonradan, alışveriş işlerini yürüten, satıcı ile alıcıyı, akit meclisinde yaptığı ilânlarla buluşturan "dellâl" anlamında kullanılmıştır Alış-veriş akitlerinde ise, satıcı ile alıcıyı buluşturan ve satım akdini gerçekleştirmek için belli bir ücret veya satış bedelının belli bir yüzdesi karşılığında onların arasına giren üçüncü kişi demektir (ibn Manzûr, Lisanü'l Arab, Beyrut, ty, IV, 38; Ibnu'l-Esir, en-Nihaye fi Garibi'l Hadis, 1918 y,y, II, 400)
Satış için konsiyye (consigriation) olarak mal bırakma ile komisyonculuk aynı şeyler değildir Komisyonda komisyoncu malı kendi adına, fakat sahibi hesabına satar, komisyoncu satılanın kârını değil, sadece komisyonu (yani önceden miktarı belirlenen bir ücreti veya satış bedelının yine) belirlenen yüzdesini alır Halbuki satış için bırakmada satılanın kâr veya zararı, malın sahibine değil bırakılana aittir Bırakılan sadece ona kararlaştırılan bedeli ödemekle yükümlü olur Onun malı yüksek fiyatla veya zararına satması mal sahibini etkilemez Çünkü o, mal uzun süre satılmazsa aynen geri alırveya malın satılması halinde belirledikleri miktardaki bedeli alma hakkıdoğar
Komisyoncu satıcı ile alıcı veya üretici ile tüketici arasına girerek fiyatların yükselmesine veya piyasaya kontrollü mal sürülmesine sebep olabildiği için bazı Hadislerde "Telâkki'r-Rükbân (köyden veya dışarıdan şehre ihtiyaç maddelerini getirenleri yolda karşılama)" ile birlikte ele alınmıştır Telâkki'r-Rükbân çağımız ekonomisinde üretici ile tüketicinin karşı karşıya gelmesi, ilk kaynaktan piyasaya arzedilen malın gerçek talep sahiplerine doğrudan intikali, başka bir deyişle aracının ortadan kaldırılması amacına yönelik bir tedbirdir Islâm hukukunda ise, ürettiği malı aracına yükleyerek behre, pazara getiren köylüyü yolda karşılayıp malım satın almak suretiyle onunla tüketici arasına girmek şeklinde açıklanır (Ibn Hazm, el-Muhallâ, IX, 471; Mesele: 1468; Ali Şafak Islâm Hukukunda Kâr Haddi", yıllık I, nşr, Islam; ilimleri Araştırma Vakfı Istanbul 1978 s,115vd) Burada üreticinin günlük rayıç fiyatları öğrenmesi engellenmekte, şehirli tüccârın onun elinden ucuza aldığı malı piyasaya kontrollü ve pahalı olarak sürmesi veya karaborsaya düşürmesi söz konusu olmaktadır
Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Tâvus, ibn Abbas'tan o da Rasûlüllah (sas)'den şunu rivâyet etmiştir: Allah'ın Rasûlü binitlileri yolda karşılamayı (pazara gelmeden yüklerini satın almalarını), şehirlının köylü (bâdi) adına satış yapmasını yasaklamıştır Tâvus, Ibn Abbâs'tan; şehirlının bâdi adına satışının anlamı nedir?, diye sormuş, o da: şehirli köylüye simsâr (komisyoncu) olup da, onun malınısatamaz şeklinde cevap vermiştir" (Buhâri, Büyû' 72, icâre, 11, 19; Nesai, Buyû' 18)
Câbir ibn Abdillah (ra)'tan Rasûlüllah (s a s)'in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "şehirli köylü adına satış yapamaz Insanları kendi hallerine bırakınız, umulur ki, Allah onlardan bir kısmını diğerleri sebebiyle rızıklandırır"(Buhâri, Büyû', 58, 64, 68-71, Icâre 14, Şurut, 8; Müslim, Büyû', 17,18)
Enes ibn Mâlik (ra) "Rasûlüllah, hâdırın bâdiye (şehirlının köylüye gıyapta) satışını; simsâr (komisyoncu) olmasını yasaklamıştır Isterse bunlar, onun babası veya kardeşi olsunlar" (Müslim, Büyû: 21; Ebû Dâvud, Büyû', 45; Nesai, Büyû, 17)
Bu Hadislerde, arz ve talep dengesinde akıcılığın olması için aradaki engellerin kalkması amaçlanmıştır Bunun sonucunda üretici, elindeki malları en yüksek fiyata değerlendirerek, pazarlara sevketmek imkânını elde edecek tüketiciler de ihtiyaçlarını kolaylıkla ve sun'ı müdahalelere uğramamış bir fiyat ödeyerek temin edecektir
Ebû Hanife'ye (ö150/767) göre, malın üreticisi yolda karşılanarak satın alınması, belde halkına zarar veriyorsa mekrûhtur Üretici, piyasa fiyatlarını öğrenince aldandığım anlarsa akdi bozabilir Islâm hukukçularının çoğuna göre ise, belde halkının zararı söz konusu olsun veya olmasın, bu çeşit aracılıklar meşrû sayılmamıştır (Ibn Hazm, el-Muhallâ, Nşr A Muhammed Şakir, Mısır 1352/1933, IX, 468, 469; Ibn Kudâme, el-Muğnî, Kahire 1970, , 235-238)
Imam Nevevî (ö676/1277), Müslimin şerhinde konu ile ilgili hadisleri zikrettikten sonra şöyle der: "Bu hadisler şehirlının bâdiyeli adına alışverişinin haram olduğunu gösterir ve Imam Şâfiî (ö204/819) ile çoğunluk bu görüştedir" (en-Nevevi, el-Minhâc fi şerhi'l-Müslim, Mısır 1307, X, 164) Ancak kişi bu yasağı bilerek çiğnerse haram olur Yasağı bilmez ve o beldede mala fazla ihtiyaç olmaz, gelen malın azlığı piyasayı etkilemezse haramlık söz konusu değildir Bununla birlikte, piyaşanın etkilenme korkusu varsa, köylü adına yapılacak satış haram olmakla birlikte geçerli olur Mâlikîlerin ve onların dışında bir topluluğun görüşü de böyledir Ebû Hanife Atâ ve Mücâhid; "Din nasihatten ibarettir" (Aynî, Umdetu'l-Kâri, V, 497) hadisini delil alarak "şehirlının köylü adına satışını" caiz görmüş ve yasak bildiren hadîsin neshedildiğini öne sürmüşlerdir Bir kısım hukukçular da böyle bir satışı tenzihen mekruh saymışlardır (en-Nevevi, age, X, 164, 165)
