ceylannur
Yeni Üyemiz
KIYASIN DELİL (HUCCET) OLUŞU; Kıyas, temelde akıl ve mantık metodu olduğu halde, bazı hukukçuların çoğunluktan ayrı görüş öne sürdükleri görülür Islâm hukukçularının kıyas hakkındaki görüşleri üçe ayrılır
a) Kıyasa büyük bir önem vererek onu huccet kabul edenler Ebû Hanîfe (ö150/767) imam Şafii (ö204/ 819), imam Mâlik (ö179/795) ve bunları izleyenler örnek verilebilir
b) Kıyası yetersiz görerek, ona ancak zorunlu hallerde başvuranlar Buna, Ahmed b Hanbel (ö241/855) örnek gösterilebilir
c) Kıyası tamamen reddedenler Zâhirîler ve Şiiler bu gruba girer
Ayet ve hadislerin sınırlı, hayat olaylarının ise sonsuz olduğu ve her olayın bir hükme bağlanması gerektiği gözönüne alınırsa, bu yeni meseleleri çözmek için kıyasa başvurmaktan başka bir çare olmadığı anlaşılır Kıyas, bir delil kabul edilmediği takdirde bir çok yeni meseleyi çözmek mümkün olmaz Nitekim Hz Ömer, Kadı Ebû Musa el-Eş'arî'ye (ö44/664) yazdığı ünlü mektubunda; "birbirine benzer şeyleri iyice tanı ve ona göre meseleleri kıyas et" (es-Serahsı, el-Mebsût, Kahire 1324-1331, XVI, 62, 63; Ibn Kayyim, I'lâmü'l Muvakkı'in, Delhî 1313-1314, I, 30) diyerek, kıyasın bir delil olduğunu ifade etmiştir Ebû Hanîfe'nin üstadı, Hammad b Ebı Süleyman'ın (ö 120/738) kendisinden fıkıh ilmi aldığı Ibrahim en-Nehaî (ö95/714)"Ben bir hadisi ezberliyorum, sonra da ona yüz şeyi kıyas ediyorum" (Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, s52) demiştir
Kıyası delil olarak kabul eden çoğunluk hukukçular Kur'ân ve Sünnete dayanır
Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden olan yöneticilere (ulü'l-emr) itaat edin Eğer bu şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve Peygamber'e inanıyorsanız, onu Allah'a ve Peygamber'e havale edin" (en-Nisa, 4/59) Bir şeyi Allah'a ve Peygamber'e havale etmek, Kitap ve Sünnetin amaçlarını tam olarak bilmekle olurBu da Kur'an ve Sünnetin illetine dayanır ki, o da kıyastır Kur'ân, birtakım hükümlerin illetine yer verir Nitekim, kısas'ın hikmeti zikredilirken; "Kısasta sizin için hayat vardır" (el-Bakara, 2/179) buyurulmuştur Hz Peygamber'in, oğulluğu Zeyd bin Hârise'den boşanmış olan Zeyneb (ranhâ) ile evlenişinin sebebi şöyle açıklanır: "Mademki, Zeyd, Zeyneb'le ilişiğini kesti, onu seninle evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde, onların bu eşleriyle evlenmeleri hususunda mü'minlere bir zorluk olmasın" (el-Ahzâb, 33/37)
Sünnet de hükümlerin illetine işaret etmiş ve bir kısım hükümlerin illetlerini açıklamıştır Meselâ; başkasının evine izinsiz girmeyi yasaklayan âyette şöyle buyurulmuştur: "Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere, sahiplerine seslenip selâm vermeden girmeyiniz Eğer düşünürseniz, bu sizin için daha iyidir" (en-Nûr, 24/28, 29) Hz Peygamber burada, başkasının evine girerken izin istemenin illetini; "Izin ancak göz için emredilmiştir" hadisiyle açıklamıştır (Buhârî, Diyât, 23; Libâs, 75)
Hükümlerde kıyasın sübûtu üzerinde ashab-ı kiramın ittifakı (icmâ') vardır Meselâ; Hz Ebû Bekr (ö 13/634), miras konusunda, ölenin babası bulunmayınca, babanın babasını (dede), baba hükmünde saymıştır Çünkü, dedede babalık anlamı vardır Ibn Abbas (ö68/687) da dedeyi oğlun oğluna kıyas etmiştir (Ebû Zehra, age, 223, 224) Bazı sahabîler Ebû Bekr'e (ra) bey'at ederken, namaz imamlığı ile Devlet başkanlığını (hilâfet, imâmet-i âmme) Kıyas ederek şöyle demişlerdi"Peygamber (sas) O'nu din işimizde imam tayin etmiştir Öyleyse biz O'nu, dünya işimizde niçin imam tanımayalım ?" (es-Serahsı, Usûl, Kahire 1372-1373, II, 131, 132; Ibn Kayyim, I'lâm, Kahire 1325, 1326, I, 253)
Kıyası Kabul Etmeyenler ve Delilleri:
Kıyası kabul edip etmemenin temelinde hükümlerin illeti problemi yatar Kıyası kabul edenlere göre, şer'i hükümlerin illetleri, akıl ile kavranabilen anlamları ve bir kısım amaçları vardır Bir illet ve amaçlar, hakkında nass bulunmayan konularda da gerçekleşirse, nass'ın hükmü bu benzer meselede de sabit olur Kıyası tanımayanlara göre Kıyas, Islâmî bir huccet değildir; nass'ların illetleri bilinemeyeceği için, hüküm onların dışındaki konuları kapsamına almaz
Rey ictihadını, Kıyası, sahabe ve tâbiûn fetvâlarını hüküm kaynağı olarak kabul etmeyenlerin başında zâhirîler gelir Bunların önemli temsilcileri Ibrahim en-Nazzânî (ö 231/845), Mu'tezile'den Ca'fer b Harb (ö236/850), Ca'fer b Mübeş-Şîr (ö234/848), Muhammed b Abdillah el-Iskâfî (ö240/854) ile ehl-i sünnetten Dâvud b Alî ez-Zâhiri (ö270/883) dir
