K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
KİRA AKDİNİN DEVAM ETMESİ İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR:

l) Kiralananda, yararlanmaya engel bir ayıbın bulunmaması Aksi halde, kiracı kira bedelinin tamamını verip akdi devam ettirmekle feshettirmek arasında bir seçimlik hakka sahiptir Kiralanan hayvanın hasta veya topal olması, aracın ârızalı bulunması, evin bir bölümünün yıkılması gibi (el-Kâsânî, age, IV, 194, 195; Ibnü'l-Hümâm, age, VII, 220) Eğer evin tamamı yıkılır, değirmenin suyu kesilir, arazinin sulama suyu çekilirse, akit münfesih olur Çünkü akdin konusu yok olmuştur Ancak Hanefîlerden daha sağlam bir görüşe göre, akit kendiliğinden sona ermez, fakat fesih hakkı sâbit olur Çünkü akdin konusunun dönmesi mümkündür (el-Kâsânî, age, IV, 196 vd)
2) Kira akdini feshe sebep olacak bir özrün ortaya çıkması Taraflardan birisi veya kiralananla ilgili bir özür meydana geldiği zaman, akdin tarafı fesih hakkına sahip olur Ibn Âbidîn özrü şöyle tarif eder: Kendisine veya malına bir zarar gelmeden akdin konusunu ifa etmek mümkün olmayan her özür, fesih hakkı verir (Ibn Âbidîn, age, V, 55) Islâm hukukçularının çoğunluğuna göre ise, kira akdi, satım akdi gibi lâzım akitlerden olup, ayıbın bulunması veya yararlanmayı ortadan kaldıran bir durumun olması gibi gerektirici bir sebep bulunmaksızın herhangi bir âkid tarafından feshedilemez (eş-Şîrâzî, age, I, 405; Ibn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 227; Ibn Kudâme, age, V, 418)
Özür ya kiracıya ait olur: Iflas etmesi, bir sanattan tarıma veya tarımdan ticarete yahut da bir sanattan başka sanata geçmesi gibi Yahut kiraya verene ait bulunur Başka türlü ödeyemediği bir borcu için, kiradaki mülkünü satmak zorunda kalması gibi Yahut da kiradaki malla ilgili olur Meselâ, bir köyde belli bir süre için umuma ait bir hamam kiralansa, daha sonra köy halkı başka yere göç etse, kiracının kira bedelini ödemesi gerekmez (el-Kâsânî, age, IV, 197 vd; Ibnü'l-Hümâm, age, VII, 222 vd; es-Serahsî, age, XVI, 2 vd; Ibn Âbidin, age, V, 45 vd; el-Fetâvâ'l Hindiyye, IV, 198 vd)
Kira ve iş akdinin bağlayıcılık yönü ve hükmü:
Hanefîlere göre icâre akdi, bağlayıcı (lâzım) bir akit olmakla birlikte, onun bazı özürler sebebiyle feshi mümkündür Ayette "Akitleri ifa ediniz" (el-Mâide, 5/1) buyurulur Prensip olarak fesih, akdi ifa kapsamına girmez (el-Kâsânî, age, IV, 201; es-Serahsî, age, XVI, 2)
Çoğunluk Islâm hukukçularına göre ise, icâre lâzım (bağlayıcı) bir akit olup, ayıp bulunması veya yararlanmanın yok olması gibi, bağlayıcı akitleri sona erdiren haller dışında münfesih olmaz Dayandıkları delil yine "akitleri ifa ediniz" ayetidir Icâre, menfaatler üzerine yapılan bir akittir Bu yönüyle nikâh akdine benzer (Ibn Rüşd, age, II, 227; Ibn Kudâme, age, V, 409, 411)
Hanefîler yukarıdaki prensibe dayanarak şöyle derler: Kira akdi taraflardan birisinin ölümü ile sona erer Çünkü, eğer akit devam ederse, kiracının akitle mâlik olduğu yararlanma, yahut kiraya verenin sahip olduğu kira bedeli, akitle, akdi yapandan başkasına bir hak olarak geçmiş olur ki, bu caiz değildir Çünkü menfaatte veya mülk edinilmiş bedelde miras bırakandan mirasçıya intikal düşünülemez Kira akdi, menfaat üzerinde parça parça oluşur Eğer biz intikal prensibini kabul edersek, miras bırakanın mâlik olmadığı şeyi mirasçısına intikal ettirdiğini söylemiş oluruz Çünkü mirasçıya sadece ayn (mal)'ın mülkiyeti geçer Menfaatler ise, mirasçının mülkü üzerinde meydana gelir Bu yüzden buna kiracı hak kazanamaz Çünkü o, mirasçı ile yeni bir akit yapmadı
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre ise, kira akdi taraflardan birisinin ölümü ile sona ermez Çünkü bu lâzım ve ivazlı bir akittir Satım akdinde olduğu gibi bir âkdin ölümüyle sona ermez (el-Kâsânı, age, IV, 222; Ibnü'l-Hümam, age, VII, 220; Ibn Âbidîn, age, V, 57)
Sahih icâre (kira ve iş akdi)nin hükmü, kiracı için menfaatte mülkün, kiraya verenin de aralarında belirledikleri kira bedeli üzerinde mülk hakkının sâbit olmasıdır Çünkü bu, ivaz bir akit olup, menfaâtin satımı kabilindendir
Fasit kira akdinde ise, Hanefîlere göre kiracı kiralanandan yararlandığı zaman, emsal kira bedelini ödemesi gerekir Ancak burada emsal kira bedeli, ecr-i misille, ecr-i müsemmâ (konuşulan bedel)dan hangisi az ise onu ifade eder Imam Züfer ve Şâfiî'ye göre fasit kira akdinde tam olarak ecr-i misil gerekli olur Burada satım akdine kıyas yapılmıştır Çünkü satım akdi fâsit olunca, malın kıymeti tam olarak ödenir (el-Kâsânî, age, IV, 195; Ibnü'l-Hümâm, age, VII, 174 vd; Ibn Âbidîn, age, V, 31; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-Islâmî ve Edilletüh, IV, 758, 759)
Kira akdi sona erdikten sonra kiracının yükümlülükleri:
l) Kira süresi bitince, kiracının evin veya dükkânın anahtarlarını mülk sahibine veya temsilcisine teslim etmesi gerekir

2) Bir hayvan veya araç kiralanması halinde iş bittikten sonra, teslim aldığı yere hayvanı veya aracı götürüp sahibine teslim etmesi gerekir Bunu yapmaz ve bu sırada mala bir zarar gelirse tazmin etmesi gerekir
Hanefîlere göre, kiraya verilen malın yararlanılacak şekilde tutulması, tamir sıva vBulletin ıslah işlerinin yapılması mülk sahibinin görevidir Ancak mülk sahibi tamir ve bakıma zorlanamaz Bu takdirde kiracı için, akdi fesih hakkı doğar Çünkü bu eksiklik akdin konusunda meydana gelen bir ayıp sayılır Kiracı kendiliğinden tamir ve bakım yaptırırsa bunu teberruan yaptırmış sayılır Kiraya mahsup edemez Çünkü o, başkasının mülkünde izinsiz ve yetkisiz tamirde bulunmuştur Mülk sahibinin izniyle tamir ve ıslah yapılmışsa bu, kira bedelinden mahsup edilebilir (el-Kâsânî, age, IV, 208)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIRAAT

Okumak Namazda kıraat; namaz kılanın kendisi işitecek şekilde, diliyle harflerini çıkararak Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinden bir miktar okuması Kıraat, namazın bir rüknü olarak farzdır Okuyanın kendisinin bile işitemeyeceği okuma, kıraat sayılmaz Ancak imama uyan kimse bundan müstesnadır
Nâfile ve vitir namazının bütün rekatlarında, farz namazların ise herhangi iki rek'atinde kıraat farzdır Kur'ân-ı Kerîmde şöyle buyurulur: "O halde Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun" (el-Müzemmil, 73/20) Buradaki emir vücub içindir Hz Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Kıraatsiz namaz olmaz" (Müslim, Salât, 42; Ebû Dâvud, Salât, 132, 167)
Farz olan kıraat miktarı Ebû Hanîfe'ye göre, en az altı harfli bir âyet kadar olmalıdır "Sümme nazara (sonra baktı)" (el-Müddessir, 74/21), "Lem yelid (O doğurmamıştır)" (el-İhlas, 112/3) âyetleri gibi Bu ikinci âyetin aslı "lem Levlid" olduğu için aslî harfler altıya tamamlanır Ebû Yusuf'a, İmam Muhammed eş-Şeybânî'ye ve Ebû Hanîfe'den başka bir rivâyete göre, namazda kıraat, farkı olan her rek'atte en az kısa üç âyet veya böyle üç âyet miktarı uzun bir âyettir İhtiyata uygun olan da budur (el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', Beyrut 1328/1910, I, 110; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire, ty, I, 193, 205, 222, vd; ez-Zeylaî, Tebyînü'l Hakâik, l, 104, vd; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, Mısır, ty, I, 415)
Kıraatin, dört rek'atli farz namazlarda ilk iki rek'atte ifası farz değil vâcip hükmündedir Hz Ali'nin (ö 40/660); "ilk iki rek'atteki kıraat, son iki rek'atteki kıraat yerine geçer" dediği nakledilir Abdullah b Mes'ud (ö 32, 652) ve Hz Aişe (ö 57/676), farz namaz kılanın son iki rekatte dilerse Kur'ân-ı Kerim okuyacağını, dilerse tesbihle meşgul olabileceğini belirtmişlerdir Fâtiha, başka bir sûre veya uç âyetin okunması da böyledir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, Dımaşk 1405/1985, I 646)