Sonuç olarak, Hanefîlere göre; piyasada gıda maddesi darlığı olunca, böyle bir satış mekruhtur Normal zamanlarda ise mekruh değildir (Aynî, age, XI, 282; el-Cezîrî, Kitabü'l Fıkh ale'l-Mezahibi'l-Erbaa, Mısır, ty, 11, 276)
Aracı, komisyoncu veya simsar denilen kimseye ödenen ücrete gelince bunlar adı ne olursa olsun, satıcı ile alıcının arasını bulan, muayyen bir fiyat üzerinde anlaşmalarını sağlayan, bazen de satıcı ve alıcı adına muâmeleyi yapan kimselerdir (Ibn Abidin, Reddü'l-Muhtâr Beyrut, ty, IV, 155)
Üretici ile tüketici arasına giren kimsenin karaborsaya yol açmaması gerekir Komisyoncu, mal sahibi ile yaptığı anlaşma veya örfe göre yahut satış bedelının yüzdesi üzerinden belli bir ücret alabilir Ibn Sîrîn, Atâ bEbi Rabah, Ibrahim en-Nehâi ve Hasan el-Basrî'nin simsar ücretinde bir sakınca görmedikleri nakledilir Bunlar sahabeden sonraki neslin büyük hukukçularıdır Abdullah b Abbas (ö68/687); "Bir kimsenin; şu elbiseyi benim adıma sat; eğer şu fiyatdan fazla satarsan, bu fazlalık olan miktar senindir" demesinde bir sakınca görmediğini belirtmiş, Ibn Sîrîn'in şöyle dediği nakledilmiştir; "bir kimse başkasına; şunu şu fiyata sat, şayet fazla kâr elde edersen bu senindir Veya; bu fazlalık seninle benim aramda paylaşılacaktır" derse burda bir sakınca bulunmaz" (Buhari, Icare, 14), Yukarıdaki bilgileri "Simsarın ücreti" başlığı altında veren, el-Buhari (ö 256/869), Hz Peygamber'in; "Müslümanlar kendi aralarında bilirledikleri şartlara uyarlar" (Buhari Icare, 14,50) hadisini naktettikten sanra, "şehirlının köylü adına satış yapmasını yasaklayan" hadisi (Buhari, Büyü, 72, Icare, II,14,19; Nesai, Büyü, 18) rivayet eder
Es-Serahsî (ö490/1027) de komisyon usûlü satışı câiz görenlerdendir (es-Serahsı el-Mebsut, Mısır 1324, XV, 115) Şehirlının köylü adına satış yapmasının caiz olduğunu söyleyenler, başlangıçta böyle bir yasak konulduğunu ve fakat sonradan bu yasağın "Din nasihattır" hadisi ile kaldırıldığını veya topluma zarar verme şartıyla sınırlandığını kabul ederler (en-Nevevî, age, VI, 389, 390; Aynî, V, 497 vd)
Hz Peygamber dıştan şehire mal getirenlerin malını bizzat kendisinin satmasını ve araya komisyoncu sokmamasını isterken, diğer yandan da şehire dışardan mal getirenlerin fiyatlar ve alış-veriş konularında aydınlatılmasını istemiştir Buharî Hz Peygamber'in bu konudaki hadislerine dayanarak; "Şehirli köylü adına ücretsiz satış yapıp, ona yardım ve nasihat edebilir mi?" şeklinde bir başlık atmış ve bundan sonra Hz Peygamber'in şu hadisine yer vermiştir: "Sizden birisi, kardeşinden öğüt isterse, hemen ona öğüt versin" (Buharî, Büyû', 68) Hanefîler "Din nasihattır" hadisine dayanarak "şehirlının köylüye aracı olma yasağı"nın kaldırıldığını, ancak böyle bir aracılık topluma zarar verecekse bunun mehruh olduğu esasını benimsemişlerdir Burada, dışardan mal getirenleri fiyatlar, o beldedeki alış-verişler konusunda aydınlatma ve bilgilendirme prensibi esas alınmıştır Şafiîler de, mal sahibine en yararlı yolu göstermenin vacipolduğunu söylemişlerdir (el-Cezîrî, age, II, 276)
Günümüzde, pek çok temel gıda maddeleri, özellikle sebze ve meyve çeşitleri, büyük yerleşim merkezlerine haller aracılığı ve komisyon usûlü ile girmektedir Burada toptancı halleri üretici ve tüketicilerin çıkarlarını gözeterek ve menfaat dengesini kurarak hareket ettiği sürece böyle bir aracılığın câiz olduğunda şüphe yoktur Ancak hal komisyoncuları, malı bir an önce paraya çevirmek için çok ucuza satar veya sun'î mal darlığı yaratarak sun'î fiyat artışlarına yol açarsa, serbest rekabetin oluşmasına engel teşkil etmiş olurlar Bu takdirde kerâhet hali başlamış ve temel gıda maddelerinde meydana getirilen darlık ve sun'î pahalılık derecesinde sakınca büyümüş olur Islâm, temel ihtiyaç maddelerinin satışını yapmayı büyük bir ibadet saymıştır Hadiste şöyle buyurulur: "Bir kimse gıda maddelerini toplayıp günün rayıç fiyatı ile satsa, sanki onu tasadduk etmiş (yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine ücretsiz dağıtmış) gibi olur" (Ibn Mâce, Ruhûn, 16)
Halkın temel ihtiyaç maddelerini alıp satanlar veya buna Islâmî ölçüler içinde aracılık edenler bir kamu görevi yapılmaktadırlar Bu hizmet bir kâr sağlamak amacıyla olsa bile, mü'min bakımından öneminden ve niteliğinden bir şey kaybetmez Yalana ve karaborsaya sapmamak ve piyasa fiyatları dışına taşmamak şartıyla, satılan tüm ihtiyaç maddelerini, sanki yoksullara bağışlamış gibi mânevi kazanç elde edilmektedir