Üçüncü hicrî asırda doğuda Hanbelî mezhebinin yerini tutmuş bulunan Zâhiriye mezhebi daha sonra Endülüs'e intikal etmiştir Buradaki temsilcileri Münzir b Saîd el-Bellûtî (ö355/966), oğlu Saîd b Münzir (ö403/1012), Ibn Hazm'ın hocası Mes'ûd b Süleyman (ö 420/1029) ve ibn Hazm (ö 456/1063) dır (Şah Veliyyullah, Huccetullah, Mısır 1966, I, 319, 340, II, 62; Ebû Zehra, Ibn Alazm, Kahire, ty, s267-274)
Zâhirîlerin hüküm kaynakları şunlardır: Âyet ve hadisin nass'ı, Hz Peygamber'den sahih olarak bize gelmiş fiil ve ikrar, hakkında hiç bir ihtilaf bulunmadığı kesin olarak bilinen icmâ ile bu nass veya icmâa dönen delil (Ibn Hazm, el-Ihkâm, Nşr, Ahmed Muhammed Şakir, Mısır, ty, s931)
Kıyası reddedenlerin dayandığı deliller:
a) Âyet ve hadislerin nass'ları, hâdiselerin hükümlerini farz, sünnet, mendub, haram, helal veya mübah olarak belirlemiştir Farz, sünnet, haram veya mekruh kılınmayan her şey mübahtır (bk el-Bakara, 2/29; el-Mâide, 5/101) Bu yüzden Kıyas ve reye dinde yer yoktur
b) Şu âyetleri de delil getirirler: "Ey iman edenler, Allah ve O'nun elçisinin önüne geçmeyin" (el-Hucurât, 49/1) "Allâh'ın indirdiği ile aralarında hükmet" (el-Mâide, 5/49) "Biz, Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık " (el-En'âm, 6/38) "Her şeyi açıklamak için sana Kitab'ı indirdik" (en-Nahl, 16/89)"Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme" (el-isrâ, 17/36) (es-Serahsî, Usûl, Beyrut ty, II, 119 vd)
Bu âyetler dikkatlice incelendiğinde, Kıyas'ın aleyhine bir sonuca varılamaz Çünkü ilk âyette yasaklanan husus, Allah'a ve Peygamberine itaatsizliktir Ikinci âyette, Allâh'ın indirdiği Kitap ile hükmedilmesi istenmektedir Kur'ân'da açıklanmamış olan meselelerin ictihad yoluyla çözümlenmesi gerekir ki, kıyas da bu yollardan birisidir Üçüncü âyette "Kitap"tan maksat ilâhı ilimdir Diğer yandan Kur'ân'ın her şeyi açıklamak için indirilişi, genel ve küllî prensipler koymak içindir Hakkında bilgi sahibi olmadığımız şevin ardına düşmeyi yasaklayan son âyet ise inançla ilgilidir (Yunus, 10/209; el-Hucurât, 49/12) Çünkü, amelî konularda gâlib zanla hüküm verilebilir Şer'î nass'lardan çoğunun delâleti zannî olup, bunlardan çıkarılan hükümler ictihada dayanmaktadır Abdulvehhab Hallâf, Mesadır, Kuveyt 1970, s35 vd)
c) Sünnet; Hz Peygamber'in böyle dediği nakledilmiştir: "Bu ümmet bir süre Allah'ın Kitabı ile amel eder, bir süre O'nun elçisinin sünnetiyle, bir süre de rey ile amel eder Rey ile amel ettiği zaman onlar hem kendileri sapar, hem de başkalarını sapıtırlar" (Suyûtî, el-Câmiu's-Sağlîr, Feyzu'l-Kadir ile birlikte, Mısır 1938, III, 256)
Bu hadis, kıyası reddetmek için yeterli değildir Çünkü, Ibnü's-Sübkî (ö771/1369), hadîsin bazı râvilerinin, Ibn Maîn tarafından tekzib edildiğini ileri sürerek, bu hadisin delil olamayacağını söylemiştir (Hallâf, age, s38) Ebû Zür'a da (ö282/895), bu hadisin zayıf olduğunu ileri sürmüştür (el-Münâvî, Feyzü'l-Kadir, Mısır 1938, III, 256)
d) Hz Ömer'in; "Kıyas'tan sakınınız" (Dârimî, Sünen, Dımaşk 1349, I, 66) sözünü, O'nun kadılarını ictihad ve kıyasla hüküm vermeye teşvik etmesi karşısında, amaca uygun bir şekilde anlamak gerekir Nitekim yine Ömer (ra) bu sözünü böyle açıklamıştır: "Rey sahiplerinden sakınınız, çünkü onlar dinin düşmanlarıdır Hadisleri öğrenip ezberlemekten âciz kaldıkları için rey ile söz söylerler ve böylece hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar" (es-Serahsî, age, II, 121) Bu duruma göre Hz Ömer, Alî ve Ibn Abbas gibi sahabelerden rivâyet edilen kıyas aleyhindeki sözleri, meselelerin hükümlerini Kitap ve Sünnet'te araştırmaksızın yapılan kişisel görüş ve kıyaslarla ilgili olarak değerlendirmek gerekir Çünkü rey ve kıyasa çokça başvuruları lrak ekolünün oluşmasında büyük etkisi olan Abdullah b Mes'ud (ö32/652), Hz Ömer (ö23/643) ve Hz Alî b Ebî Tâlib (ö40/660) kıyas ehli idiler Diğer yandan Irak yöresine ilim yayan Ibn Mes'ud'un, hemen hemen hiçbir meselede Hz Ömer'e muhalefet etmediği nakledilir (Ibn Kayyim, I'lam, I, 16, 17, 20, 21)
Sonuç olarak, kıyası tanımayan zâhirîler, nass'ların illetini dikkate almadıkları için çeşitli hükümlerde çelişkilere düşmüşlerdir Sözgelimi onlar, nass bulunduğu için insan idrarının pis olduğunu; domuz bevlinin ise, hakkında nass bulunmadığı için temiz olduğunu, yine aynı sebeple köpeğin salyasının pis ve bevilinin temiz olduğunu kabul etmişlerdir Eğer onlar nass'ların metni yanında, ruhu üzerinde de düşünselerdi bu çeşit çelişkilere düşmezlerdi (kbû Zehra, age, s227)