Namazda Fâtiha Sûresi'ni okumak Haneli fakîhlere göre farz değil vaciptir Gizli veya aşık okunan namazlarla, imam veya cemaatin okuması hükmü değiştirmez Hz Peygamber, namazını yanlış kılan (musî') sahabeye, namazın kılınış şeklini tarif ederken kiraatla ilgili olarak; "Sonra, Kur'ân'dan ezberinde olan, sana kolay geleni oku " (Buhâri, Husûmât, 4, İsti'zan, 18, İstitâbe, 9, Eymân, 15; Müslim, Salât, 45; Ebû Dâvud, Salât, 144, Tatavvu', 17, Vitr, 22; Tirmizî, Salat, 110, Kur'ân, 9; Nesaf, İftitâh, 7, 37, Tatbik, 77; İbn Mâce, İkâme, 72; Ahmed b Hanbel, Müsned, I, 40, 43, II, 437) buyurmuştur
Çoğunluk İslâm hukukçuları namazda Fâtiha'nın okunmasını farz kabul ederler Onlar "Kur'ân'dan kolayınıza gelen yeri okuyun" âyetini Fâtiha olarak tefsir ederler Çünkü Hadislerde şöyle buyurulmuştur; "Fâtiha okunmadıkça namaz olmaz" (Müslim, Salât, 42; Ebû Dâvud, Salât, 132, 167; Tirmizî, Salât, 116; Ahmed b Hanbel, II, 307, 428, 443), "Ümmü'l-Kur'ân'ı (Fâtiha) okumayan kimsenin namazı yeterli olmaz" (Tirmizî, Mevâkît, 29, 116), "Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın" (Buhârî, Ezân, 18, Edeb, 27, Ahâd, 1)
Hanefiler bu konuda aşağıdaki delillere dayanırlar
a Kur'ân'dan kolayına gelen yeri okuma emri mutlaktır Bu emir, Kur'ân adı verilen herhangi bir yerden en az kıraatla gerçekleşir Diğer yandan, namaz dışında Kur'ân okumanın farz olmadığı icmâ ile sabittir Durum böyle olunca namazda kıraatın farz olusu kesinleşmiş bulunur
b Namazda Fâtiha'nın okunmasını bildiren hadisler âhâd haber türündendir Farz oluşu kesin Kur'ân delili ile sabit olan bir hükmün üzerine âhâd haberle ziyade yapmak caiz değildir Bununla Fâtiha'nın okunması vacip olarak sâbit olur O'nu terketmek tahrîmen mekruhtur Yanılarak terkeden veya geciktiren sehiv secdesi yapar
c Namazını yanlış kılan sahabeye Hz Peygamber; "Namaza kalktığın zaman, tam olarak abdest al, sonra kıbleye yönelerek tekbir getir, sonra Kur'ân'dan bildiğinin kolay gelenini oku" (Buharî, Husûmât, 4, İsti'zân, 18, İstitâbe, 9, Eymân, 15; Müslim, Salât, 45; Ebu Davud, Salât, 144; Tirmizî, Salât, 110, Kur'ân, 9; Nesaî, iftitah, 7, 37) buyurmuştur Eğer Fâtiha'nın okunması farz veya rükun olsaydı, bunun yanlış namaz kılan bu sahabeye Hz Peygamber'in bildirmesi gerekirdi
d Ubâde b es-Sâmit (ra)'ten (ö 34/654) rivâyet edilen; "Fâtiha'yı okumayan kimsenin namazı yoktur" (Müslim, Salât, 42; Ebû Dâvud, Salât, 132, 167; Tirmizî, Salât, 116) hadisi, faziletin yokluğu anlamına gelir Namazın sahih olmadığını ifade etmez Nitekim; "Mescid'e komşu olanın namazı mescidde kılmadıkça geçerli değildir" hadisinde de; "fazileti eksik olur" anlamı vardır (ez-Zeylai, Nasbu'r-Râye, I, 365, 366; ez-Zühaylî, age, I, 647) Ancak Dârekutni'nin naklettiği bu hadis fazileti eksik olur" zayıftır
Hanefîlere göre, ne Fâtiha'nın ve ne de başka sûrelerin başındaki besmeleler âyet değildir Sadece, en-Neml Sûresi'nin otuzuncu âyetindeki besmele bir âyettir Enes (ra)'ten (ö 91/717) şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlüllâh (sas), Hz Ebû Bekir (ö13/634), Ömer (23/643) ve Osman (ö 35/655) ile birlikte namaz kıldım Bunlardan hiçbirisini besmele çekerken, işitmedim" (Ahmed b Hanbel, Müsned, III, 264, 273, 275, 278)
Tek başına namaz kılan kimse Sübhânekeden sonra gizli olarak eûzü besmele okur ve her rek'atte Fâtiha'dan önce besmeleyi tekrar eder Fâtiha bitince "âmin" der Anlamı: Ey Rabbimiz, duamızı kabul buyur demektir (ez-Zühaylî, age, I, 646, 647)
İmama Uyan Cemaatin (Muktedî) Kıraatı:
Hanefîlere göre, imama uyan için kıraat yoktur Dayandıkları deliller şunlardır:
a Kitap Âyette şöyle buyurulur: "Kur'ân-ı Kerîm okunduğu zaman onu dinleyiniz ve susunuz ki merhamet olunasınız" (el-A'râf, 7/204) Ahmed b Hanbel, bilginlerin, bu âyetin namaza ait olduğunda görüş birliği içinde bulunduklarını belirtir Âyet; "dinleme" ve "susma"yı emretmektedir Birinci sabah, akşam ve yatsı namazları gibi sesli (cehrî) okunan namazlara âittir Susma ise, açık veya gizli okunsun Bütün namazları kapsamına alır Buna göre namaz kılanların sesli namazda dinlemeleri, sessiz kılınanlarda ise susmaları vacip olur Bu prensibe uymamak tahrimen mekruhtur
b Sünnet hadiste şöyle buyurulur: "Kim imanın arkasında namaz kılarsa, imamın kıraati onun da kıraatidir (İbn Mâce, İkâme, 13) Bu hadis, gizli ve açık okunan bütün namazları kapsamına alır Başka bir hadiste şöyle buyurulur: "İmam, kendisine uyulmak i, cin öne geçirilmiştir Bu yüzden, o tekbir alınca siz de alınız Okuduğu zaman ise susunuz" (Buharî, Salât, 18, Ezân, 51, 74, 82, 128, Taksîru's-Salât, 17; Müslim, Salât, 77 , 82)
Hz Peygamber bir gün ikindi namazını kıldırırken, arkasında cemaatten bir adam "Sebbihi'sme Rabbike la'lâ" suresini okumaya başladı Rasûlüllah (sas), namazın sonunda cemaate dönerek, okuyanın kim olduğunu sordu Bir adam kendisinin okuduğunu söyleyince Hz Peygamber: "Ben, sizden bazılarınızın benimle münâkasa ettiğinizi sandım" (Müslim, Salât, 48) buyurdu Bu hadis, gizli okunan namazda cemaatın kıraatte bulunmaması gerektiğine delâlet eder Sessiz kılman namazda böyle olunca, sesli okunan namazlarda öncelikle gerekli olur
c Kıyas Cemaat üzerine kıraat gerekseydi, diğer rükünlerde olduğu gibi, namaza imam rukuda iken yetişen (mesbûk) kıraatten sorumlu tutulurdu Ama rükû'da yetişen kimse o rek'ate yetişmiş sayılır Böylece, cemaatin kıraati, cemaate sonradan yetişenin (mesbûk) kıraatine kıyas yapılmıştır (el-Kâsânî, age, l, 110 vd; ez-Zühaylî, age, l, 648)
Hanefilerin dışında kalan çoğunluk İslâm hukukçularına göre, namazda kıraat olarak Fâtiha'nın okunması gerekir "Fâtiha okumayanın namazı yoktur", "Kendisinde Fâtiha okunmayan namaz yeterli olmaz", "Namazı ben nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılınız" hadisleri bunun delilleridir (bk İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Mısır, ty, I, 119 vd; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3 baskı, Kahire, ty, I, 376-491, 562-568; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, Matbaatü'l-Bâbî el-Halebî, I, 72) Her namazın ilk iki rek'atında Fâtiha'dan sonra bir sûre okunması ise sünnettir İmama uyan kimse, gizli okunan (sırrı) namazda Fâtiha ve bir sûre okur Mâlikî ve Hanbelîlere göre sesli okunan (cehrî) namazda hiçbir şey okumaz Şâfiîlere göre ise, cehrî'de yalnız Fâtiha'yı okur Ahmed b Hanbel'in, açıklık kazanan görüşüne göre, cemaat, imamın ilk ara verişinde, Fatihâ'nın yarısını, ikinci arada ise geri kalanını okur Bu ikisi arasında, imamın okuyuşunu dinler (ez-Zühaylî, age, I, 649)
İslâm bilginleri, namazda arapçanın dışında bir dille yapılacak kıraatin yeterli olmadığı konusunda görüş birliği içindedirler Çünkü Kur'ân'ın dili arapçadır, Âyetlerde; "İşte böylece, Biz onu arapça bir Kur'ân olarak indirdik" (Tâhâ, 20/113) "Şüphesiz Biz, kâfirlerin: "Bu Kur'ân'ı, Muhammed'e bir adam öğretiyor" dediklerini çok iyi biliyoruz Kendisine isnatta bulundukları bu adamın dili yabancıdır Kur'ân ise açık, fasîh arapçadır" (en-Nahl, 16/103); Kur'ân-ı Kerîm lafız ve mânâsı ile mucizedir Lafızlar terceme ile değiştirilirse Kur'ân, nazım özelliğini kaybeder Bu sebeple terceme, ne Kur'ân ve ne de benzeri (misil) sayılmaz Ancak, O'nun tefsîri sayılabilir Tefsîr, tefsir edilenden başKadir Bu arada, bazı Hanefîler'e göre Fâtiha'yı okumaktan âciz olan kimse, (Fâtiha'yı öğreninceye kadar arapçadan başka bir dille geçici olarak tercümesini okuyabilir (el-Kâsânî, age, I, 112)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIR AATA ÜCRETİ HARAM KILAN DELİLLER
Kur'ân-ı Kerim'i okuma, hattâ öğretme (Ancak öğrenme için "sonraki" âlimlerin, özellikle de Belh âlimlerinin, zarurete binaen ücreti tecviz ettiklerini de daha şimdiden söylemeliyiz) karşılığında ücret almayı men eden haberler, aslında konumuzla ilgili olarak, açık kapı bırakmayacak kadar çok ve açıktır Bu cümleden olarak :

1- Ahmed b Hanbel ve daha bir çoklarının, Abdurrahman b Sibl'den rivayet ettikleri: "Kur'ân-ı Kerim'i okuyun, onu (dünya menfaatlarına vesile kılmak suretiyle) yemeyin!" (Heysemî, MZevâid VI/168 Bu hadîs-i Şerîfin bir başka rivayeti şöyle dir: "Kur'ân okuyun, onda aşırı gitmeyin On(u okumak)dan uzaklaşmayın, onunla dünya menfaati artırmayı talep etmeyin" Heysemî VI/167 Sevkanî, age V/322; Âynî, age XN/95) hadîs-i serîfi