Buna karşılık darlık zamanlarında kendi yararları için mal stok edip piyasaya sürmeyen mal sahibi, vekil veya komisyoncuları nefretle anılmıştır Hadiste şöyle buyurulur: "Bir kimse kırk ggn karaborsacılık yapsa, sonra da depoladığı bu malları sadaka olarak (yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine) dağıtsa bu sadakası, onun ihtikârına keffâret olamaz" (Ahmed b Hanbel, Müsned, XI, 3)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOMŞU, KOMŞULUK Ev, işyeri, arazı, köy, şehir ve ülke bakımından yakın olanların birbirlerine göre aldıkları ad
Ailemizden sonra en yakın sosyal çevremizi komşularımız meydana getirir Iyi veya kötü günlerimizde şartlar en yakın çevre ile temas halinde bulunmayı gerektirir Darlık zamanında yardımlaşma, normal zamanlarda ziyaretleşme, sır sayılabilen halleri gizleme birbirinin hâlinden etkilenme, hatta komşunun mülkünü satın almada öncelik hakkına sahip olma (şûf'a) komşulukla ilgili bir dizi hak ve sorumlulukların kaynağım teşkil etmiştir Kur'ân-ı Kerim'de komşu ilişkisinden söyle söz edilir: "Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyilik edin " (en-Nisâ, 4/34)
Komşu deyiminin kapsamı ile ilgili olarak Hz Ali (ra) çevrede "sesi işitilenlerin" komşu olduğu görüşündedir Hz Aişe (ra) da her taraftan kırk evin komşu olduğunu ve bunların komşuluk hakkına sahip bulunduklarını bildirmiştir Ayrıca, komşu tabiri, hiç bir ayırım yapılmadan, müslüman-kâfir, âbid-fâsık, dost-düşman, yerli-misafir, iyi-kötü, yakın-uzak bütün komşuları içine alır (Tecrid-i Sarıh Tercümesi, XII, 130)
Hz Peygamber: "Cebrail (as) durmadan bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye ederdi Bu sıkı tavsiyeden, komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim" (Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr ve Sıla, 140: 141; Tirmizi, Birr, 28; Ibn Mace, Adeb, 4) buyurur
Bir Müslümanın başkalarına zarar vermemesi, herkese iyilik yapması en önemli ahlâkî görevlerindendir Rasûlüllah (sas): "Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden emin oldukları kişidir" (Buhârî Imân, 3-4; Müslim, Iman, 64-66) buyurmuştur Sürekli karşılıklı ilişkiler sebebiyle komşu güven konusunda daha önceliklıdır Nitekim Allah elçisi başka bir hadiste bunu şöyle ifade buyurmuştur: "Şerrinden komşusunun güveninde olmadığı kimse gerçek mü'min olamaz" (Buhârî, Edeb, 29; Müslim Iman, 73; Tirmizî, Kıyame, 60; Ahmed b Hanbel, I, 387, II, 288, 336, 373, III, 154) Mü'minin, kendi nâil olduğu nimetlere diğer mü'min komşularının da nâil olmasını, kendisi için istemediği şeyleri mü'min komşusu için de arzu etmemesi esastır (Buhâri, Iman, 5) Bu prensipten hareket edilince komşu komşuyu rahatsız edemez Burada, herkese uygulanabilen objektif bir ölçü sunulmuştur Görüntü yaparak veya balkon, saçak vBulletin yapılarla komşunun arsasına taşarak zarar veren kimse, aynı davranış kendisine yapılsa razı olmayacaksa, kalbine danışarak doğruyu bulabilecektir Allah Rasulü bu ölçüyü Vâbisa (ra)'ya hitabederek şöyle açıklamıştır: "Ey Vâbisa insanlar sana fetvâ verse bile bir de kalbine danış Birr (iyi, güzel olan şey), yaptığın zaman kalbini rahatlatan, günah ise kalbini rahatsız eden şeydir" (Dârimi, Büyû', 2; Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 228)
Komşusunun, kendisinde ne gibi hakları bulunduğunu soran bir sahabeye Hz Peygamber (sas) şöyle cevap vermiştir: "Hastalanırsa ziyaretine gidersin, vefat ederse cenazesini kaldırırsın Senden borç isterse borç verirsin Darda kalırsa yardım edersin Başına bir felâket gelirse teselli edersin Evinin damını onunkinden yüksek tutma ki, onun rüzgârını kesmeyesin Ya senin ne pişirdığını bilmesin, ya da pişirdiğinden ona da ver" (YKandehlevi, Hayâtü's-Sahâbe, III, 1068)
Bu hadisin ışığında komşularımıza karşı yerine getirmemiz gereken görevlerimizin neler olduğuna gelince:

1) Komşularımıza karşı tatlı sözlü, güler yüzlü olmalı, onlarla karşılaştığımızda selamlaşmayı, hâl hatır sormayı, neş'e ve kederlerini paylaşmayı ihmal etmemeliyiz
2) Sağlık ve hastalıklarında, üzüntü ve sevinçli anlarında, düğün ve bayramlarda kendilerini ziyaret etmek, onlardan biri vefat etmek, onlardan biri vefat ederse yakınlarına başsağlığı dilemek, kendilerine destek olmak, cenazenin kaldırılmasında yardımcı olmak, dâvetlerini kabûl etmek, çocuklarını kendi çocuklarımız gibi sevmek, koruyup gözetmek de komşuluk görevlerindendir