Kıyasın Rükünleri:
Kıyas; hakkında nass bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında nass bulunan meselenin hükmüne bağlamak, şeklinde tarif edilince, buradan dört rukün ortaya çıkmaktadır Asl, fer', hüküm ve illet
a) Asl (el-asl): Fer'in kıyas edildiği hükmün dayandığı delile, başka bir deyimle, hakkında doğrudan hüküm bulunan konuya "asl" denir Bu asl; nass (âyet-hadis) veya icmâ olmaktadır Çünkü icmâ'ın senedi, yani hukukî dayanağı da genel olarak nass'tır Meselâ; âkıl, bâliğ ve reşîd bir kızın kendi malı üzerinde tam velâyet hakkına sahip olduğu icmâ ile sabittir Buna kıyas yapılarak, böyle bir kız, evlenme konusunda da serbest olup, rızası dışında zorla evlendirilemez (Ebû Zehra, age, s228-229) Kıyasla sabit olan bir hükmün, yeni bir kıyas için asl olup olamayacağı Islâm hukukçuları arasında tartışılmıştır Çoğunluğa göre; kıyas, başka bir kıyas için asl olamaz Çünkü, ikinci kıyasın illeti ile, birinci kıyasın illeti aynı ise, kıyas ilk asl'a dayalı olarak yapılmış sayılır Illetler farklı ise, ikinci kıyas geçersiz olur
Mâlikîlere göre ise, kıyas üzerine kıyas geçerlidir Mâlikî hukukçu Hafîd ibn Rüşd (ö520/1126) bu konuda şöyle der: "Fer', hükmü bilinince asl olur ve ondan elde edilen başka bir illet dolayısıyla yeni bir mesele ona kıyas yapılabilir Ikinciye, hükmü sabit oluncaya kadar "fer"' adı verilir Bu ikinci meselenin de hükmü sâbit olunca, ortak illet göz önüne alınarak, başka bir mesele de buna kıyas yapılabilir Kısaca; Kitap, Sünnet ve Icmâ' delillerinden birisine kıyas mümkün olmazsa, bunlara dayanan kıyas üzerine de kıyas yapılabilir Bu konuda Imam Mâlik (ö179/795) ve arkadaşları görüş birliği içindedir" (Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Kahire, ty, s220-221)
b) Fer': Bu, asl'a kıyas yapılarak hükmü belirlemek istenen meseledir Fer'in kıyas konusu olabilmesi için iki şart vardır:
1) Fer'in hükmünün nass veya icmâ ile belirtilmiş olmaması gerekir Çünkü hakkında nass bulunan bir konuda kıyasa ihtiyaç kalmaz Ancak bazı Hanefî ve Mâlikî hukukçuların, âhâd haber (tek ravinin naklettiği hadis) ve zannî delillerden ibaret nass'lar bulunduğu halde kıyasa başvurdukları olmuştur Bu, aslında âhâd haberi zayıf sayma veya kıyas yaparken zannî delili tahsis etme esasına dayanır
2) Asıl hükmün illeti ile fer'in illetinin ortak olması gerekir Meselâ; şarabın yasaklanma illeti sarhoş etme özelliği olunca, sarhoş edici her içkinin şarap hükmünde sayılması kıyasa dayanır Eğer bir şey sarhoş edici özelliğe sahip olmadığı halde, kişinin bünyesinden kaynaklanan bir sebepten dolayı aklın gitmesine sebep oluyorsa, o şeyin kullanılması haram olmaz Çünkü illette ortaklık yoktur Şeker hastasına bazı gıdaların zarar vermesi hatta onu komaya sokması buna örnek verilebilir Burada, genelleme yoluna gidilmeksizin, yalnız bu kimseye mahsus yasaklama olabilir
c) Hüküm: Hakkında nass veya icmâ bulunan şeydir Bunun kıyas yoluyla asl'dan fer'a geçmesi için iki şartın bulunması gerekir
1) Hüküm, şer'i ve ameli olmalıdır Kıyas, yalnız ameli hükümlerde olur Çünkü fıkhın genel olarak konusu bu hükümlerdir
2) Hükmün anlamının akıl ile kavranabilir nitelikte olması gerekir Yani onun meşru oluş sebebini akıl kavramalı veya âyet ya da hadis bu sebebe işaret etmiş bulunmalıdır Meselâ; içki, kumar, murdar hayvan eti, hırsızlık gibi yasakların hikmetini akıl kavrar Fakat teyemmüm, namazın rek'atlerinin sayısı veya namazın kılınma şekli gibi illeti akılla bilinemeyen hükümlerde kıyas söz konusu olmaz
Buna göre Islâm hukukçuları hükümleri; taabbûdî ve manası akıl ile kavranabilen hükümler olmak üzere ikiye ayırmışlardır Meselâ; hacla ilgili ibadetler taabbûdî olup, bunların illetini bilme imkânı bulunmaz Şüphesiz bunların hikmet ve faydaları vardır Mânası akılla kavranabilen hükümlerde ise illetleri insan aklı kavrar ve bunlarda kıyas cereyan eder
Ebû Hanife'ye göre dini nasslardaki hükümlerin hepsinin anlamı akılca kavranabilir ve illetleri anlaşılabilir, ancak taabbudi olduğuna dair delil bulunanlar bundan müstesnadır (Zehra, age, s233, 234)
d) Illet: Sözlükte; mevcut durumu değiştiren şeye "illet" denir Hastalığa da illet denmiştir, çünkü, kişi bedeninde değişiklik meydana gelmiştir Bir hukuk terimi olarak illet, mevcut durum ve hükmü değiştirmeye, mübah olan bir şeyi yasaklamaya veya yasak olan bir şeyi mübah kılmaya sebep olan şeydir Illet aynı zamanda âyet ve hadislerin mânâ ve gayesidir Fıkıh usûlünde şer'i illetlere "kıyas", "delil' ve "nazar" adı da verilir