2 - Ubeyy b Kâ'b hadîsi: "Bir adama Kur'ân-ı Kerîm öğrettiydim de, bana bir yay hediye ettiydi Durumu Rasûlüllah'a söyledigimde : Onu aldıysan, ateşten bir yay almışsin demektir, buyurdular ben de geri iade ettim " (Yusuf ez-Zeylaî, Nasbu'r-raye li-e hadîsi'I-Hidâye, (el-Mekrebetü'l Islamiyye,1393 (1973) IV/137; Sünen-i Ibn Mace, (Mısır, Isa el-Babi el-Halebî,1972)N/157)

3 - Beyhakî'nin, Bürayda (ra)dan rivayetine göre, Rasûlüllah (sav) : "Her kim Kur'ân okuyup, Hz Kur'ân'ı nâsın malını yemeye vesile edinirse, Kıyamet Günü'nde yüzü etten âri bir kemikten ibaret olarak Arasat Meydanı'na gelir" buyurmuştur (‚Aynî, age XN/96)
4- Tirmizî'nin ‚Imrân b Husayn'dan rivayet ettiği: "Kur'ân okuyan onunla Allah'tan istesin Zira bir takım insanlar gelecek, Kur'ân'ı okuyacaklar ve onunla insanlardan menfaat temin edeceklerdir" (Sünen-i Tirmizî, (Mısır,1975 (I395) VI/79 (K46 B 20 H 2917) Sevkanî, age V/322; Âynî, age XN/96)
5 - "Kur'ân-ı Kerim'i okuyunuz; onunla amel ediniz; ondan asla uzaklaşmayınız, onun hakkında haddi de aşmayınız; onun tilâveti karşılığında ücret alıp vermeyiniz, onunla dünya malını çoğaltma yoluna girmeyiniz" (Ahmed b Hanbel, Müsned, Kahire, I3l3 NI/428)
Bu hadîs-i şerîflerin her biri, belki rivayet tarikindeki bir yönüyle tenkide uğramıştır ama, birbirlerini destekleyince, ortak mana sıhhat kazanmış olur Ibn Abbâs: "Onu ticaret aracı yapmanızı uygun görmem Ancak elinin sanatı karşılığı olanda (yazmaya alınan ücrette) bir mahzur olmamalıdır " (Akaidü's-selef s I57; Buhar-î, Sahîh'inde "Fedailü'I-Kur'an" bölümünde "Kur'anı; gösteriş, yeme ve övünme için okuyanlar"diye bir başlık açmış ve ilk olarak Şu Hadîs-i Şer'îfi almıştır: "Dünyanın sonunda bir takım insanlar gelecek ki, onlar basit akıllıdırlar Allah'ın kelamını okurlar ama, okun yay dan çıktığı gibi Islamdan çıkarlar Imanları gırtlaklarından öteye geçmez; onları bulduğunuz yerde öldürün Çünkü onları öldürme, Kıyamet gününde öldürene ecir olacaktır" Kirmanî de bunu açıklarken der ki: "Bu hadîsin, konulan başlığın ikinci kısmıyla, yani Kur'an'ı yeme vesilesi yapmakla ilişkisi şudur: Kur'ân okuma, Allah için olmazsa, elbette ya gösteriş ya yeme vesilesi, ya da benzer-i bir şey için olacaktır" (bk Kirmânî (şerhu'I-Buharî) Beyrut,1401 (I98l )XIX/49; Kastalanî,irsadü's-sâri, VN/388) der
B - Alimlere göre
Bu konu üzerinde enine boyuna duranlardan birisi de Allâme Imâm Birgivî merhumdur Bu konuda çeşitli eserlerinde malûmatlar vermiş, Istanbul'da devrin uleması ile münazaralarda bulunmuş, ve "Seyf-i Sârim" adında müstakil bir de risale yazmıştır (Bk Katip Çelebî, Mîzânü'I-Hak fihiyarı'l-ehak (Terc1001 TE)) Onun söylediklerini şu cümlelerle özetlemek mümkündür :
" Müddeamıza Kitap'tan (Kur'ân-ı Kerim'den), sünnet'ten, icmadan ve kıyastan delillerimiz vardır :
Kitap'tan olan delilimiz:"Ayetlerimizi az bir paha karşılığı yemeyin" ("Az bir baha" =Semen-i kalîl"in ne olduğunu daha önce açıkladık) (KK N/41) Sünnetten delilimiz :"Kur'ân'ı okuyun, onu dünyevî menfaatları yeme aracı kılmayın""Onlardan her kim ahiret işinidünyalık için yaparsa, artık âhirette onun hiç bir payı yoktur"Binaenaleyh, böyle bir okuyuşun sevabı olmadığına göre gerçekte sevabın satışı olan bu icâre nasıl câiz olabilir ? Ma'dumun satışı ise câiz değildir Var olduğu kabul edilse bile, teslimi mümkün değildir (ImamBirgivi'nin söylediklerini aynen nakleden Ibn ‚Abidin bu noktada şunları ilave eder: "Tesliminin mümkün olduğu kabul edilse bile bu, menfaatin bir şey karşılığı temlik edilmesidir Buradaki menfaat ise sevaptır,kıraat değildir Zira ücret veren sevabın hasıl olmadığını bilse, mücerred okuma karşılığı bir kuruş bile vermez Binaenaleyh sevap teslim edilmeden ücrete hak kazanılmaz Verdiğin kıraat şartına bağlı olmayan bir"SILA" olması, okuyanın da sırf Allah rızası için okumuş bulunması mümkün değildir Çünkü veren verdiği, ancak muradına göre okunması için verdiğindendir ki, okunup okunmadığını izlemektedir Okuyan da bir şey verilmemesi halinde okumayacaktır"(Ibn ‚Abidin, Sifa'ul-‚alil, s 182)
Icmadan delilimiz:Bu ümmet ‚Ameller ancak niyetlere göredir ve herkes için , neye niyyet etmişse o (nun karşılığı) vardır" meşhur hadîs-i şerîfine binaen, niyetsiz amelin olmayacağında ittifak etmiştir ki, niyyet amele bâis olan ve kastetme ve azmetme tabir edilen şeydir ve bahsini ettiğimiz meselede de bu yoktur Sonra okuyanın, ben sadece Allah rızası için okuyorum, ücret verenin de, ben sadece Allah rızası için veriyorum, demelerine de itibar edilmez Zira riyanın (olduğundan başka türlü görünmenin) haramlığında da ittifak etmişlerdir Bunların böyle demeleri de riyadan başka bir şey değildir Binaenaleyh, bir masiyet karşılığında ücret almak nasıl câiz olabilir?
Kıyastan delîlimiz :
1- Kur'ân-ı Kerîm okumak da, bedeni bir ibadet olma bakımından, namaz ve oruç gibidir Binaenaleyh, nasıl namaz ve oruca ücret almak câiz değilse, Kur'ân-ı Kerim okumaya ücret almak da câiz değildir
2 - Bu, gerçekte bir sevap satma ameliyesidir ki, insanın geçmiş zamanlarda yaptığı amellerinin sevabını satışa çıkarmasına benzer Bunun da câiz olamayacağı nasıl ihtilafsiz bir gerçekse, berikinin câiz olmadığı da aynıdır E1-Ihtiyâr'da :"Şayet kabrini sıva ile yapmasını ve üzerine bir kubbe yerleştirmesini ve kabri başında Kur'ân okutup, okuyana bir şeyler vermesini vasiyyet etse, böyle bir vasiyyet batıldır, zira muhkemleştirmek için kabirlerin üzerine bina yapmak helâl değildir" denilmektedir (Birgivî Muhammed Efendi, Serh'u hadîs-i erbaîn, s 75; Ibn Âbidîn, Şifâ'ul-‚alîl,s182; Dürrü'l-muhtar, VI/55)
Ibn Abidin, aynı konuda haram oluşun aklî delili olarak şu açıklamayı da ilâve eder :
" Sevabın varlığı malûm değildir Birisi sevabını kendinin, ya da ölmüş bir yakınının ruhuna bağışlamak üzere birisine hatim okutup ücret verse, bu okuyuştan bir sevabın husûlü belli değildir ki, ücret vermesi gereksin Hasıl olsa bile, okuyan için hasıl olmuş olur ve ücret karşılığı satılması yine câiz olmaz Ya belli olmadığı zaman nasıl sahîh olacaktır? Kaldı ki, böyle bir okuyuştan sevabın hasıl olmayacağı açıktır Zira sevabın bulunmasında amelin hâlis Allah için olma şartı vardır Ücretle okuyan ise, dünyalık için okumuştur, Allah rızası için okumamıştır Bunu şuradan da anlayabiliriz: Okutanın kendisine bir şey vermeyeceğini bile - bilhassa bu işi meslek haline getirenler - bir harf bile okumaz" (Ibn Âbidîn, el-Ukûdü'd-dürriye, N/115)Ibn Abidin'in nakline göre Imâm Nevevî "Kitâbu t-tıbyân fi âdâp -ı hameleti'1-Kur'ân adlı eserinde, müstakil bir bölüm altında şunları söyler:"Son derece kaçınılması emredilecek şeylerin en önemlilerinden birisi de, Kur'ân'ın bir kazanç aracı haline getirilmesidir" (Nevevî, et-Tibyân 42; Ibn Âbidîn Şifâ'ul-‚alîl, s175)
Tâcü's-Şeria: "Ücretle Kur'ân okumanın, ne okuyana, ne de ölüye sevabı dokunur"Aynı: "Dünyalık için Kur'ân okuyan, okumaktan alıkonulur Bu durumda alan da veren de günahkârdır" (Ibn ‚Abidîn, Sifa'ul-‚alîl, s180: Raddü'I-muhtar, VI/56) Şeyhul-Islâm Ankaravî Mehmed Efendi: "Kıraat ya tâattır, ya masiyettir, ya da mubahtır Bir dördüncü şık düşünülemez Eğer Kur'ân-ı Kerim okumak, hadîs-i şerîf okumak gibi bir tâatsa, bunların karşılığında ücret almak, tâata ücret almak olur ki, tâat üzerine icâre akdi yapmak sahîh değildir Eğer şarkı, türkü gibi bir ma'siyyetse, o zaman bu, ma'siyete ücret almak olur Bu ise batıldır Yok eğer edebiyat vs kitapları okumak gibi bir mubah okumaksa, o zaman da ücretle tutanın ücret vermeden bile sahip olduğu bir şeyi, ücretle yaptırması olur ki, bu da mün'akid olmaz" (Şerhu'I-Islam Muhammed Emîn el-Ankaravî, Fetâvay-ı Ankaravi, Ist1281N/293 (Muhît-i Bur'hâni'den naklen))
El-Ihtiyâr ve Mecmâ ul-Fetâvâ'da: "Kur'ân için herhangi bir şey almak câiz değildir Zira bu ücret gibidir" denmektedir Ücrete benzeyen câiz olmazsa, ya ücret olarak alınan nasıl câiz olacaktır?