3) Peygamberimiz: "Allah'a ve âhiret gününe iman eden komşusuna iyilik etsin" (Buhârî, Edeb, 31; Müslim Imân, 74, 76, 77; Ibn Mâce, edeb, 4; Dârimî, Et'ime, 11) "Allah katında dostların en iyisi arkadaşına, komşuların en iyisi de komşusuna en iyi davrananıdır" (Buhârî, Iman, 31; Tirmizî, Birr, 28) buyurmuştur
4) Komşularımıza ikramda bulunmak dâ ahlâkî görevlerimizdendir Rasûlüllah (sas): "Allah'a ve âhiret gününe iman eden komşusuna ikramda bulunsun" demiştir (Buhârî, Edeb, 31; Müslim, imân 74, 76, 77; Ibn Mâce, Edeb, 4), Yine Peygamber "Ya Ebâ Zerr! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çoğalt ve komşularını da unutma," tavsiyesinde bulunmuş, ayrıca "Komşusu açken tok olarak yatan kimse bizden değildir" Müslim, iman, 74, Birr ve Sıla, 142; Ahmed b Hanbel, 1,55) buyurmuştur
5) Fakir ve muhtaç komşuların yardımına koşmak, gerekirse onlara maddi yardımda bulunmak, ödünç para vermek, çalışabilecek durumda olanlara, geçimlerini sağlayacak bir iş sağlamak müslümanın görevidir Kimsesiz ve yaşlı komşularımızın, işlerini takip etmek, yapmak veya yaptırma da çok güzel bir davranıştır (bk Ehû Dâvud, Zekât, 25; Mâlik, Muvatta, Zekât, 29; Ahmed b Hanbel, Müsned, III, 31, 40)
6) Komşuda olup bitenleri araştırmamak, ayıp ve kusurlarını ortaya çıkarmamak, bize karşı hatalı söz ve davranışlarda bulunmuşlarsa, onları anlayışla karşılayıp bağışlamak kendilerine dünya ve âhiret işlerinde yol gösterici olmak da komşuluk görevleri arasındadır Kur'an-ı Kerim'de birbirinin kusurunu araştırmak ve başkasının gizli kalmış yanlarını ortaya çıkarmaya çalışmak yasaklanmıştır (el-Hucurât, 49/12)
7) Komşulara kötülük yapmamak, zarar vermemek gerekir Hz Peygamber bunun önemini: "Komşusu, kötülüklerinden emin olamayan kişi iman etmiş olmaz" (Buhârî, Edeb, 29; Müslim, Iman, 73; Tirmizî, Kıyame, 60) ve "Allah'a ve âhiret gününe iman eden komşusuna eziyet etmesin" (Müslim, iman, 73, 75) buyurarak müslümanlara komşu hakkının önemini belirtmiştir
Komşuya ya maddi veya manevî yoldan eziyet yapılır Maddi kötülük, evine, bahçesine, malına, mülküne tecavüz etmek; onları bozmak, yıkmak, kirletmek, zorla ele geçirmek, kendisini dövmek ve hırpalamaktır Manevî kötülük ırz ve namusuna tecavüz etmek, âile sırlarını çevreye yaymaktır Özellikle komşunun namusuna göz dikmek günahın katlanmasına sebep olur Bir soru üzerine Hz Peygamber, Allah'a ortak koşmak ve açlık tehlikesi ile çocuk öldürmekten sonra en büyük günahın, "komşunun hanımı ile zina etmek" olduğunu haber vermiştir Mikdad b Esved (ra) bu konuda Rasûlüllah (sas)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Komşusunun karısıyla zina yapanın günahı, on kadınla zina yapan adamın günahından daha ağırdır" (Buhârî, Tefsiru Sûre 2/3, 25/2, Edeb, 20, Diyat, 1; Hudûd, 30; Tevhid, 40; Müslim, Iman, 141, 142; Ebû Dâvud, Talâk 50; Tirmizî, Tefsiru Sûre, 25/1,2)
Abdullah b Ömer'in anlattığına göre, Hz Peygamber bir savaşa çıkmıştı Yolda: "Bu gün, komşusuna eziyet eden kimse bize katılmasın," buyurdu Adamın biri: "Ben komşumun duvarının dibine abdest bozmuştum" deyince, Rasûlüllah: "Bu gün bize katılma" buyurdu (Y Kandehlevi, Hadislerle Müslümanlık, III, 1068)
Bütün bu âyet ve Hadislerden de anlaşılacağı gibi, çevresindeki insanlarla iyi komşuluk münasebetleri kurmak her müslümanın görevidir Bu görevi yerine getirmeyen ve komşularım rahatsız eden insanlara da her zaman rastlanmaktadır Hz Peygamber, kötü komşunun fenalıklarına karşı sabırlı olunmasını tavsiye etmiştir
8) Kötü komşunun, nasıl çevresindeki insanlara zararı dokunuyorsa aksine iyi komşunun da dünya ve âhirette yakınlarına iyilik ve yardımı dokunacaktır Hadîs-i şerifte; "Şüphesiz, Allah (cc) salih müslüman sebebiyle komşularından yüz evden belâyı defeder" (el-Askalâni, Selâmet Yolları, III, 298) buyurmuştur
Islam hukukuna göre, bitişik komşu olmak malî bazı hakların da doğmasına sebeb olur Şuf'a ve irtifak hakları bunlar arasında sayılabilir Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ev komşusu eve, başkalarından daha fazla hak sahibidir" (Tirmizî, Ahkâm, 31, 33; Ebû Dâvud, Büyû', 73; Ahmed b Hanbel, IV, 388-390, V, 8,12, 13,18) "Komşu komşusunun şuf'asına başkalarından daha fazla hak sahibidir" (Ebû Dâvud, Büyû, 73; Tirmizi, Ahkâm, 32; Ibn Mâce, Şuf'a, I, s2)
Şuf'a, satılan bir malı, satın alan kimseden, sahip olduğu satın almadaki öncelik hakkına dayanarak, bedelini ödemek suretiyle geri alabilme hakkını ifade eder Irtifak hakkıise, komşunun mülkü üzerindeki geçit, su alma veya su geçirme gibi gayrı menkule bağlı olarak geçen haklardır (bk"şuf'a" ve"Irtifak" maddeleri)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOMŞU HAKKI
Komşu hakkı nedir? Komşuya küsmek ne zaman câiz olur