Illetle, sebep ve hikmet birbirinden farklı terimlerdir Bir hükmün illeti o hükmün bağlı olduğu ve kendisine bina edildiği şeydir Hükmün bağlı olduğu şey akıl ile kavranabiliyorsa buna illet, akıl tarafından kavranamıyorsa buna da sebep adı verilir Meselâ; vaktin girmesi, namazın farz olması için bir sebeptir, illet değildir Çünkü namazın niçin o vakitte farz kılınmış olduğunu akıl anlayamaz Bu duruma göre her illet sebep olabilir, fakat her sebep illet olamaz Şâfiîlerin çoğu sebebe dayanarak kıyas yapılabileceğini söylerken, Hanefi ve Mâlikîler kıyasın yalnız ortak illete dayanarak yapılabileceği görüşünü benimserler Tercih edilen görüş de budur (el-Âmidî, el-Ihkâm, Mısır 1914, IV, 86; Ibn Hâcib, el-Muhtasar, Istanbul, 1307-1310, IV, 417; A Hallaf, Masâdir, Küveyt, 1970, s50)
Hikmet; şer'i bir hükmün meşrû kılınışında gözetilmiş olan maslahattır Hikmetle illet farklı terimlerdir Meselâ; Ramazanda hasta veya yolcu olan kimseye oruç tutmama ruhsatı verilmiştir Bu ruhsatın hikmeti güçlüğü kaldırmak, illeti ise yolculuk veya hastalıktır Bu yüzden yolculuk veya hastalık hali bulununca, oruç tutmak güçlük meydana getirmese bile, kişi bu ruhsattan yararlanabilir (bk el-Bakara, 2/183-184) Yine bir gayrı menkulde, ortak veya bitişik komşulara tanınan "şüf'a hakkı(ön alım hakkı)"nın hikmeti, onları zarara uğratmamak, illeti ise, ortaklık veya bitişik komşu bulunmaktır (bk Ali Şafak, Hadislerde ve Mukayeseli Hukukta şüf'a Hakkı, Erzincan 1981) Usulcülerin çoğu kıyasta illeti esas alırken, bazı Mâlikîler ve Hanbelî usulcülerin çoğu, özellikle Ibn Teymiyye (ö728/1327) ve öğrencisi Ibn Kayyim el-Cevziyye (ö751/1350) illet yerine hikmeti (uygun vasıf ) esas almışlardır Bu görüşü benimseyen Hanbelîlere göre, birbirine benzeyen meseleler arasındaki asıl bağ, şer'î hikmettir (Ebu Zehra, Ibn Hanbel, Kahire 1367, s277, 278)
Illetin şartlarına gelince beş tanedir
1) Açık bir vasıf olmak Illet, bir şeyi sabit kılmak için elverişli olmalıdır Meselâ; bir çocuğun nesebinin sabit olması için illet, nikâh akdinin bulunması veya nesebin ikrarıdır Yine küçük yaşta bulunma (sığâr), mal üzerinde başkasının velâyet hakkının illetidir Bu açık vasıf, küçüğün evlenme konusunda da, velâyet altında olduğunu isbata elverişli bir illettir
Eğer illet gizli bir şey ise, ona delâlet eden açık bir beyin bulunması gerekir Meselâ; akitler karşılıklı rızaya dayanan borçlandırıcı fiillerin esasını teşkil eder Âyette şöyle buyurulur: "Karşılıklı rızanıza dayanan bir ticaretle birbirinizin mallarını yemeniz müstesnadır" (en-Nisâ, 4/29) Rıza gizli bir şey olduğu için bunun akit sırasında sözlü veya yazılı olarak ifade edilmesi, şahit gerektiren durumlarda bunun da eklenmesi gerekir (bk el-Bakara, 2/282)
2) Illet sabit olmalı, şahıs, belde ve çevreye göre değişmemelidir Meselâ; şuf'a hakkına sahip olabilmek için ortaklık veya komşuluk illet olarak aranır Şüf'a hakkına sahip olmanın hikmeti olan "zararı önleme" ise yeni müşterinin durumuna göre değişebilir Bu yüzden, yeni müşterinin zararsız bir kimse olduğu ileri sürülerek şüf'a hakkı düşürülemez Yine bazı yolculuklarda güçlük bulunmadığı öne sürülerek, seferilik ruhsatları kaldırılamaz
3) Illetle hüküm arasında uygun bir bağlantı bulunmalıdır Meselâ; sarhoş edicilik, şarabın haram kılınışına uygun bir vasıf tır Yine, mirasçının bir an önce mirasa konmak için mûrisini öldürmesini engellemek için, bu fiili işleyen katili mirastan mahrum etmek uygun bir illettir
4) Illetin sirayet edici nitelikte olması gerekir Yani illet, ait olduğu hükme ait kalmamalıdır Sözgelimi; yolculuk orucun tutulmayıp kazaya bırakılabilmesi için, oruca mahsus bir illettir Buna kıyas yapılarak yolcunun namazını da kazaya bırakabileceği sonucuna varılamaz Çünkü yolcunun namazını kısaltarak kılabileceği konusunda başka nass'lar vardır (bk en Nisâ, 4/101; Buhârî, Salât, 1; Müslim, MüŞâfirîn, 1; Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 45)
5) Vasfın geçersiz olduğunu gösteren bir delil bulunmamalıdır Bu da illetin tamamen nasslara aykırı olmasıyla ortaya çıkar Meselâ; Endülüslü bir fakihin, Halîfe için oruç keffâreti olarak, köle azadı yerine altmış gün oruç tutması gerektiğini söylerken ileri sürdüğü sebep geçerli değildir Çünkü hadiste (Buharı, Savm, 30) ilk sırada köle azadı zikredildiği için, gücü yetenin bununla yükümlü tutulması asıldır