E1-Hulâsa'da: "Kur'ân okumasını bilen birisine kabri başında Kur'ân'dan bir şeyler okumasını vasiyyet etse, bu vasiyyet bâtıldır Aynı şey Tatarhâniyye'de de mevcuttur Orada ayrıca: Sahîh olan câiz olmamasıdır Velev ki okuyan muayyen bile olsa, denilmektedir" (Ibn Âbidîn, Sifâ'uf-‚alîl, s179 denir Ibnü Kayyim el-Cevziyye: "Ölüye gönderilecek en güzel hediye, köle azadı, sadaka, onun için istigfar etmek ve onun için hac yapmaktır Nâfile olarak Kur'ân okuyup sevabını ona bağışlama ya gelince, eğer ücretsiz olursa, bu da diğerleri gibi ulaşır" Şeyhul-Islâm Takiyyü'd-Din (Ibn Teymiyye) : "Kıraata ücret ve sevabını ölüye gönderme sahih değildir Çünkü bu hususta hiçbir imamımızdan menkul bir izin yoktur Hattâ ulemâ, okuyan, bir mal karşılığı okursa, bunun bir sevabı yoktur demişlerdir Peki ölüye gidecek olan nedir? Ölüye ancak amel-i sâlih gidebilir Kur'ân okuma karşılığı ücret alınamayacağında imamlarımız ittifâk halindedirler Ihtilâf, öğretmeye verilecek ücret konusundadır" (Ibn Âbidîn, Şifâ'ul-‚alîl, s175 (Kitabu'r-Rûhtan naklen))
Imâm Birgivî: "Bunun için vasiyyette bulunmak batıldır Alınan alana haramdır Bu yolla Kur'ân okuyan da, onu dünyanın bayağı metaına âlet ettiği için âsîdir" (Ibn Âbidîn, Şifâ'ul-‚alîl, s174; Raddü'I-muhtar, VNS7, (el-Cezîrî de bunu Imam Birgivî'den aynen nakletmektedir bk el-Fıkhu'alel-mezâhibi'l-erba'a, NI/l27)"Allah'tan da utanmazlar, bu Kur'ân-ı Azımü'ş-Şânı bir kaç değersiz dirhem için, hayır, bilakis, talibi köpekler olan kazurat ve leşler için okurlar Bu yolla insanları aldatabilirler ama, gaybın ve görünenlerin âlimi olan Allah'ı nasıl aldatacaklardır?!" (Imâm Birgivî, Şerhu-hadîs-i erba'în, s 74) Abdurrahman el-Cezîri: " Bütün bunların hülâsası şudur: Hanefi mezhebi, tâatlar üzerine ücreti men esasına dayanır Bu yüzdendir ki, başkası yerine yapılan haccın, ücret yoluyla değil; inabet yoluyla olduğunda ittifak vardır Binaenaleyh, başkası yerine hac yapan, bu farzı yerine getirmede, onun nâibi olarak iş görmekte ve onun malından, kendisine ihtiyaç miktarı harcayabilmektedir Eğer artan bir şey olursa, onu da olduğu gibi nâibi bulunduğu zata iade etmektedir Eğer bu ücret akdi olsaydı, artanı iade etmeyecekti " (el-Cezîrî, age NI/l27) Ibrahim en-Nehâ î: "Mushaf varislere değil, kurralar için terkedilir, ya da mûrisin ehl-i beytinden kurra olanlara kalır Mushafın yazılmasına, okunmasına ve arzına ücret şartı da câiz ol maz" (Muhammed Ravvâs el-Kal'acî, Mevsu'atü Ibrâhim en-Naha'î, N/562) Son olarak, kıraata ücret alanların her nasılsa mesned gösterdikleri Ebu's-Su'ûd Efendi'den, aksine bir fetvâ nakletmek istiyorum:"Zeyd-i cüz-hân (Kur'ân okuyan herhangi birisi) tilâvet-i Kur'ân-ı Azîm'i mücerred ücret içün eylese (Sırf ücret almak için okusa) aldığı akçe şer'an helâl olur mu?
E1-Cevap: Olmaz Sahibine (okutana) istirdad (geri verme) lâzımdır (Ebu's Su'ûd) Bu surette Zeyd, sevap mülâhazasi ile olmayup, Kelâmullah'ı dünyaya vesile ittihaz eylemekle, mezbûra (adı edilene) ne lâzım olur?
E1-Cevap: Istihfâf-ı Kelâmullah'tır (Allah'ın Kelâmı'ni hafife almaktır); küfür lâzim olur (Ebu's Su'ûd) Diğer cevap: Küfür lâzım olmaz; havf-i küfür (Küfür olma endişesi) vardır Zira istihfaf sarih (açık) değildir, zimnîdir (dolayısıyladır) Mushaf-ı Şerifi kazurata ilka (pislige atma) değildir (Harrarahü Muhammed Birgivî) (Fetâvâi-i Ebi's-Su'ûd, Mesîhat Kütüphanesi, (Yazma) v168) Aslında Ebu's-Su'ûd Efendi, kendi görüşü olarak "Küfür lâzım olur" dedikten sonra, Imâm Birgivî'nin, "küfür değil, havf-i küfür lâzım olur" şeklinde ifade edilen görüşünü, sadece değişik görüşlerin de bulunduğunu nakil için değil, itibar edilmeyecek mercûh bir görüş olduğunu hatırlatmak için zikretmiş olmalıdır Bu iki yaştan âlimin birbirleriyle pek anlaşamadıkları, hattâ Kâtip Çelebi'nin anlattıklarına bakılırsa birbirleriyle dargın olarak vefat ettikleri gözönünde bulundurulduğunda, bu fikrin doğru olması ihtimal çerçevesine alınır (Bunların yanında özellikle "Sonraki" Hanefi Fıkıhçılarının yazdığı kitaplarda, Kur'an-ıKerim tilavetine ücret almanın caiz olmayacağı açıkça belirtilmiştir(Bu konuda Imam Birgivi'nin sözünü ettiğimiz risalesinden başka Ibni ‚Abidin'in yine adı geçen risalesi, Raddü'ül- muhtar ve el-‚Ukudüd'dürriye adlı eserler'i yanında bk Fetâvây-i Kâdîhân NI/ F26; Bezzâciyye VI/354; Hindiyye V/3I6, 349) Bütün bunlar Hanef i mezhebindeki durumdur Bu konuda Hanbelîler' de Hanef i ler gibi düşünürler Imâm Mâlik, Şafîî ye Ibn Hazm'a gör'e ise bazı Şartlarla Kur'an-ıKerim tilavetine ücret almanın caizdir (bk Haseneyn Muhammed Mahluf, Fetevâ Şer'îyye ve buhus Islâmiyye, Mısır, I385 (1965) I/60 vd) Ancak, bilebildiğimiz kadarıyla, konuyu müstakil bir mesele olarak enine boyuna inceleyen Imam Birgivi ve Ibn Abidîn'dir ve her ikisi de Kur'ân-ı Kerim tilâvetine ücret almanın çok çirkin bir haram olduğu kanaatine varmışlardır Diğer mezheplerde câiz gören imamlar, konuya sadece dolayısı ile değinmişler ve meseleyi bütün yönleri ile delilleriyle ele almamışlardır Bu yüzden, bukonuda özellikle Hanefilerin söyledikleri kaynak teşkil eder ve tercihe şayân görülür)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIRAATA ÜCRETİ CAİZ GİBİ GÖSTEREN DELİLLER VE TARTIŞMASI

1Ibni Abbâs'tan rivayet edilen "LEDIG" hadisi :
"Rasûlüllah'ın ashabından bir grup, bir suyun yanına uğramıştı Orada bulunanlardan birini yılan sokmuştu Bir adam onlara gelip : "Içinizde "rukye" (okuyarak tedavi) yapan kimse var mı? Buradakilerden birini yılan soktu" deyince içlerinden birisi çıktı ve bir koyun karşılığı "Fâtiha"yı okudu Koyunu alıp arkadaşlarının yanına gelince, onlar bunu hoş görmediler ve: "Allah'ın Kitabı karşılığı ücret aldın ha?!" dediler Medine'ye döndüklerinde de, Rasûlüllah'a (sav), "Bu adam Allah'ın kitabı'na ücret aldı" diye şikâyette bulundular Bunun üzerine Rasûlüllah (sav) : "Ücret almanıza en lâyık olan şey Allah'ın Kitabı'dır " buyurdular " (Sevkânî, Neylü'l-evtâr, Mısır, e!-Bâbi'I-Halebi I391 (l971 ) V/325; Buhârî,N/121; el-Âynî, ‚Umdetü'l-Kâr-î, Dârü'-Ihyai't-türâsi'l-Arabî (Tarihsiz ofset), XN/95)
Münakaşası :Bu hadîs-i şerif, ifadenin umumiliğine bakıldığında, Kur'ân Kerimi hem öğretme, hem de okuma karşılığı ücret almayı câiz kılar gibi görülür Ancak az sonra sıralayacağımız, haram kılan Hadislerden sonra, onlarla çatışır gibi görünen bu hadîs-i şerifin şu manada olduğu anlaşılır :
a - Burada karşılığında ücret almak câiz olan şey, Kur'ân okumak değil, rukye yapmaktır (Sevkânî, age V/326 ) Rukye'de Kur'ân'dan unsurlar bulunması, bu hükmü değiştirmez (‚Aynî, age Vll/96) Ayrıca rukye tedavi için yapılır Tedaviden ücret almak ise câizdir (el-Cezîrî, el-Fıkh'u ‚ale'l-mezâhibi'I-erba'a, Mısır, l392 NI/l28)
b - Bu nassın Kur'ân okuma karşılığı ücret almayı tecviz ettiği düşünülse bile, -biraz sonra kaydedileceği üzere- ücreti men eden bir kısım haberler de vardır "Birisi haram, diğeri helâl kılan iki haber tearruz ettiğinde, helâl kılanın mensuh olduğuna hükmedilir " (el-Cezîrî, el-Fıkh'u ‚ale'l-mezâhibi'I-erba'a, Mısır, l392 NI/l28)
c - Ibnü'1-Cevzi de, kendi mezhep imamlarından naklen, buna şöyle cevap vermiştir: "Suyun yanında bulunan ve rukye yaptıran insanlar kâfir idiler Kâfirin malını almak câizdir Sonra misafir ağırlamak farzdır; onlar buna riayet etmemişlerdi Binaenaleyh, misafir, kendisini ağırlamayanın malından, ihtiyacı miktarı alabilir Ayrıca rukye, salt ibadet değildir Yani rukyeye ücret alınabilir "
Kurtubî de; Rukyeden ücret almanın câiz olmasını, Kur'ân'dan ücret almanın cevazına delil kabul etmeyiz" diyor (‚Aynî, age Xll/96; Ibni Abidîn, Sifâ'u!-‚alîl, s155, Raddü'l-Muhtâr, VI/57)