Islâm dini, hem dünya hem de âhiret mutluluğunu sağlamak için gönderilmiştir Insanların birbirlerini sevmeleri ve dayanışma içerisinde olmaları, dünya mutluluğunun başta gelen şartlarındandır Kişinin Allah'ı ânıp (zikir) kendi içinde yalnızlığını gidermesi, kendisiyle olan dayanışması, sonra İslamın belirlediği görev ve haklarla aile içerisinde dayanışma, sonra yakın ve uzak komşularla dayanışma, sonra mahalle, köy ve bölge halkıyla dayanışma ve bütün bir Islâm ümmeti olarak dayanışma Işte bunlar sosyal huzuru, sosyal adâleti, hattâ sosyal güvenliği sağlayan en önemli etkenlerdir Komşularla dayanışma, yani komşu hakkını gözetme de bu dayanışma birimlerinin başta gelenlerindendir Allah (cc) kendisine şirk koşulmamasını istediği âyette yakın ve uzak komşuya da iyilikle bulunulmasını istemiş (Nisâ 4/36) ve komşuyu mü'min, kâfir diye ayırmamıştır Bu yüzden tefsirciler bu âyetle, kâfir komşuya da iyilikte bulunma emredilmiştir, görüşündedirler (Kurtubî V/184; Davudoğlu X/591) Rasûlullah Efendimiz: "Cebrail komşuyu bana o denli tavsiye etti ki, komşuyu komşuya mirasçı ilân edeceğini sandım" (Buhârî, edep 28; Müslim, birr 140,141; Ebû Dâvûd, edep 123; Tirmizî, birr 28; ibn Mâce, edep 4; Müsned N/85,160) "Vallahi mü'min olamaz! (üç defa) Kim, ey Allah'ın Rasûlü? Şerrinden komşusu emin olmayan kişi" (Tirmizi, ahkam;18; Müsned I/235, 303, 313) buyurmuşlardır Bunlarda da komşu mü'min -kâfir diye ayrılmaz Diğer bir hadîs-i şerîfte ise kâfir komşunun da hakkı olduğu açıkça söylenir: "Üç türlü komşu vardır: Üç hakkı olan komşu, iki hakkıolan komşu ve bir hakkı olan komşu Akraba olan Müslüman komşunun, komşuluk hakkı, akrabalık hakkı ve Müslümanlık hakkı olmak üzere, üç, akraba olmayan Müslüman komşunun, Müslümanlık hakkı ve komşuluk hakkı olmak üzere iki; gayr-i müslim olan komşusunda komşuluk hakkı olmak üzere bir hakkı vardır" (Kurtubî V/184) "Kapısı en yakın olan komşu iyilikte bulunmaya, diğerlerinden daha lâyıktır"(Buhârî, edep 32, suf'a 3)
Komşu kimdir? Bu konuda meseleyi dar ve geniş tutanlar, iç içe değişik tariflerde bûlunmuşlardır: En yakın kırk ev, her yönden kırk ev, bağırılınca sesin ulasacâğı kadar ev, sabah namazına aynı mescide gelenler, mesciddeki ikamet sesini duyan evler (Kurtubî V/185 vd) diye belirleyenler olmuştur Bunların bir kısmı hadîslere dayanmakta oIsa da anlaşılacağı üzere komşuluk sınırı zamana ve zemine göre esnek bırakılmıştır Elbette şehirle köy, komşuluk sınırında aynı değildir O halde bunda en güzel belirleyici örftür Köy ve şehri ayrı ayrı düşünerek, âdeten komşu denen evleri komşu diye bilmek, komşu tariflerinin ortalamasıdır
Komşunun hakkı nedir? Rasûlullah Efendimizin (sav) bunu detayıyla anlatan hadisleri vardır: "Ebû Zer! Çorba pişirdiğinde suyunu bol koy ve komşunu da gözet (Müslim, birr 142,143; Dârimî, at'ime 37 ) Âlimler, bu hadisde fakire olduğu gibi, komşuyu düşünmekte cimriye de bir kolaylık sağlanmıştır, demişlerdir Çünkü, yağını, etini bol kat değil de, suyunu bol kat denmiştir (Kurtubî V/186) Yani yağından, etinden veremeyen cimriler de hiç olmazsa bolca koydukları suyundan versinler demektir Aslında Rasûlullah Efendimiz komşuya çok basit şeylerin değil, âdeten vermeye değer şeylerin verilmesini tenbihlemiştir (Müslim, birr 143) Ama alan açısından da "bir koyun bacağı bile olsa küçümsemeyin" (Buhârî, hibe 1, edep 30; Müslim, zekât 91; Tirmizî, velâ 6) buyurmuştur
Komşu hakkı bunlardan ibaret değildir Rasûlullah Efendimiz bir hadislerinde de: "Komşu komşusunun duvarına bir ihtiyaç için sopa çakmasına engel olmasın" (Buhâri, mezâlim 20, esribe 24; Müslim, müsâkât/36; Timizî, ahkâm 18) Ebu Hurayra sonraları: "Ne oluyor? Bakıyorum bunu terketmişsiniz Vallahi bunu tekrar omuzlarınıza yükleyeceğim" (Kurtubî, V/186) diyecektir Rasûlullah Efendimizin başka bir hadisleri komşuluk hukukunu oldukça geniş anlatır
"Borç istediğinde verirsin, yardım istediğinde yardım edersin, muhtaç ise verirsin, hasta ise ziyaret edersin, ölürse cenazesine gidersin, bir nimete kavuşursa sevinirsin ve onu kutlarsın, bir musîbete uğrarsa üzülürsün ve ona ta'ziyet edersin,'tencerinin kokusuyla onu rahatsız etmezsin, ona pişirdiğinden verirsin, binanın üzerine çıkmazsın, onun izni olmadan ferahlatıcı rüzgârını kesmezsin, meyva aldığında ona da hediye edersin, hiç olmazsa evine getirirsin; çocuğun onun çocuğunun gıpta edeceği birşeyle çıkmâz Ne dediğimi anlıyor musunuz? Komşunun hakkını ancak Allah'ın çok az şanslı kulu gözetebilir" Bir defasında Efendimiz Aişe annemize hitaben: "kurban etini dağıtmaya önce komşumuz yahudiden başla" buyurmuşlardır (Kurtubî V/188)