Hükümlere esas teşkil eden illetlerin, aşağıdaki üç yolla elde edildiği tesbit edilmiştir: illetler; nasslar, icmâ ve şer'î hükümlerin tamamı göz önüne alınarak belirlenir
a) Kıyasa büyük bir önem vererek onu huccet kabul edenler Ebû Hanîfe (ö150/767) imam Şafii (ö204/ 819), imam Mâlik (ö179/795) ve bunları izleyenler örnek verilebilir
b) Kıyası yetersiz görerek, ona ancak zorunlu hallerde başvuranlar Buna, Ahmed b Hanbel (ö241/855) örnek gösterilebilir
c) Kıyası tamamen reddedenler Zâhirîler ve Şiiler bu gruba girer
Ayet ve hadislerin sınırlı, hayat olaylarının ise sonsuz olduğu ve her olayın bir hükme bağlanması gerektiği gözönüne alınırsa, bu yeni meseleleri çözmek için kıyasa başvurmaktan başka bir çare olmadığı anlaşılır Kıyas, bir delil kabul edilmediği takdirde bir çok yeni meseleyi çözmek mümkün olmaz Nitekim Hz Ömer, Kadı Ebû Musa el-Eş'arî'ye (ö44/664) yazdığı ünlü mektubunda; "birbirine benzer şeyleri iyice tanı ve ona göre meseleleri kıyas et" (es-Serahsı, el-Mebsût, Kahire 1324-1331, XVI, 62, 63; Ibn Kayyim, I'lâmü'l Muvakkı'in, Delhî 1313-1314, I, 30) diyerek, kıyasın bir delil olduğunu ifade etmiştir Ebû Hanîfe'nin üstadı, Hammad b Ebı Süleyman'ın (ö 120/738) kendisinden fıkıh ilmi aldığı Ibrahim en-Nehaî (ö95/714)"Ben bir hadisi ezberliyorum, sonra da ona yüz şeyi kıyas ediyorum" (Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, s52) demiştir
Kıyası delil olarak kabul eden çoğunluk hukukçular Kur'ân ve Sünnete dayanır
Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden olan yöneticilere (ulü'l-emr) itaat edin Eğer bu şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve Peygamber'e inanıyorsanız, onu Allah'a ve Peygamber'e havale edin" (en-Nisa, 4/59) Bir şeyi Allah'a ve Peygamber'e havale etmek, Kitap ve Sünnetin amaçlarını tam olarak bilmekle olurBu da Kur'an ve Sünnetin illetine dayanır ki, o da kıyastır Kur'ân, birtakım hükümlerin illetine yer verir Nitekim, kısas'ın hikmeti zikredilirken; "Kısasta sizin için hayat vardır" (el-Bakara, 2/179) buyurulmuştur Hz Peygamber'in, oğulluğu Zeyd bin Hârise'den boşanmış olan Zeyneb (ranhâ) ile evlenişinin sebebi şöyle açıklanır: "Mademki, Zeyd, Zeyneb'le ilişiğini kesti, onu seninle evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde, onların bu eşleriyle evlenmeleri hususunda mü'minlere bir zorluk olmasın" (el-Ahzâb, 33/37)
Sünnet de hükümlerin illetine işaret etmiş ve bir kısım hükümlerin illetlerini açıklamıştır Meselâ; başkasının evine izinsiz girmeyi yasaklayan âyette şöyle buyurulmuştur: "Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere, sahiplerine seslenip selâm vermeden girmeyiniz Eğer düşünürseniz, bu sizin için daha iyidir" (en-Nûr, 24/28, 29) Hz Peygamber burada, başkasının evine girerken izin istemenin illetini; "Izin ancak göz için emredilmiştir" hadisiyle açıklamıştır (Buhârî, Diyât, 23; Libâs, 75)
Hükümlerde kıyasın sübûtu üzerinde ashab-ı kiramın ittifakı (icmâ') vardır Meselâ; Hz Ebû Bekr (ö 13/634), miras konusunda, ölenin babası bulunmayınca, babanın babasını (dede), baba hükmünde saymıştır Çünkü, dedede babalık anlamı vardır Ibn Abbas (ö68/687) da dedeyi oğlun oğluna kıyas etmiştir (Ebû Zehra, age, 223, 224) Bazı sahabîler Ebû Bekr'e (ra) bey'at ederken, namaz imamlığı ile Devlet başkanlığını (hilâfet, imâmet-i âmme) Kıyas ederek şöyle demişlerdi"Peygamber (sas) O'nu din işimizde imam tayin etmiştir Öyleyse biz O'nu, dünya işimizde niçin imam tanımayalım ?" (es-Serahsı, Usûl, Kahire 1372-1373, II, 131, 132; Ibn Kayyim, I'lâm, Kahire 1325, 1326, I, 253)
Kıyası Kabul Etmeyenler ve Delilleri:
Kıyası kabul edip etmemenin temelinde hükümlerin illeti problemi yatar Kıyası kabul edenlere göre, şer'i hükümlerin illetleri, akıl ile kavranabilen anlamları ve bir kısım amaçları vardır Bir illet ve amaçlar, hakkında nass bulunmayan konularda da gerçekleşirse, nass'ın hükmü bu benzer meselede de sabit olur Kıyası tanımayanlara göre Kıyas, Islâmî bir huccet değildir; nass'ların illetleri bilinemeyeceği için, hüküm onların dışındaki konuları kapsamına almaz
Rey ictihadını, Kıyası, sahabe ve tâbiûn fetvâlarını hüküm kaynağı olarak kabul etmeyenlerin başında zâhirîler gelir Bunların önemli temsilcileri Ibrahim en-Nazzânî (ö 231/845), Mu'tezile'den Ca'fer b Harb (ö236/850), Ca'fer b Mübeş-Şîr (ö234/848), Muhammed b Abdillah el-Iskâfî (ö240/854) ile ehl-i sünnetten Dâvud b Alî ez-Zâhiri (ö270/883) dir