d - Hanefîlerden bazıları: "Ücret almanıza en lâyık olanı Allah'ın Kitabı'dir" sözü, ifadenin gelişine bakarak, rukye yapmak istediğinizde:" takdiriyle düşünülmelidir, demişlerdir (‚Aynî, age X/ll/96)Bazıları buradaki "ücret"ten muradın "sevab" olduğunu söylemişlerse de, hadîs-i şerifin söyleniş sebebi buna engeldir Yine bu hadîs-i şerifin ücreti men eden diğer hadîs-i şeriflerle neshedildiği görüşü de, "sırf ihtimalle nesh sabit olmaz" denilerek tenkide uğramıştır (Sevkânî, age V/326; ‚Aynî, age XN/96)2 - Buhâri ve Müslim'in rivayet ettikleri Sehl b Sa'îd Hadîsi : (Buhârî, Vll/8; Müslim, N/1040 (Kitab l6, bab 13)) Bu uzun hadîs-i şerîfte Rasûlüllah (sav)ın evlenmek isteyen bir kadını, yanında bulunan bir istekliye: "Kur'ân'dan bildiğinle onu sana nikâhladım (Sevkânî, age Vl324, 325)" Bir başka rivayette: " Mülküne verdim Buhârî, Fedâilü'I Kur'ân 21, Nikâh 37, 40; Ebû Dâvûd, nikâh l7; Tirmizî, nikâh 23; Ibn Mâce nikâh 17; Darîmî nikah 19)" Müslim'in bir rivayetinde: "Ona Kur'ân öğretmen karşılığında onu sana eş yaptım (Buhârî nikâh I4; Müslim nikâh 76)" Ebû Dâvud'un bir rivayetinde:
"Ona yirmi âyet öğretirsen, o senin karındır (Müslim nikâh 77)" Ahmed'in bir rivayetinde: "Kur'ân'dan bildiklerine karşılık, onu sana nikâhladım" buyuruyor (Ebû Dâvûd, nikâh 30)
Münakaşası:Buradan mutlak cevaz anlamak isteyenler olmuşsa da, cevap olarak :ta Rasûlüllah (sav) bu kadını adı geçene, ona Kur'ân öğretmesini mehir yaparak değil, Kurân'dan birşeyler ezbere bilmesine ikram için, aslen mehirsiz olarak nikâhlamıştır (Müsned V/330, ayrıca bk Buhari nikah 50 Sevkanı, age V/325)
b - Bu muamele, sadece o kadın ve o erkeğe hastır Sa'id b Mansûr'un Nu'mân el-Ezdî'den rivayet ettiği şu hadîs-i şerif de bunu gösterir :"Rasûlüllah (sav), bir kadını, Kur ân'dan bir süre karşılığında evlendirdi ve buyurdu ki: "(Kur'ân) Senden sonra hiç kimse için mehir olmayacaktır" (ay) Işte bu hadîs-i şerîf için bu görüşler serdedilmektedir; ancak Ebû Dâvûd rivayeti, birinci izahı yersiz kılmaktadır
3 - Ahmed b Hanbel'in Hâlid b "Adıyy'den rivayet ettiği :
"Kime, istemeksizin ve gönlünden de arzu etmeksizin kardeşinden bir şey gelirse, onu kabul etsin; reddetmesin O ancak A1lah'ın ona gönderdiği bir rızıktır (Heysemi, Mecma'u'z-Zvaid NI/100)" meâlindeki, hadîs-i şerif:
Ve yine aynı manada Ibni Ömer hadîsi:
" Bu maldan (zekât malından) istemeksizin ve gönlünden de geçmeksizin sana bir şey gelirse onu al Böyle olmazsa alma ve onu kendin için kullanma (Buhari, ahkam 17, zekat 51; Müslim, Zekat 110, 111; Nesai, zekat 94; ayrıca bk Sevkanı age IV/183)
Münakaşası:
a - Her iki hadîs-i şerîf de umumîdir; konunun diğer hadisleriyle tahsis edilirler (Sevkanı, age V/325)
b- Ibni Ömer rivayetindeki "Böyle olmazsa alma "kaydından da anlaşılacağı gibi, ücretle Kur'ân okuma, bu hükmün yine dışında kalır Zira okuduğunun karşılığında, tesadüfen, bir iki defa bir şeyler alanlar, çok nadir bir ihtimalle, böyle bir bekleyiş içinde olmayabilirler ama, başkaları tarafından bu işin parayla icra edildiğini bilen bir okuyucunun işin sonundaki ücreti düşünmemesi muhal derecesinde nadirattandır Binaenaleyh, tecviz konusundaki bu kapalı ve ‚amm' naslarla, Kur'ân-ı Kerim tilâvetine ücret alınabileceğine fetva vermek, ne nasla amel, ne de sağlam ictihat olmuş olur

__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIRÂAT-I AŞERE

"On tâne birin okunması" veyâ "On tâne biri okuma işi", "Kırâat ilminden on tânesini okuma; on tâneşinin ilmini ve pratiğini yapma"
Arapça bir kelime olarak"Kırâat" kelimesi, (Ka-ra-e/yak-ra-u) aslından çekimi yapılan, semâ'î (yâni kâide dışı) bir mastardır Türkçesi: "Okumak" demektir "Kırâât" olarak çoğul yapılır ve bundan da "okumalar" anlamı çıkarılır
Kelimenin, İslâmî anlamdaki ıstılâhî mânâsı ise; özellikle "Kur'an okumak, Kur'an tilâvet etmek, şeklinde özetlenebilir
"Aşere" kelimesi de, birincisi gibi Arapça'dır Fakat, arapçadaki telaffuzu: "aşera" şeklindedir Bu şekliyle, kelimenin türkçedeki sözlük mânâsı: "On tâne bir" veya, yalnızca "On " demektir Görüldüğü gibi, kelime bir sayı bildirmektedir
Kırâat İlmi, "Kur'ân-ı Kerîm'in kelimelerinin okunuş şekillerini, râvîlerine isnâd ederek bildiren bir ilimdir" (İbnü'l-Cezîrî, Muncidu'l-Mukrîîn, 3)
Kırâat İlmi'nin kayna bazı hususlara dayanır:
Hz Peygamber (sas)'in; "Kur'an yedi harf üzerine nâzil olmuştur Bunlardan kolayınıza geleni okuyunuz!" mânâsıyla açıklanan sözleri kıraatin çeşitlerini ifade eder Hadis; Hişâm b Hakîm'in namazda Furkân sûresini, kendi bildiğinden başka bir okuyuşla okuduğuna şâhid olan Hz Ömer'in, Hişâm'ı yakapaça ederek Peygamber'in huzûruna çıkarması üzerine söylenmiştir (Fedâîlu'l-Kur'ân, 5)
Hadisteki "Yedi Harf"den maksat: Kur'ân-ı Kerîm'in okunuş tarzları olarak, Allah tarafından nâzil olan farklı ve birden fazla olan kırâatlardır Bunlardan her hangi birisini okumak, nâzil olan Kur'ân'dan bir kısmını okumak demektir İşte bu farklı okunuşların, Kur'an'da yediye kadar çıktığı, İbn Kuteybe (276/889), Ebu'l-Fadl er-Râzî (454/1062) ve İbnu'l-Cezerî (833/1429) gibi büyük âlimler tarafından, ayrı ayrı örnekler verilmek suretiyle ortaya konulmuştur Özel olarak da, Kur'ân'ın bâzı kelimelerinde aynı durum mevcuttur Ancak bu farklı durumun, Kur'ân-ı Kerîm'in her kelimesinde olması ve aranması da gerekli değildir (Abdulazîz b Abdulfettâh el-Kârî, Hadisu'l-Ahrufi's-Seb'a, 60, 72, 78-79; Mecelletu Kulliyyeti'l Kur'ani'l-Kerîm, el-Aded: I, 1402-1403)
Asr-ı Sa'âdet'te sahâbeler arasında kırâatlarda bazı farklılıklar görülüyordu Bunlar, Kırâat ilminin ikinci kaynağı olarak belirlenmiştir Bu farklılıkların çözümü için, Hz Peygamber (sas) sahâbeler arasında hakemlik yapmış ve her iki tarafin da okuduğunu: "Böyle de nâzil oldu" meâlindeki sözleriyle onaylamıştır
Hişam b Hakîm ile Ömer b Hattâb arasında, Furkân sûresiyle ilgili olarak geçen ihtilaf, bunun en çarpıcı örneğidir (Buhârî, fedâilu'l-Kur'an, 5)
Hz Osman zamânında, yine kırâatlar konusunda ve yine sahâbeler arasında çıkan farklı okuyuşlar Hz Osman'ı İmam mushafları toplamaya yöneltmiştir
Hz Osman'ın çoğalttırarak Mekke, Medîne, Kûfe, Basra ve Şam gibi şehir merkezlerine gönderdiği mushaflarda mukayyed bulunan yazım (yâni resmi hat) farklılıkları da, Kırâat ilmi kaynakları arasında görülür
Sahâbe ve Tabiîn ile Tebe-i Tâbiîn'den olarak, sika, yâni güvenilirlik özelliğine sâhib olan âlimler tarafından nakledilen ve hiç bir itirâza da uğramaksızın, İslâm ümmetince kabul gören Kırâat ihtilafları da bu kaynaklardan sayılmaktadır (el-Hâc Muhyiddîn Abdulkâdir el-Hatîb, Kifâyetu'l-Mustefid fî Fenni't-Tecvid, 88)
Kırâatların Kısımları
Kırâat ilminin ileri gelen âlimlerinden İbnu'l-Cezerî, Kur'ân-ı Kerîm'in kırâatlarını Mütevâtir kırâatlar; Sahîh kırâatlar; Şâz kırâatlar diye üç kısıma ayırarak hükümlere bağlamıştır:
Mütevâtir kırâatları belirlemek için şu üç özelliği tesbit etmiştir
1) "Kur'an" diye okunacak kırâat vechinin, bir tek îrab yönüyle de olsa, arapçaya uygun olması
2) Halîfe Hz Osman (ra) tarafından çoğaltılarak Mekke, Medîne, Kûfe, Basra ve Şam'a gönderilen imam mushaflardan birinin yazı şekline, takdîren de olsa uygun düşmesi
3) O okuma şeklinin yani vechin bizlere kadar tevâtür yoluyla gelip ulaşmış olması (İbnu'l-Cezerî, Takrîbu'n-Nesr, 25; Muncidu'l-Mukriîn, 15)
"Bir tek îrâb yönüyle de olsa, arapçaya uygun olması" ifâdesi: "Sened zinciri bakımından tevâtür derecesine varan, yazı şekli bakımından da Hz Osman (ra) mushaflarındaki şekle uygun olan bir telaffuz olayının, lugat âlimlerince bilinmemiş olsa bike, Arab edebiyâtında bir kullanımının kesinlikle var olması" şeklinde anlaşılmalıdır (Abdulazîz b Abdulfettâh el-Kârî, age, 114)