Komşunun çok önemli haklarından biri de, "kevser" sûresinden önceki sûreye ad olan "Mâ'ün" hakkıdır "Mâ'ûnu tefsirciler çok olmasa da farklı kapsamda açıklamalarına rağmen, hemen hemen birleşilen anlam: Evlerin günlük ihtiyaçlarında kullanılan iğneden baltaya kadar her türlü araç ve gereçlerdir Bazılarına göre binek bile "Mâ'ûn" kapsamına girer Allah (cc) "Mâ'ûn"u vermeyenleri lânetlediğine göre, komşunun geçici olarak istediği bu tür gereçleri vermemek de yasaklanmıştır
Komşu ile konuşmamaya gelince: Rasûlüllah Efendimiz: "Müslümanın kardeşiyle üç günden fazla konuşmaması helâl değildir" (Buhârî edep 57, 62, isti'zân 9; Müslim, birr, 23, 25, 26; Eb0 Dâvûd, edep 47; Tirmizî, birr 21, 24), buyurduğundan, Müslüman komşu, üç günden çok dargın terkedilmez Ancak dîne ve ırza karşı kötü bir tavrı var ve sözle de bunu terketmiyorsa, kendisiyle konuşmamak da onu sıkıyor, yalnızlığa itiyor ve hatâsından caydırıcı bir özellik taşıyorsa, konuşmamakla ta'zir edilebilir Bunu özellikle birçok kişinin yapması da etkili olur Saadet asrından da Tebük seferinden geri kalan Kâ'b b Malik'e bu tür bir boykot uygulanmış ve iyi sonuç âlınmıştır (Aynî XXI/44; Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm, Tevbe 9/120 âyetinin tefsirleri ) Aksi halde konuşmamak câiz görülemez
Alevî Komşu
Alevî bir komşumuz var: Yalnız çok lâf taşıyan, küçük çocukların Iâfını dinleyen birisi Onunla komşuluk yapabilir miyiz?
Mahremlik ölçülerine riayet ediyorsanız, ona Islâmî hayatı gösterdiğinizi ve onun yaptığı tahribatı hesaba katarak, kârınız zararınızdan çok ise, ya da zararınız hiç yok ise meşru ilişkilerde bulunabilirsiniz, bulunmalısınız Müslüman olmayan komşunun da üzerinizde hakkı vardır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KONUT KREDİSİ
Bir konut kooperati'fine katılacağım Fakat devletten faizli kredi alındığı için sakıncalıdır deniyor Katılabilir miyim?
Konu, günümüzün gayr-i Islâmî toplumunun bir meselesi olması yanında bazı yönleriyle yeni bir konudur Onun için şahsen benim buna nihâi cevabı vermem mümkün değildir Bu meseleyi konu edinen ilmî toplantılara katılmış birisi olarak ancak bir özetleme yapar ve "fetvayı, müftiler verse de sen vicdanına sor"(Ahmed IV/194) Hadisi şerif gereği size bırakırım: Konu enflasyonla alakalıdır Ebu Yusuf'un alış verişten ve istikrazdan doğan borçlanmalarda değere itibar edilir ve alınan rakam değil, alınan değer ödenir, yani enflasyon farkına itibar edilir, anlamında bir görüşü nakledilir Ibn Abidin meseleyi inceler ve "Hanefi mezhebinde fetva sadece buna göredir"(bk Ibn Abidin, Tenbihur-Rukûd N/60-61) der Bizzat görüştügüm, devrimizin en büyük Islâm hukukçularından Üstad Ebu Senne ise, bu sözün Ebu Yusuf'a ait olması şüphelidir Çünkü zahir rivayet kitaplarında yoktur, demişlerdi Konuyu bizde tartışanlar ise, Ibn Abidin'in de tercihi üzere, geçmiş borçlarda enlasyona itibar edilip, değer farkının alınacağında hemen hemen ittifak halinde görülüyorlar Ancak gelecekte olacak enflasyonu hesaba katıp, onun altındaki bir faizin faiz olup olmadığı biraz daha farklı bir mes'ele Çok ihtiyatlı olanlar; muhtemel enflasyonun hiç olmadığını, ya da faiz nisbetinden daha düşük puanda gerçekleştiğini varsaydığımızda devlet belirlenen faizi almamazlık etmeyecektir, demektedirler Diğerleri bunu gerçekçi görmemekte ve en yetkili ağızlar bile enflasyonun %30'dan düşük olmayacağını söylerken, % 15-20 faizli ve uzun vadeli bir kredide pozitif faizin bulunması binde bir ihtimal bile değildir Bu derece zayıf bir ihtimale de hüküm bina edilmez Sonra müslümanlar, kendilerinden toplanan vergilerden verilen bu kredileri almamakla iktisaden sıfırlanmakta ve devamlı zenginlerin lehine bir malı transfer sözkonusu olmaktadır Bir müslüman için içinde bulunduğumuz şartlar, olağanüstü şartlardır ve bir geçis dönemi sayılır Binanaleyh, bunda ayrıca zarûret de vardır Ancak burada, enflasyon oranı faiz oranından çok çok düşük olduğundan pozitif faiz olmasa da bir negatıf faiz gerçekleşmekte ve krediyi alanın faiz vermesi şöyle dursun, para değerinin düşmesiyle, aldığının çok azını vereceğinden devletten faiz almaktadır Problem buradadır ve aslında milletten alınan bu fazlalığın tekrar millete verilmesi şartıyla bu tür krediler caiz olmalıdır, demektedirler
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KORKU NAMAZI

Korku namazıyla, düşman, sel, yangın, yırtıcı hayvan gibi bir engel karşısında bulunan bir cemaatin, iki grup halinde nöbetle kıldıkları namaz Bu namaz Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerle sabittir