Üçüncü hicrî asırda doğuda Hanbelî mezhebinin yerini tutmuş bulunan Zâhiriye mezhebi daha sonra Endülüs'e intikal etmiştir Buradaki temsilcileri Münzir b Saîd el-Bellûtî (ö355/966), oğlu Saîd b Münzir (ö403/1012), Ibn Hazm'ın hocası Mes'ûd b Süleyman (ö 420/1029) ve ibn Hazm (ö 456/1063) dır (Şah Veliyyullah, Huccetullah, Mısır 1966, I, 319, 340, II, 62; Ebû Zehra, Ibn Alazm, Kahire, ty, s267-274)
Zâhirîlerin hüküm kaynakları şunlardır: Âyet ve hadisin nass'ı, Hz Peygamber'den sahih olarak bize gelmiş fiil ve ikrar, hakkında hiç bir ihtilaf bulunmadığı kesin olarak bilinen icmâ ile bu nass veya icmâa dönen delil (Ibn Hazm, el-Ihkâm, Nşr, Ahmed Muhammed Şakir, Mısır, ty, s931)
Kıyası reddedenlerin dayandığı deliller:
a) Âyet ve hadislerin nass'ları, hâdiselerin hükümlerini farz, sünnet, mendub, haram, helal veya mübah olarak belirlemiştir Farz, sünnet, haram veya mekruh kılınmayan her şey mübahtır (bk el-Bakara, 2/29; el-Mâide, 5/101) Bu yüzden Kıyas ve reye dinde yer yoktur
b) Şu âyetleri de delil getirirler: "Ey iman edenler, Allah ve O'nun elçisinin önüne geçmeyin" (el-Hucurât, 49/1) "Allâh'ın indirdiği ile aralarında hükmet" (el-Mâide, 5/49) "Biz, Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık " (el-En'âm, 6/38) "Her şeyi açıklamak için sana Kitab'ı indirdik" (en-Nahl, 16/89)"Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme" (el-isrâ, 17/36) (es-Serahsî, Usûl, Beyrut ty, II, 119 vd)
Bu âyetler dikkatlice incelendiğinde, Kıyas'ın aleyhine bir sonuca varılamaz Çünkü ilk âyette yasaklanan husus, Allah'a ve Peygamberine itaatsizliktir Ikinci âyette, Allâh'ın indirdiği Kitap ile hükmedilmesi istenmektedir Kur'ân'da açıklanmamış olan meselelerin ictihad yoluyla çözümlenmesi gerekir ki, kıyas da bu yollardan birisidir Üçüncü âyette "Kitap"tan maksat ilâhı ilimdir Diğer yandan Kur'ân'ın her şeyi açıklamak için indirilişi, genel ve küllî prensipler koymak içindir Hakkında bilgi sahibi olmadığımız şevin ardına düşmeyi yasaklayan son âyet ise inançla ilgilidir (Yunus, 10/209; el-Hucurât, 49/12) Çünkü, amelî konularda gâlib zanla hüküm verilebilir Şer'î nass'lardan çoğunun delâleti zannî olup, bunlardan çıkarılan hükümler ictihada dayanmaktadır Abdulvehhab Hallâf, Mesadır, Kuveyt 1970, s35 vd)
c) Sünnet; Hz Peygamber'in böyle dediği nakledilmiştir: "Bu ümmet bir süre Allah'ın Kitabı ile amel eder, bir süre O'nun elçisinin sünnetiyle, bir süre de rey ile amel eder Rey ile amel ettiği zaman onlar hem kendileri sapar, hem de başkalarını sapıtırlar" (Suyûtî, el-Câmiu's-Sağlîr, Feyzu'l-Kadir ile birlikte, Mısır 1938, III, 256)
Bu hadis, kıyası reddetmek için yeterli değildir Çünkü, Ibnü's-Sübkî (ö771/1369), hadîsin bazı râvilerinin, Ibn Maîn tarafından tekzib edildiğini ileri sürerek, bu hadisin delil olamayacağını söylemiştir (Hallâf, age, s38) Ebû Zür'a da (ö282/895), bu hadisin zayıf olduğunu ileri sürmüştür (el-Münâvî, Feyzü'l-Kadir, Mısır 1938, III, 256)
d) Hz Ömer'in; "Kıyas'tan sakınınız" (Dârimî, Sünen, Dımaşk 1349, I, 66) sözünü, O'nun kadılarını ictihad ve kıyasla hüküm vermeye teşvik etmesi karşısında, amaca uygun bir şekilde anlamak gerekir Nitekim yine Ömer (ra) bu sözünü böyle açıklamıştır: "Rey sahiplerinden sakınınız, çünkü onlar dinin düşmanlarıdır Hadisleri öğrenip ezberlemekten âciz kaldıkları için rey ile söz söylerler ve böylece hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar" (es-Serahsî, age, II, 121) Bu duruma göre Hz Ömer, Alî ve Ibn Abbas gibi sahabelerden rivâyet edilen kıyas aleyhindeki sözleri, meselelerin hükümlerini Kitap ve Sünnet'te araştırmaksızın yapılan kişisel görüş ve kıyaslarla ilgili olarak değerlendirmek gerekir Çünkü rey ve kıyasa çokça başvuruları lrak ekolünün oluşmasında büyük etkisi olan Abdullah b Mes'ud (ö32/652), Hz Ömer (ö23/643) ve Hz Alî b Ebî Tâlib (ö40/660) kıyas ehli idiler Diğer yandan Irak yöresine ilim yayan Ibn Mes'ud'un, hemen hemen hiçbir meselede Hz Ömer'e muhalefet etmediği nakledilir (Ibn Kayyim, I'lam, I, 16, 17, 20, 21)
Sonuç olarak, kıyası tanımayan zâhirîler, nass'ların illetini dikkate almadıkları için çeşitli hükümlerde çelişkilere düşmüşlerdir Sözgelimi onlar, nass bulunduğu için insan idrarının pis olduğunu; domuz bevlinin ise, hakkında nass bulunmadığı için temiz olduğunu, yine aynı sebeple köpeğin salyasının pis ve bevilinin temiz olduğunu kabul etmişlerdir Eğer onlar nass'ların metni yanında, ruhu üzerinde de düşünselerdi bu çeşit çelişkilere düşmezlerdi (kbû Zehra, age, s227)
Kıyasın Rükünleri:
Kıyas; hakkında nass bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında nass bulunan meselenin hükmüne bağlamak, şeklinde tarif edilince, buradan dört rukün ortaya çıkmaktadır Asl, fer', hüküm ve illet
a) Asl (el-asl): Fer'in kıyas edildiği hükmün dayandığı delile, başka bir deyimle, hakkında doğrudan hüküm bulunan konuya "asl" denir Bu asl; nass (âyet-hadis) veya icmâ olmaktadır Çünkü icmâ'ın senedi, yani hukukî dayanağı da genel olarak nass'tır Meselâ; âkıl, bâliğ ve reşîd bir kızın kendi malı üzerinde tam velâyet hakkına sahip olduğu icmâ ile sabittir Buna kıyas yapılarak, böyle bir kız, evlenme konusunda da serbest olup, rızası dışında zorla evlendirilemez (Ebû Zehra, age, s228-229) Kıyasla sabit olan bir hükmün, yeni bir kıyas için asl olup olamayacağı Islâm hukukçuları arasında tartışılmıştır Çoğunluğa göre; kıyas, başka bir kıyas için asl olamaz Çünkü, ikinci kıyasın illeti ile, birinci kıyasın illeti aynı ise, kıyas ilk asl'a dayalı olarak yapılmış sayılır Illetler farklı ise, ikinci kıyas geçersiz olur
Mâlikîlere göre ise, kıyas üzerine kıyas geçerlidir Mâlikî hukukçu Hafîd ibn Rüşd (ö520/1126) bu konuda şöyle der: "Fer', hükmü bilinince asl olur ve ondan elde edilen başka bir illet dolayısıyla yeni bir mesele ona kıyas yapılabilir Ikinciye, hükmü sabit oluncaya kadar "fer"' adı verilir Bu ikinci meselenin de hükmü sâbit olunca, ortak illet göz önüne alınarak, başka bir mesele de buna kıyas yapılabilir Kısaca; Kitap, Sünnet ve Icmâ' delillerinden birisine kıyas mümkün olmazsa, bunlara dayanan kıyas üzerine de kıyas yapılabilir Bu konuda Imam Mâlik (ö179/795) ve arkadaşları görüş birliği içindedir" (Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Kahire, ty, s220-221)
b) Fer': Bu, asl'a kıyas yapılarak hükmü belirlemek istenen meseledir Fer'in kıyas konusu olabilmesi için iki şart vardır:
1) Fer'in hükmünün nass veya icmâ ile belirtilmiş olmaması gerekir Çünkü hakkında nass bulunan bir konuda kıyasa ihtiyaç kalmaz Ancak bazı Hanefî ve Mâlikî hukukçuların, âhâd haber (tek ravinin naklettiği hadis) ve zannî delillerden ibaret nass'lar bulunduğu halde kıyasa başvurdukları olmuştur Bu, aslında âhâd haberi zayıf sayma veya kıyas yaparken zannî delili tahsis etme esasına dayanır
2) Asıl hükmün illeti ile fer'in illetinin ortak olması gerekir Meselâ; şarabın yasaklanma illeti sarhoş etme özelliği olunca, sarhoş edici her içkinin şarap hükmünde sayılması kıyasa dayanır Eğer bir şey sarhoş edici özelliğe sahip olmadığı halde, kişinin bünyesinden kaynaklanan bir sebepten dolayı aklın gitmesine sebep oluyorsa, o şeyin kullanılması haram olmaz Çünkü illette ortaklık yoktur Şeker hastasına bazı gıdaların zarar vermesi hatta onu komaya sokması buna örnek verilebilir Burada, genelleme yoluna gidilmeksizin, yalnız bu kimseye mahsus yasaklama olabilir
c) Hüküm: Hakkında nass veya icmâ bulunan şeydir Bunun kıyas yoluyla asl'dan fer'a geçmesi için iki şartın bulunması gerekir
1) Hüküm, şer'i ve ameli olmalıdır Kıyas, yalnız ameli hükümlerde olur Çünkü fıkhın genel olarak konusu bu hükümlerdir
2) Hükmün anlamının akıl ile kavranabilir nitelikte olması gerekir Yani onun meşru oluş sebebini akıl kavramalı veya âyet ya da hadis bu sebebe işaret etmiş bulunmalıdır Meselâ; içki, kumar, murdar hayvan eti, hırsızlık gibi yasakların hikmetini akıl kavrar Fakat teyemmüm, namazın rek'atlerinin sayısı veya namazın kılınma şekli gibi illeti akılla bilinemeyen hükümlerde kıyas söz konusu olmaz
Buna göre Islâm hukukçuları hükümleri; taabbûdî ve manası akıl ile kavranabilen hükümler olmak üzere ikiye ayırmışlardır Meselâ; hacla ilgili ibadetler taabbûdî olup, bunların illetini bilme imkânı bulunmaz Şüphesiz bunların hikmet ve faydaları vardır Mânası akılla kavranabilen hükümlerde ise illetleri insan aklı kavrar ve bunlarda kıyas cereyan eder
Ebû Hanife'ye göre dini nasslardaki hükümlerin hepsinin anlamı akılca kavranabilir ve illetleri anlaşılabilir, ancak taabbudi olduğuna dair delil bulunanlar bundan müstesnadır (Zehra, age, s233, 234)
d) Illet: Sözlükte; mevcut durumu değiştiren şeye "illet" denir Hastalığa da illet denmiştir, çünkü, kişi bedeninde değişiklik meydana gelmiştir Bir hukuk terimi olarak illet, mevcut durum ve hükmü değiştirmeye, mübah olan bir şeyi yasaklamaya veya yasak olan bir şeyi mübah kılmaya sebep olan şeydir Illet aynı zamanda âyet ve hadislerin mânâ ve gayesidir Fıkıh usûlünde şer'i illetlere "kıyas", "delil' ve "nazar" adı da verilir