İkinci maddedeki "takdîren"den maksat ise, Kur'ân'a mahsus olan bir yazı şeklinin, birden fazla okunabilme özelliği taşıması demektir Meselâ: Bu maddede söz konusu edilen mushafların hepsinde de, aynı şekilde yazıları bâzı kelimelerin, bulundukları farklı sûrelerde farklı ve müteaddid okunuşu, işte bu "takdîren" lafzının anlamıdır Fâtiha, Âlu İmrân ve Nâs sûrelerindeki (S) şeklinde yazılmış bulunan bu kelimenin, şekli değiştirilmeden Fâtiha"da "Meliki" ve "Mâliki", Âlu İmran'da "Mâliki" ve Nâs'da da "Meliki" telaffuzlarıyla okunması, durumun en çarpıcı örneğidir
Buradaki "tevâtür"den maksat, "yalan üzerinde birleşmeleri aklen ve âdeten câiz ve mümkün görülmeyen, sayı bakımından da çok olan bir cemâatın, görülmüş yâhut ta işitilmiş bir şeye dâir verdiği haberdir ki, işitenler üzerinde-haber verilen şey hakkında kesin bilgi ifâde eder" (Nevevî, Riyâzu's-Sâlihîyn, Trc Kıyâmuddîn Burslan/Hasan Hüsnü Erdem, I Mukaddime)
İşte, günümüzde bu üç özelliği (bu üç rüknü) kendisinde taşıyan kırâatlar, "Kırâat-ı aşere"den başkası değildir Bu kırâatlar yani "On Kırâat", bütün İslâm dünyâsınca itirazsız kabul gören, okunan ve okutulan kırâatlardır Bunlara: "On İmamın Kırâatı" yâni: "On İmamın Okuyuşu" veya: -orijinal adıyla-: Kıraatu'l-E'immeti'l-Aşera" denilmektedir (İbnu'l-Cezerî, Takrîbu'n-Neşr Fi'l-Kırââti'l-Aşr, 26)
Bu terimler arasında geçen"İmam" kelimesinden maksad: Öncelikle Kur'ân-ı Kerîm'in hafızı olan; ikinci olarak da, kırâat ve i'rab vecihlerinin detaylarını bilen; üçüncüsü, kelimelerin lugat ve ıstılah mânalarını anlayan; dördüncüsü, kırâatlardaki kusurları çok iyi gören ve kaynakları iyice tarayabilen âlimlerdir Bir diğer ifâdeyle: İslâm dünyâsının her tarafından, Kur'an'la ilgili bilgileri almak isteyen herkesin, kendilerine başvuracağı kudretli âlim ve fâzıl kimselerdir (İbnu Mucâhid, Kitâbu's-Seb'a, 45)
Mütevâtir kırâatları, bu vasıflara sâhib olan imamlar, nesilden nesile ve kuşaktan kuşağa gerçek anlamıyla ve hakkını vererek aktarmak suretiyle, günümüze ulaştırmışlardır Bu mütevâtir "On Kırâat"ın her biri, kesinlik ve makbûliyet bakımından, diğerinden farksızdır Çünkü bunlar, sahîh kırâatlardır Reddedilmesi câiz olmadığı gibi, inkâr edilmeleri de helal değildir İşte bu özelliklerinden dolayı da, bu kırâatları insanlığın kabûl etmeleri ve bunlarla amel etmeleri vâcibtir (İbnu'l-Cezerî, Müncidu'l-Mukriîn, 16; en-Neşr, I, 53)
Kırâat âlimleri, naklettikleri kırâat vecihlerinde, yukarıda zikrettiğimiz üç rüknün tamâmının bulunmasını ve ancak bu takdirde o vechin, Kur'an'dan kabûl edilebileceğini, namaz ve namaz dışında Kur'an olarak okunabileceğini benimsediklerinden; bu üç rüknün bir tânesinden bile yoksun bulunan kırâat vecihlerinin, Kur'an olarak okunmasına ve okutulmasına da asla müsaade etmemişlerdir
Bu noktada, bilinmesi gereken bir önemli husus da şudur: İlk devir âlimlerinin örf ve literatüründe; kırâatları nâkil ve râvîlerine isnâd ve mal etmek diye bir şey yoktu Onların nazarında böyle bir durum çirkin görülüyordu Bundan dolayı da onlar: "Kırâatü'l-A'meş" veya "Kırâatu Ebî Abdirrahmân es-Sülemî" gibi sözlerle iki sebebten dolayı kırâatları şahıslara atıfta bulunmamışlardır:
1) Bildirilen vecihlerin, sâdece o râvînin kendisine âit olduğu ve bir başka râvîsinin bulunmadığı şeklinde anlaşılmasından korkulduğu için;
2) Kırâat vecihlerinde, ictihad ve şahsî görüşün de etkisi varmış gibi bir yanlış kanâate yer verilmemesi için
Nihâyet, zamanın Asr-ı Seâdet'le arası açıldıkça; kırâatlarla ilgili titizlikler de, o nisbette zayıfladı Rivâyet ortamı ise, oldukça genişledi İsnadlar çeşitlendi ve râvîler de çoğaldı Bunun üzerine âlimler kaygıya düştüler ve bu durumun, müslümanlara yansıyarak, aralarında kargaşalar çıkmasını önlemek maksadıyla, kırâatları yeniden tetkîk edip tam bir kontrol altına almak üzere çalışmalara başladılar Böylece kırâatlarla ilgili rivâyet, tarik ve isnadlar, birer araştırma konusu olarak ele alındı Bu araştırmalar tamamlanınca, Kırâatlarla ciddî anlamda ilgilenen, onları hakkıyla okuyup-okutan, onlara zaman ve emeğinin pek çoğunu ayıran, belli sayıda âlimler olduğu anlaşıldı Bunlar, belli beldelerde, kırâat işleriyle devamlılığa yakın veyâ devamlı olarak meşgûl olan, kısacası sırf bu işle ün yapan sayılı kişilerdi Bu zevât üzerinde, zabt, itkân, dikkat, sened ve icâzet silsilesine riâyet gibi noktalarda da, ayrı ayrı gözlem ve araştırmalar yapılıyordu
Yapıları bu araştırmaların sonuçlarına göre; bunlardan bâzılarına imam bâzılarına Râvî, bâzılarına da Tarık unvanları verilerek, bunların diğer âlimlerden ayrı ve özel bir statüye sâhib oldukları kabul ve ilân edildi İslâm diyarının neresinde bulunurlarsa bulunsunlar, bunların bulundukları belde insanlarının, Kur'an adına onlar tarafından yapılacak rivâyet ve haberleri kabul etmeleri ve onların, bu konuda söylediklerine rıza gösterip itirazda bulunmamaları için bildiriler yayımlandı Böylece bu âlimlerden her biri, bulundukları beldelerde kırâat ilminin sözcüsü ve özel adıyla da imamları olarak târihteki yerlerini aldılar ve bütün müslümanlarca da kabul gördüler (İbnu'l-Cezerî, en-Nesr, 1/50-53; Takrîbu'n-Nesr, 21-22)
Şimdi, mütevâtir "Kırâat-ı Aşere" = (On Kırâat)'ın İmam, Râvî ve Tariklarının, hangi isimlerden olduğunu kısaca ve sıra ile belirtmeğe çalışalım:
l) Nâfi b Ebî Nü'aym (Ebû Rüveym) el-Leysî (169/785) Medîne Kırâ'at İmamı'dır Sembolü yâni remzi elif (x)dir Râvî'leri, meşhur olarak ikidir:
A) Kalûn (220/835), birinci Râvî olup işâreti Be'dir
B) Verş (197/812), ikinci Râvî olup işâreti Cîm'dir
Tarikler'ı:
Kalûn'a bağlı olarak:
1) Ebû Neşît (285/898), 2) Hulvânî (250/864)
Ebû Neşît'a bağlı olarak:
3) İbnu Bûyâ (344/955), 4) el-Kazzâz (x)
Hulvanî'ye bağlı olarak:
5) İbnu Ebî Mihrân (289/901), 6) Ca'fer el-Bağdâdî (290/902)
Verş'e bağlı olarak:
1) Ezrak (240/854), 2)İsbehânî (296/908)
Ezrak'a bağlı olarak:
3) en-Nahhâs (280/893),
4) İbn Seyf (307/919)
Isbehânı'ye bağlı olarak:
5) Hibetullâh (350/961),
6) Muttavvi'î (371/981)
II) Abdullah b Kesir b el-Muttalib Ebû Mabed (120/737) Tabiîn'den olup Mekke Kırâat İmamı'dır Sembolü Dal'dir Meşhur Ravî'leri ikidir:
A) Bezzî (250/864), birinci Râvî olup işâreti He'dir
B) Kunbul (291/903), ikinci Râvî olup işâreti Ze'dir
Tarikleri:
el-Bezzi'ye bağlı olarak:
1) Ebû Rabî'a (294/906), 2) İbnu'l
Habbâb (301/913)
Ebû Rabı'a'ya bağlı olarak:
3) en-Nakkâş (351/961),
4) İbnu Bennân (374/984)
İbnu'l-Habbâb'a bağlı olarak:
5) Ahmed b Sâlih (350/961),
6) Abdulvâhıd (349/960)
Kunbül'e bağlı olarak:
l) İbnu Mucâhid (324/935),
2) İbnu Şen(e)bûz (328/939)
İbnu Mücâhid'e bağlı olarak:
3) Şâmirî (386/996), 4) Sâlih h Muhammed (380/990)
İbnu Şen(e)bûz'e bağlı olarak:
5) el-Kâdî Ebu'l-Ferec (390/999),
6) eş-badvî (388/997)
Ebu'l-Ferec'e bağlı olarak:
7) Ebû Tağleb(x),
8) el-Habbâz(î) (398/ 1007)
III) Zibbân b el-'Alâ'i Ebû Amr et-Temımî el-Mâzinî (154/770) Basra kırâ'at İmamı'dır Sembolu Hâ'dır Meşhur iki Râvî'sinden:
A) Dûrî (246/860), birinci Râvî olup isâreti Tı'dır
B) Sûsî (261/874), ikinci Râvı'si olup işâreti Ye'dir
Tarikleri:
Dûri'ye bağlı olarak:
1) Ebu'z-Zârâ' (280/893,
2), İbnulliel-ah (303/915)
Ebu'z-Zarâ'i'ye bağlı olarak:
3) İbnu Mucâhid (324/935),
4) Muhammed b Yâkûb (320/932)
İbnu'l-Ferah'a bağlı olarak:
5) İbnu Ebî Bilâl (358/968),
6) Muttavvi'î (371/981)
Sûsi'ye bağlı olarak:
1) İbnu Cerîr (316/928), 2) İbnu Cumhûr (300/912)
İbnu Cerîr'e bağlı olarak:
3) Sâmirî (386/996), 4) İbnu Habs, ed-Dîneverî (373/983)
İbnu Cumhûr'a bağlı olarak:
5) Şezzâ'î (370/980), 6) Şen(e)bûzı , 388/998)