"Yolculuk ettiğinizde, kâfirlerin size bir fenâlık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur Zirâ kâfirler size apaçık düşmandırlar Ey Muhammed! Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bu kısmı seninle beraber namaza dursun ve silâhlarını da yanlarına alsınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler; kılmayan öbür kısmı gelsin, seninle beraber kılsınlar, tedbirli olsunlar, silâhlarını alsınlar Kâfirler size ansızın bir baskın vermek için, silâh ve eşyanızdan ayrılmış bulunmanızı dilerler Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanıza engel yoktur, fakat dikkatli olun Allah, kâfirlere şüphesiz ağır bir azap hazırlamıştır Namazı kıldıktan sonra, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın Emniyete kavuştuğunuz zaman, namazı gereğince kılın Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır" (en-Nisa, 4/101-103)
Korku namazıyla ilgili olarak hadisi şeriflerin birinde şöyle bir olay nakledilir: Abdullah İbn Ömer (ra) anlatıyor: "Rasûlüllah (sas) ile birlikte Necid tarafına doğru gazaya gitmiştim Düşmanın hizâsına geldik Onlara karşı saf düzenine geçtik Namaz vakti gelince Rasûlüllah (sas) Efendimiz bize, kıldırmak üzere namaza durdu Bir kısım ashab da onunla beraber namaza durdular Diğer kısım ise yönünü düşmana çevirdi Rasûlüllah (sas) kendisiyle birlikte olanlarla beraber rükûa vardı ve iki defa seede etti Derken, beraber namaz kılanlar henüz kılmamış olan grubun yerlerine gittiler Ötekiler de gelip Rasûlullah (sas)'in arkasında durdular Rasûlullah onlarla da beraber rukûa varıp iki secde etti Sonra selâm verdi Ondan sonra, o iki grubun her biri nöbetleşe namaza durup kendi kendilerine birer defa rükûa varıp ikişer secde ettiler" (Buhârî, Havf, 11; Nesaî, Havf, 11; Dârimî, Salât, 185; Ahmed b Hanbel, Müsned, II, 150)
Ayet-i kerimeler ile hadis-i şerifteki ifadeler bu şekildedir Âyette namazın ilk rekatının nasıl kılınacağı açıklanmakla birlikte diğer rekat veya rekatların nasıl tamamlanacağı açıkça belirtilmemektedir Bunun cevabını da yukarıdaki hadis-i şerifte bulmaktayız
Bu namazın kılınışını açıkça şöyle ifade edebiliriz: Cemâatten bir grup, düşman karşısında bulunurken diğer grup imama uyar İki rekatlı bir namazın ilk rekatını imam ile beraber kılar Namazın durumuna göre, birinci rekatta ikinci secdeden veya birinci oturuşta teşehhüdden sonra düşman cephesine gider; diğer grup gelerek imama uyar, onunla beraber namazın geri kalan kısmını kılar ve tekrar düşman karşısına gider İmam ise kendi başına selâm verir ve namazı bitirir Daha önce namazın ilk kısmını kılan grup, gelerek namazlarını kırâatsiz olarak tamamlar, selâm verir ve düşmana karşı giderler
Bunların namazı kırâatsiz olarak tamamlamaları lâhik* sayılmalarından ötürüdür İslâm fıkhında namaza imamla başlayıp, ara veren sonra yeniden uyana "lâhik" denir
Sonra öteki grup gelir, namazlarını kirâatle tamamlayıp düşman cephesine tekrar giderler Bu grubun, ikinci gelişlerinde kırâatte bulunmalarının sebebi ise mesbuk * sayılmalarındandır imama namazın başında değil, ortasında veya sonunda uyan kimseye "mesbûk" denir Ancak bu grupların imamın yanına geliş gidişlerinde güçlük ve tehlike varsa, namazın kalan kısmını bulundukları yerde tamamlamaları da mümkündür
Rasûl-i Ekrem (sas), Zâtu'r-Rikâ', Batn-ı Nahle, Usfan, Zu Kared olaylarında korku namazı kıldırmıştır Daha sonra ashab-ı kirâm da mecûsiler ve diğerleri ile yaptıkları savaşlarda aynı şekilde korku namazı kılmışlardır
Korku namazının gereği gibi olması için, imama uyan grupların, namazla cephe arasında gidip gelirken hayvana binmemeleri, kısaca namazı bozacak herhangi bir harekette bulunmamaları da gerekir Aksi halde imam ile kıldıkları namaz bozulur ve namazlarını yeniden kılmaları gerekir
Bu namazın kılınabilmesi için en az üç kişinin olması gerekir Biri imam olur, biri ona uyar, üçüncü kişi de onları korumak için bekler
Korkunun şiddetli olduğu ve düşman ile yapılan savaşın korkunç hâle geldiği zamanlar da müslümanlar, binmiş oldukları hayvanlardan yine inmeksizin namazlarını imâ ile kılabilirler Bunun da mümkün olmadığı durumlarda, namazlarını tehir edip kazaya bırakabılirler, Nitekim Hendek savaşında Hz Peygamber ve ashab bir kaç vakit namazı kazaya bırakmak zorunda kalmışlardı (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadir, Mısır 1389/1970, I, 485 vd; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980, I, 121 vd; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984, II, 62)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KORUNMADA FİTİL KULLANMAK Kadının kocanın izni ile doğum kontrol fitili kullanması dinen mahzurlu mudur? Fitil kullanıp efendimle yattıktan sonra abdest alıyorum, arkasından tekrar akıntı geliyor Acaba abdestli (gusüllü) oluyor muyum?