Illetle, sebep ve hikmet birbirinden farklı terimlerdir Bir hükmün illeti o hükmün bağlı olduğu ve kendisine bina edildiği şeydir Hükmün bağlı olduğu şey akıl ile kavranabiliyorsa buna illet, akıl tarafından kavranamıyorsa buna da sebep adı verilir Meselâ; vaktin girmesi, namazın farz olması için bir sebeptir, illet değildir Çünkü namazın niçin o vakitte farz kılınmış olduğunu akıl anlayamaz Bu duruma göre her illet sebep olabilir, fakat her sebep illet olamaz Şâfiîlerin çoğu sebebe dayanarak kıyas yapılabileceğini söylerken, Hanefi ve Mâlikîler kıyasın yalnız ortak illete dayanarak yapılabileceği görüşünü benimserler Tercih edilen görüş de budur (el-Âmidî, el-Ihkâm, Mısır 1914, IV, 86; Ibn Hâcib, el-Muhtasar, Istanbul, 1307-1310, IV, 417; A Hallaf, Masâdir, Küveyt, 1970, s50)
Hikmet; şer'i bir hükmün meşrû kılınışında gözetilmiş olan maslahattır Hikmetle illet farklı terimlerdir Meselâ; Ramazanda hasta veya yolcu olan kimseye oruç tutmama ruhsatı verilmiştir Bu ruhsatın hikmeti güçlüğü kaldırmak, illeti ise yolculuk veya hastalıktır Bu yüzden yolculuk veya hastalık hali bulununca, oruç tutmak güçlük meydana getirmese bile, kişi bu ruhsattan yararlanabilir (bk el-Bakara, 2/183-184) Yine bir gayrı menkulde, ortak veya bitişik komşulara tanınan "şüf'a hakkı(ön alım hakkı)"nın hikmeti, onları zarara uğratmamak, illeti ise, ortaklık veya bitişik komşu bulunmaktır (bk Ali Şafak, Hadislerde ve Mukayeseli Hukukta şüf'a Hakkı, Erzincan 1981) Usulcülerin çoğu kıyasta illeti esas alırken, bazı Mâlikîler ve Hanbelî usulcülerin çoğu, özellikle Ibn Teymiyye (ö728/1327) ve öğrencisi Ibn Kayyim el-Cevziyye (ö751/1350) illet yerine hikmeti (uygun vasıf ) esas almışlardır Bu görüşü benimseyen Hanbelîlere göre, birbirine benzeyen meseleler arasındaki asıl bağ, şer'î hikmettir (Ebu Zehra, Ibn Hanbel, Kahire 1367, s277, 278)
Illetin şartlarına gelince beş tanedir
1) Açık bir vasıf olmak Illet, bir şeyi sabit kılmak için elverişli olmalıdır Meselâ; bir çocuğun nesebinin sabit olması için illet, nikâh akdinin bulunması veya nesebin ikrarıdır Yine küçük yaşta bulunma (sığâr), mal üzerinde başkasının velâyet hakkının illetidir Bu açık vasıf, küçüğün evlenme konusunda da, velâyet altında olduğunu isbata elverişli bir illettir
Eğer illet gizli bir şey ise, ona delâlet eden açık bir beyin bulunması gerekir Meselâ; akitler karşılıklı rızaya dayanan borçlandırıcı fiillerin esasını teşkil eder Âyette şöyle buyurulur: "Karşılıklı rızanıza dayanan bir ticaretle birbirinizin mallarını yemeniz müstesnadır" (en-Nisâ, 4/29) Rıza gizli bir şey olduğu için bunun akit sırasında sözlü veya yazılı olarak ifade edilmesi, şahit gerektiren durumlarda bunun da eklenmesi gerekir (bk el-Bakara, 2/282)
2) Illet sabit olmalı, şahıs, belde ve çevreye göre değişmemelidir Meselâ; şuf'a hakkına sahip olabilmek için ortaklık veya komşuluk illet olarak aranır Şüf'a hakkına sahip olmanın hikmeti olan "zararı önleme" ise yeni müşterinin durumuna göre değişebilir Bu yüzden, yeni müşterinin zararsız bir kimse olduğu ileri sürülerek şüf'a hakkı düşürülemez Yine bazı yolculuklarda güçlük bulunmadığı öne sürülerek, seferilik ruhsatları kaldırılamaz
3) Illetle hüküm arasında uygun bir bağlantı bulunmalıdır Meselâ; sarhoş edicilik, şarabın haram kılınışına uygun bir vasıf tır Yine, mirasçının bir an önce mirasa konmak için mûrisini öldürmesini engellemek için, bu fiili işleyen katili mirastan mahrum etmek uygun bir illettir
4) Illetin sirayet edici nitelikte olması gerekir Yani illet, ait olduğu hükme ait kalmamalıdır Sözgelimi; yolculuk orucun tutulmayıp kazaya bırakılabilmesi için, oruca mahsus bir illettir Buna kıyas yapılarak yolcunun namazını da kazaya bırakabileceği sonucuna varılamaz Çünkü yolcunun namazını kısaltarak kılabileceği konusunda başka nass'lar vardır (bk en Nisâ, 4/101; Buhârî, Salât, 1; Müslim, MüŞâfirîn, 1; Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 45)
5) Vasfın geçersiz olduğunu gösteren bir delil bulunmamalıdır Bu da illetin tamamen nasslara aykırı olmasıyla ortaya çıkar Meselâ; Endülüslü bir fakihin, Halîfe için oruç keffâreti olarak, köle azadı yerine altmış gün oruç tutması gerektiğini söylerken ileri sürdüğü sebep geçerli değildir Çünkü hadiste (Buharı, Savm, 30) ilk sırada köle azadı zikredildiği için, gücü yetenin bununla yükümlü tutulması asıldır
Hükümlere esas teşkil eden illetlerin, aşağıdaki üç yolla elde edildiği tesbit edilmiştir: illetler; nasslar, icmâ ve şer'î hükümlerin tamamı göz önüne alınarak belirlenir