IV) Abdullah b 'Âmir b Yezîd el-Yahsabî Ebû İmrân (118/736) Şam kırâat İmamı'dır Tâbi'indendir Sembolü Kef'dır Meşhur iki Râvî'si vardır:
A) Hişâm (245/859), birinci Râvı'si olup işâreti Lâ'dır
B) İbnu Zekvân (242/856), İkinci Râvı'si olup işâreti Mîm (h)dir
Tarikleri:
Hişam'a bağlı olarak:
l) Hulvânî (250/864), 2) Dâcûnî 324/935)
Hulvânî'ye bağlı olarak:
3) İbnu Abdân (300/912), 4) el-Cemâlu'l-Ezrak (300/9'2)
Dâcûnî'ye bağlı olarak:
5) Zeyd Ebî Bilâl (358/968), 6) eş-Şezzâ'î (370/980)
İbnu Zekvân'a bağlı olarak:
1, ) Ahfeş (292/904), 2) Sûrî (307/919) Ahfeş'e bağlı olarak:
3) Nakkâş (351/962), 4) İbnu'l Ahrum (341/952)
Sûrî'ye bağlı olarak:
5) er-Ramlî (324/935), 6) Muttavvi'î (371/981)
V) Âsım b Behdele Ebi'n-Necûd Ebû Bekr el-Esedî el-Kâhilî (127/744) Tebe-i Tâbi'îndendir, Kûfe kırâat İmamı'dır Sembolü Nûn (a)dur, Meşhur iki Ravi'si vardır
A) Ebû Bekr Şu'be (193/805), birinci Râvî'si olup işâreti Sâd'dır
B) Hafs b Süleymân (180/ 796), ikinci Râvî'si olup işâreti Ayn'dır,
Tarik'leri:
Ebû-Bekr'e bağlı olarak:
1) Yahyâ b Âdem (203/818), 2) Uleymî (243/857)
Yahyâ b Âdem'e bağlı olarak:
3) Şuâyb (261/874), 4) İbnu Hamdûn (240/854)
'Uleymî'ye bağlı olarak:
5) İbnu Huley' (356/966), 6) er-Razzâz (360/970)
Hafs'a bağlı olarak:
1) Ubeyd b es-Sabbâh (235/849), 2) Amr b es-Sabbâh (221/835)
Ubeyd b es-Sabbâh'a bağlı olarak:
3) Hâşimî (368/978), 4) Ebû Tâhir b Hâşim (349/960)
Âmr b es-Sabbâh'a bağlı olarak:
5) el-Fîl (289/901), 6) ez-Zer'ân (290/902)
VI) Hamvva b Habîb b Ammâra b İsmâîl Ebû Ammâratu'l-Kûfi et-Teymî (157/773) Tebe-i Tâbi'îndendir Kûfe Kırâat imamı'dır Sembolü Fe'dir Meşhur iki Râvî'si vardır:
A) Halef el-Bezzâr (229/843), birinci Râvî'si olup işâreti Dâd'dır
B) Haliâci (220/835), ikinci Râsî'si olup işâreti Kaf'dır
Tarikleri:
Halef'e bağlı olarak:
1) İdrîs el-Haddad (292/904), İdrîs el-işaddâd'a bağlı olarak: 2) Ahmed b Usmân (334/945), 3) ibnu Miksem (354/965),
4) Ahmed b Sâlih (340/951), 5) Muttavvi'î (371/981)
Hallâd'a bağlı olarak:
l) İbnu Şâzan (286/899), 2) İbnu'l Heysem (249/864)
3) el-Vezzân (250/864), 4) et-Tulehî (252/866)
VII) Ali b Hamza el-Kasâ'î (189/804) Fars asıllıdır Kırâat ve lugatta İmam'dır Hamza'dan sonra, Kûfe Kırâat imamı olmuştur Sembolü Râ (u)dır Meşhur iki Râvî'si vardır:
A) Ebu'l-Hâris (240/854), birinci Râvî'si olup işâreti SEn(aş)dir
B) Dûrı (246/860), ikinci Râvî'si olup işâreti Te'dir Aynı zamanda da, yukarıda geçen III İmamın Irâvîsidir
Tarikleri:
Ebu'l-Hâris'e bağlı olarak:
1) Muhammed b, Yahyâ (300/912), 2) Seleme b Âsım (270/8833)
Muhammed b Yahyâ'ya bağlı olarak:
3) el-Betı (300/912), 4) el-Kantarî (310/922)
Seleme b Asım'a bağlı olarak:
5) Ebu'l-Abbâs Seâleb (291/903), 6) Muhammed b el-Ferec (300/912)
Dûrî'ye bağlı olarak:
1) Câfer en-Nusaybı (307/919), 2) Ebû Usmân ed-Darîr (310/922) Câfer en-Nusaybıaye bağlı olarak:
3) İbnu'l-Celendâ (340/951), 4) İbnu Deyzûye (330/941)
Ebû Usmân ed-Darîr'e bağlı olarak:
5) ibnu Ebî llâsim (349/960), 6) eş-Şezzâ'î (370/980),
VIII) Ebu Câ'feri'ezıd b el-Ka'ka el-Mahzûmî el-Medenî (130/747) Tâbiînin meşhurlarındandır Medîne Kırâat İmamı'dır Sembolü, İbnulCezelı'ye göre peltek; Sef _), diğerlerine göre "Câfer isminin ilk hecesi Ca'dır Meşhûr iki Râvîsi vardır:
A) İbn Verdân (160/776), birinci Râvî'si olup, ibnu'l-Cezerı'ye göre işâreti noktalı Ha'dır, diğerlerine göre de, isminin ilk hecesi olan "î"dir
B) İbn Cemmaz (170/786)'dan sonra, ikinci Râvî'si olup İbnu'l-Cezerî'ye göre işâreti peltek Zâl'dir Diğerlerine göre de, "Cemmâz" sıfatının ilk hecesi"Cem "dir
Tarikleri
İbn Yerdân'a bağlı:
1) Fadı b Şâzân liibetullâh b Câ'fer (350/961)
Fadı b Şâzân'a bağlı olarak:
3) İbnu Sebîb (312/9'4) 4)ibnül Harûn (330/941)
Hibetullâh b Câ'fere bağlı olarak:
5) el-Hanbelî (350/999),
6) el-Hammâmı (417/1026)
İbn Cemmaz'a bağlı olarak:
l) Ebû Eyyûb el-Hâsimî (216, '831), 2) ed-Dûrî (245/860)
el-Hâşimî'ye bağlı olarak:
3) İbnu Rezyen (253/867), 4) el-Ezraku' l-Cemâl
Dûrî'ye bağlı olarak:
5) İbnu'n-Neffâh (314/926), 6) İbnu Nehşel (294/906)
IX) Yâkûb b İshâk b Zeyd b Abdullâh b Ebî İshâk el-Hadramı el-Basrî (205/820) Basra Kırâat İmamı'dır İbnu'l-Cezerî'ye göre remzi peltek Zı harfidir Diğerlerine göre de "Yâkûb" isminin ilk hecesi olan"Ya" dır Meşhur iki Râvîsi vardır:
A) Rüveys (238/852), birinci Râvîsi olup işâreti İbnu'l-Cezerî'ye göre Gayın harfidir Diğerlerine göre ise"Ya" hecesidir
B) Ravh (235/849), ikinci Râvîsi olup, sembolü İbnu'l-Cezerî'ye göre Şin harfidir Diğerlerine göre "Hah" hecesidir
Tarikleri:
Rüveys'e bağlı olarak ve hepsi Temmâr (366/976) tarîkından:
1) en-Nehhâs (368/978), 2) Ebi'tTayyib (350/961),
3) İbnu Miksem (354/965), 4) Cevherî (İHabşân) (340/951)
Ravh'a bağlı olarak:
1) İbn Vehb (270/883), 2) ez-Zübeyrî (300/912)
bn Vehb'e bağlı olarak:
3) el-Muaddil (320/932), 4) Hamza b Ali (320/932)
ez-Zübeyrî'ye bağlı olarak:
5) Gulâm b Şen(e)bûz (328/939), 6) İbnu Habşân (340/951)
X) Halef b Hişâm b Sa'leb b Halef el-Esedı el-Bağdâdî el-Bezzâr (229/843) Altıncı İmam Hamza'nın birinci Râvısi olan bu zât, "Kırâat-ı Aşere"nin sonuncusudur İşâreti ittifakla Hal dir Kûfe Kırâat İmamı'dır İki meşhur Râvîsi vardır:
A) İshdk el- Verrak (286/899), birinci Râvîsi olup işâreti Sah (ve)dir
B) İdris el-Haddâd (292/904), ikinci râvîsî olup işâreti Seh(z)dir
Tarikleri:
İshak el- Verrak'a bağlı olarak:
1) İbnu Ebî Ömer (352/963), 2) el-Bursâtî (360/970), 3) Muhammed b ishâk (290/902)
İbn Ebî Ömer'e bağlı olarak:
4) es-Sûsencerdî (402/1011), 5) Bekr b Şâzân (405/1014)
İdris el-Haddâd'a bağlı olarak:
1) eş-Şetiî (370/980), 2) Muttavvi'i (371/981)
3) İbnu Bûyân (344/955), 4) Ebû Bekr el-Kutay'î (368/978)
İşte Kırâat-ı Aşere, yani On Kırâat; beşinci hicrî asra kadar, İmam, Râvî ve Tariklarıyla beraber, kısaca yukarıya derc ettiklerimizden ibârettir Okunan bir vecih, râvîlerin ittifâ kıyla İmam'a atfedilince"Kırâat", Râvîlerden birine atfedilince "Rivâyet"; Râvîlerden daha sonraki halkalardan birine isnâd edilince de"Tarik" adını alıyor Bu "Tarik'lardan:
1) Nâfi' için 144;
2) İbnu Kesîr için 73;
3) Ebû Amr için 154;
4) İbnu Âmir için 130;
5) Asım için 128;
6) Hamza için 121;
7) Kisâ'î için 64;
8) Ebû Câfer için 52;
9) Yâkûb için 85; ve
10) Halef el-Bezzâr için de 31 olmak üzere, toplam 982 kadarı, büyük âlim İbnu'l-Cezefi tarafından, başlangıcından kaynağına kadar tesbit edilerek, Kırâat-i Aşare'nin ne denli bir tevâtür derecesinde olduğu ortaya konulmuştur Bu On Kırâattan Kisâ'î'ye kadar olanlarına: "Kırâat-ı Seb'a" yâni "Yedi Kırâat"; kalan üçüne de: "Kırâat-ı Selâse" yani"Üç Kırâat" denilmektedir İkisinin toplamı da, mütevâtir olarak "On Kırâat"ı oluşturmaktadır
Bu "On Kırâat'ın dışında kalan kırâatlara da: "Şâz Kırâatlar"="el-Kırââtu'ş-Şâzze" denilmektedir Bunun mânâsı, kendisinde yukarıda sayıları üç rükünden bir kısmının bulunmaması demektir Bu tür kırâatların, namazın içinde de dışında da, Kur'an niyetiyle okunması câiz değildir Kırâat İlmi târihinde İbnu Muhaysın (123/740), Yahyâ el-Yezıdî (110/728), el-Hasen el-Basrî (110/728) ve Ebû Muhammed Süleymân b Mihrân el-Ames el-Kûfi (148/765) gibi zevâta atfedilen kırâatlar, ittifakla Şâz kırâ'atlardır Ancak, İbnu'l-Bennâ (1117/1705) "İthâfu Fudalâ'i'l-Beşer Fi'l-Kırââti'l-Erbeâti'l-Aşer" diğer bir adıyla: "Muntehe'l-Emânî Ve'l-Meserrât fi Ulûmi'l-Kırâât" adlı kitabında, bu zevâta atfedilen kırâat vecihlerinden, mütevâtir kırâatlara uygun düşenlerini, Kırâat-ı Aşere'ye ilâve ederek işlemiştir Bundan dolayı da, kitabının adına: "Ondört Kırâat" anlamına gelen yukarıdaki ilk adı koymuştur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIRAETTE BİR YANLIŞLIK OLURSA NAMAZ FESADA GİDER Mİ?