Ilişkide sebepsiz yere korunma yöntemleri uygulamak câiz değildir diyenlerin yanında, câizdir diyenler de az değildir Ama en azından hoş olmayan bir davranış olduğunda herkes fikir birliğindedir Fitil de bir korunma yöntemidir ve onun için de aynı şey söylenebilir Bunda fazladan şunu da ilâve etmek gerekir: Özellikle fitil, hap vs gibi ilaçlarla yapılan korunma tekniklerinin, hormon bozukluklarından kansere kadar çok çeşitli ve habis yan etkilerinin olduğu, işin uzmanlarınca her gün yüksek sesle bağırılmaktadır Bir tekniğin ya da bir ilâcın insan bedenine zararlı olması onun en azından helâl olmadığını gösterir Sözkonusu zararı da ancak âdil (âsgari farz ibadetlerini yapan) bir doktor tesbit edebilir: Yıkandıktan sonra gelen akıntı guslü değil sadece abdesti bozar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOT PANTOLON GİYMEK CAİZ MİDİR? Islâm'da elbise çeşitleri teker teker sayılıp, her birerlerinin hükmü ayrı ayrı bildirilmiş değildir Asırlar boyunca binlerce çeşit elbise ortaya çıktığına ve çıkacağına göre bu zaten mümkün de değildir Ancak Islâm'da, her şey için olduğu gibi elbise için de genel kaideler vardır Her ortaya çıkan elbise çeşidini alimlerimiz o kaidelere göre değerlendirirler Buna göre erkek için: Avretini örtecek, sıcak ve soğuğa karşı koruyacak kadarı farzdır Zaruret miktarını aşıp, bir müslüman olarak görünümünü güzelleştirecek miktarı, yerine göre izar, rida, cübbe, gömlek ve sarıkla takımı tamamlaması müstehaptır Çünkü Allah (cc); nimetinin belirtisini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır (Fetavay-ı Ankaravî, I/167) Rasulüllah Efendimiz (sav): "Elbisenizi güzel yapın eşyanızı düzgün tutun ve insanlar içerisinde beyaz tepecikler gibi olun" buyurmuşlardır Özellikle cuma ve bayramlarda muhtaçları rahatsız etmeyecek ölçüde temiz ve yeni giymek mubahtır Tamamen kırmızı ve bazılarına göre sarı renkte elbiseler giymek mekruhtur, kibir, caka ve yabancı kadınlara güzel görünmek gayesi ile giyilen, gayrı müslimlerin özel elbiselerine benzeyen ve saf ipekten dokunmuş elbiseler ise haramdır Avret olan bölgelerin rengini gösterecek ölçüde şeffaf olan, hiç giyilmemiş sayılır (haramdır) Kalın olmakla beraber yine avret mahallerinin şeklini belli edecek ölçüde dar olan elbise giymek mekruhtur Baş, kol vBulletin avret olmayan organların açık ya da kapalı olması müslümanların örfüne göre hüküm alır Müslümanlarca anormal görülen yerde mekruh, görülmeyen yerde mübah olur (Satıbî, el-Muvaffakât; ) Buna göre kot pantolon giyilmesinde bir mahzur olmamakla beraber: l Bazan vücuda yapışır ölçüde çok dar olarak giyildiği, 2 Ve müslümanlarca genellikle hoş karşılanmadığı için mekruh olmaktan, yani tamamen mahzursuz bulunmaktan da uzak değildir (Allah'u a'lem) Bu mahzurların olmaması halinde giyilmesinde bir mahsur yoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KOT PANTOLANLA KILINAN NAMAZ SAHİH MİDİR?
Kot pantolonla namaz kılmaya gelince: Şart olan, avret sayılan mahallerinin, cildin rengi belli olmayacak şekilde örtülmesidir Vücut hatlarının belli olması, cildin rengi görülmedikten sonra, namaza mani değildir (el-Cezirî, age I/190; ÖN Bilmen, Büyük Islâm Ilmihali,100) Yani kot pantolonla da namaz kılınabilir Ancak avret yerlerinin şeklini belli eden elbise kadın için mahzurlu olduğu gibi, erkek için de mahzurlu olur Bu, tesettürü sağlamadığından değil, tahrike sebep olduğundan ötürüdür ve mahzuru da tahrike sebep olma gücü nisbetinde artar Yoksa vücut hatlarını hiç belli etmeyecek bir elbise giymek mümkün değildir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KÖTÜ AKRABA İLE İLİŞKİ Akrabaları görüp gözetmek İslam'ın en büyük vecibelerinden Ancak Islâma mûhalif yâsayan veya ilişki kurulunca sürekli zarar görülen akrabalarımıza karşı tutumumuz ne olmalıdır?
Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet-i seniyye'de akrabayâ karşı iyilik yapmamızı isteyen emirler, ahlâksız, ya da dinsiz olan akrabayı ayırmamıştır Kişinin sosyal güvenliğini, yani asgarî şartlarda insanca yaşayabilmesini temin edecek maddi yardım, ona öncelikle yakınları tarafından verilmeli ve dinine bakmadan el tutulmalıdır Verenin kültür seviyesi müsaitse, vermesinin ve ilgilenmesinin ardından ona bazı gerçekleri duyurmalı, yani tebliğ görevini yapmalıdır Kültür seviyeleri elverişli değilse, yani ilgilenilecek akraba ve çoluk çocuğu, kendilerini daha aydın ve sosyal statülerini daha yüksek görüyor, diğeri ve çoluk çocuğu da onların karşısında eziklik hissediyor ve etkileyen değil de etkilenen durumuna düsüyorsa, o takdirde maddî yardım ve el tutmanın dışındaki sohbet türü ilişkileri asgariye indirmeli, kısa görüşmeler ve selamlaşmalarla bitirmeli, mümkünse maddî yardımlarını almamalı, verebiliyorsa vermeli ve tebliğini onlara, kıramayacakları bir kişi kanalıyla ulaştırmalıdır (Allah'u a'lem)
 
Üst Alt