Ma'na değişecek şekilde bilerek bir kelime değiştirilirse namaz fesada gider Yalnız medhusenayı ifade eden kelime, ayrı manayı ifade eden diğer bir kelime ile değiştirilirse doğru olmamakla beraber namazı fesada gitmez Ama bilerek değil sehven bir kelime değişirirsee, yani kıraette mevcut olan kelime ile yerine söylenen kelime arasında fazla bir ayrılık bulunur ve Kur'an'da benzeri bulunmazsa mesela gurab kelimesinin gubar kelimesiyle değişmesi gibi bilittifak namaz fesada gider Ama manayı fahiş bir şekilde değiştirdiği halde benzeri Kur'an-ı Kerim'de varsa "alım ve hakim kelimeleri gibi” İmam-ı A'zam ile Muhammed'e göre yine namaz fesada gider İmam Ebu Yusuf'a göre ise namaz fesada gitmez
Kur'an-ı Kerim'de benzeri olmaz fakat mana değişmezse İmam-ı A'zam ile Muhammed'e göre namaz fesada gitmez Ebu Yusuf'a göre gider Demek İmam-ı A'zam ile İmam Muhammed mananın sıhatine bakarlar Manaya bakar yani böyle bir kelime Kur'an-ı Kerim'de varsa mana değişsin değişmesin namaz sahihdir Fakat kıraette bir kelime değil, bir harf sehven değişirse; şayet kaf ve kaf veya sin ve sa harfleri gibi mahreçleri birbirine yakın harfler ise namaz fesada gitmez Yoksa İmam-ı A'zam ile Muhammed'e göre bozulmaz Ebu Yusuf'a göre bozulur Şayet mana değişir ama böyle bir kelime Kur'an-ı Kerim'de varsa Ebu Yusuf'a göre bozulmaz İmam-ı A'zam ile Muhammed'e göre bozulur Yanlışlık i'rabda veya uzatma veya kısaltmada olursa mana bozulmazsa namaza halel vermez Mana bozulursa Ebu Yusuf'a göre fesada gitmez İmam-ı A'zam ile İmam Muhammed'e göre fesada gider
Bir ayet başka bir ayet yerine okunsa; şayet vakıf yapılır sonra başka bir ayete başlansa zarar vermez Ama vakfe yapmadan başka bir ayet okunsa mana bozulursa namaz fesada gider, yoksa gitmez Yalnız sehven fahiş bir yanlış ile okur sonra dönüp tashih ederse namaz fesada gitmez
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KÜRSÜF ‚ (PAMUK) VE ORUÇ Feteva-yi Hindiyye'de kadınların kullandığı kürsüf (abdest tutmak ve akıntıyı önlemek için kullanılan pamuk, ya da çaput) orucu bozar deniliyor Kürsüf kullanan kadınlar, farz ya da nafile oruç tutmak istediklerinde ne yapmalıdırlar?
Fetâvâ-yi Hindiyye'de böyle bir ifade bulamadım Ancak kürsüf kullanmak her halükârda orucu bozmaz Kadın ıslak pârmağını ya da ıslak pamuğu iç fercine sokarsa orucu bozulur Ama kuru parmağını sokarsa ya da kuru pamuğu bir kısmı dış fercinde kalacak şekilde iç fercine sokarsa orucu bozulur Kürsüf de zaten böyle kullanılır Ancak pamuk kuru olsa dahi, dış ferçte hiç bir parçası kalmamak üzere tamamen iç ferçte kaybolursa, orucu bozulur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KİRALAMA AKDİNİ TEK YÖNLÜ BOZMAK Mü'min bir kardeşimizin dükkânını 1 Ocak 1989'dan geçerli olmak üzere ayda iki milyon kira ve on milyon depozito ile kiraladım Anlaşmamız bittikten birkaç gün sonra ben kiralamadan vazgeçtim ve anlaşmayı bozmak istedim Zaten henüz 1 Ocak, yani akdin başlama tarihi de gelmiş değil Karşı tarafın bunu kabul etmeme hakkı var mıdır?
Kiralama ya da ücret akdi bağlayıcı bir akiddir ve anlaşma bittikten sonra tek taraflı olarak feshedilemez Böyle bir akid ileriki bir zamana (sizin yaptığınız gibi, meselâ önümüzdeki ocağın birine) nisbet edilebilir ve oradan itibaren başlaması kararlaştırılabilir Ama bu durumda dahi sözleşme bittiği andan itibaren akid bağlayıcı olur, vakti gelmedi diye feshe kalkışılamaz (Bilmen, Kâmus VI/177) Anlaşma süresinin sonu bir yıl, beş yıl gibi belli değil de, aylığı şu kadara, diye akid yapılmışsa, her ay akid için müstakil bir zaman birimi olacağından, gelecek ay için her iki tarafın da akdi feshetme hakkı vardır Ama her gelen aydan birgün ve bir gece geçtikten sonra akid o aya da sirayet edeceğinden artık ayın sonuna kadar hiç birinin fesih hakkı yoktur Sözleşmede ay yerine sene zikredilmişse taraflar için fesih hakkı kaç sene zikredilmişse ancak o senelerin sonunda doğar(Bilmen, age, VI/448)
Ancak sadece Hanefî Mezhebinde kiralama akdinin gayesine (mucebine) engel bir özür ortaya çıkarsa akid münfesih olur ve tek taraflı bozulabilir(Ibn Abidîn (Amira), V/50; Bilmen, age, VI/178) Meselâ düğün için bir salon kiralayan birisi, gelin adayının ölümü, başkasına kaçması gibi bir sebeple düğün yapamayacak olsa akdi feshedebilir Diğer mezheplerde ise kiralama akdi hiç bir surette tek taraflı olarak fesholunamaz(Ibn Kudâme, E1-Mugni, V/448)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIRAVAT TAKMAK MAHZURLU MUDUR? Islâm, şahsiyet istiklâline çok önem verdiğinden Rasulüllah Efendimiz (sav) çok küçük denebilecek hal ve hareketlerde bile başkalarına benzemekten nehyetmiştir Çünkü "kalıbı ile başkalarına benzeyenin kalbi ile de benzeyecegi" psikolojinin dahi kabullendigi bir gerçektir "Kim bir kavme benzemeye çalışırsa ondandır (Ebu Davud, libas 4; Müsned, N/50; (Tirmizi'deki bir hadis ise: "Başkasına benzeyen bizden değildir" şeklindedir Isti'zân 7)" hadis-i şerifi de bunu anlatıyor olmalıdır Ancak bu hadis-i şerifte "benzeyen" değil de "benzemeye çalışan" anlamında "teşebbehe" kelimesi kullanılmıştır Öyle ise yasak edilen benzemenin:1 Bir kavme benzeme (ona has bir hal ve hareketi yapma) 2 Benzeme için özel çaba gösterme (tekellüf) gibi iki şartı vardır, diyebiliriz Bu açıdan baktığımızda a Kıravat şu anda bir kavmin özelliği değildir b Kıravat, falanca kavme benzemek içih giyiliyor değildir Ancak şöyle söylenebilir: Müslümanların başkalarına benzemesi haram ya da mekruh olduğu gibi, kendilerine benzemesi (Islâm'a has elbiseler giymesi) de farz ya da sünnettir Kıravat ise Islâm'a has bir giysi olmadığına göre, giyilmesi en azından Islâmî olanı giymeye engeldir Öyleyse mahzurludur Bu mantıkta haklılık payı yok değildir Binanaleyh, nötr, yani giyilip giyilmemesinin bir şey değiştirmeyeceği bir ortamda her halde en iyisi giymemektir Ama içinde yaşadığımız ortam nötr değildir ve özellikle resmî dairelerde çalışanlar ve oralarla çokça münasebeti olanlar giymemekle bir şey yapmış olacak da değillerdir: Öyle ise en azından belli yerlerde bulunanlar kıravatsızlığı mesele yapmamalı ve kibir ve cazibe kazanma gayesiyle giymedikten sonra, kişilerin elbisesi ile karşılandığı günümüzde gerekiyorsa bunu bazı tüccarlar dahi kullanmalıdır Tâ, kabuğa önem veren bu kanaat değişinceye dek Ancak, şunada işaret etmek gerekir ki; temel hak ve hürriyetlerden sözeden resmî ideolojiler insanlann özel hayatlarına, bu arada giysilerine karıştıkları oranda baskıcı ve diktatörlüktürler Zira bu hareket kendi dinleri olan ideolojilerini dikte etme demektir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIRKBIR YÂ-SİN Bir isteğin yerine gelmesi için 41 yâsîn okumanın dinde yeri var mıdır?
Yâsîn sûresi hakkında Rasûlüllah Efendimizin: "Herşeyin bir kalbi vardır Kur'ân'ın kalbi de "Yâ-sîn"dir";
"Kim gece yâsîn okursa, bağışlanmış olarak sabahlar",
"Onu ölülerinize okuyun", "'Onun, ümmetimin her ferdini ezberinde bulunmasını arzu ediyorum" (29 Ibn Kesîr, adı geçen Sûrenin girişi) buyurduğunu biliyoruz Bu yüzden de âlimlerden biri: "Bu sûrenin özelliklerindendir ki, zor bir iş anında okunursa Allah o işi kolaylaştırır" demiştir "Kırkbir" rakamı hakkında ise bir rivayet bilmiyoruz Hasan Basri Çantay, bu konudâ rivayet edilen sözlerin,çoğuna itimat edilmeyeceğini söyler (30 Kur'ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm N/779 (Not:2))
 
Üst Alt