K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
KESB Toplamak, aramak, kazanmak anlamlarını dile getirir Kelam ilminde, insan iradesinin fiili üzerindeki etkisiyle sorumluluğa neden olan yönelişine verilen isimdir
Kesb kelimesi Kur'an'da üç anlamda kullanılır "Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı sorumlu tutmaz Sizi kalblerinizin kesbettiklerinden (kazandıklarından) sorumlu tutar" (el-Bakara, 2/225) âyetinde kesb, kalbin akdi ve azmi anlamına gelmektedir "Ey iman edenler, kesbettiklerinizin (kazandıklarınızın) ve sizin için yerden çıkardıklarımızın helal ve iyisinden harcayın" (el-Bakara, 2/267) âyetindeki kesb, ticaretle elde edilen kazancı dile getirir "Kendi kesbinizin (yaptığınızın) cezası olan azabı tadın" (el-Bakara, 2/286) âyetinde ise kesb, çalışma ve amel anlamında kullanılmaktadır Kelime buradaki anlamlarından yola çıkılarak Kelam'da kişinin iradesinin kendisine sorumluluk kazandıracak yönelişini dile getirmek üzere kullanılmıştır
Kelam ilminde kesb, Allah'ın irade ve yaratıcılığı karşısında insan iradesinin yeri ve bu iradenin fiil üzerindeki etkisi konusundaki tartışmaların bir sonucu olarak ilk kez el-Eş'ari tarafından bir kelam kuramı haline getirildi Insan iradesinin fiil üzerindeki etkisi konusunda daha önce birbirine zıt iki görüş doğmuştu Cebriye'nin temsil ettiği ilk görüş insana irade ve özgürlük tanımıyor, onu Allah tarafından önceden belirlenmiş işleri yapmaya zorunlu bir varlık olarak tanımlıyordu Irade ve yaratıcılığında Allah'ın tekliğine gölge düşürmeme, ortak tanımama endişesinden kaynaklanan bu görüş, tüm fiillerini Allah'ın takdir ve yaratmasına bağladığı için, insanın sorumluluğunu açıklamakta yetersiz kalıyordu Bu görüşün karşısında yeralan ve Kaderiye Mutezile tarafından temsil edilen ikinci görüş ise, insanın fiilleri üzerinde Allah'ın hiçbir etkisi olmadığını savunuyordu buna göre insan tam anlamıyla özgürdür, iradesiyle dilediği fiili seçer ve Allah'ın kendisine verdiği halketme (yaratma, yapma) gücüyle de yaratır Insan bu nedenle fiillerinden dolayı sorumludur; fiilının niteliğine göre ödül ya da ceza görür
Mutezile'nin görüşünün tek yaratıcının Allah olduğunu belirten Kur'an hükümleriyle (ez-Zümer, 39/62; el-Fatır, 35/3; el-En'am, 6/102) çeliştiğini düşünen el-Eş'ari, Cebriye ile Mutezile'nin görüşlerini kesb kuramı ile uzlaştırmaya çalıştı Buna göre insanda bir irade ve güç vardır, ama bunların fiil üzerinde bir etkileri yoktur Bu irade ve güç insanı fiile yöneltir ve yakınlaştırır (iktiran) Bunun üzerine Allah insanın yöneldiği fiili yaratır Böylece insan yönelişi ile fiili kesbetmiş (kazanmış), Allah da fiili yaratmıştır Ne var ki insanın iradesi seçiminde bağımsız değildir; Allah'ın iradesine tabidir ve ancak onun belirlediği fiili seçebilir Bu son görüşüyle el-Eş'ari iyice Cebriye'ye yaklaşır ve insanın sorumluluğunu açıklama konusunda başarısız kalır Bu nedenle sonraki kelamcılar onu Cebriye ile birlikte ele almak ve kuramını bir orta cebr (cebr-i mutavassıt) olarak nitelemek zorunda kalırlar
Maturidi kelamcılar da Eş'arilerle aynı amaçla kesb kuramı üzerinde durdular Fakat bunların kesb anlayışı diğerinden büyük ölçüde farklıdır Maturidilere göre de Allah yaratıcı (Halık), insan kazanıcıdır (kasib) Ancak insanda fiili etkileyecek bir yapabilme gücünün yanısıra birisi külli, diğeri cüz'i olmak üzere iki irade vardır Külli irade, insanın fiil ya da terkten birini seçmesini sağlar Cüz'i irade ise külli iradenin fiil ya da terkten birine bilfiil yönelmesinden (azm-i musammem) ibarettir el-Eş'ari'nin söylediğinin aksine Allah'ın iradesi insanın cüz'i iradesine tabidir Başka bir deyişle Allah'ın iradesi seçilen fiile kulun iradesine bağlı olarak yönelir Allah fiili, insanın bağımsız olarak seçmesinde ve fiilen ona yönelmesinden sonra yaratır Bu nedenle fiilin sorumluluğu insana aittir
Maturidi kelamcılar insan iradesine tanıdıkları özgürlükle Mutezile kelamcılarına yaklaşır; ancak fiilin Allah tarafından yaratıldığını söyleyerek onlardan ayrılırlar Ne var ki bu fark yalnızca "yaratma" kelimesine yükledikleri anlamdan kaynaklanmaktadır Mutezile "kul fiilının yaratıcısıdır" derken yoktan var etmeyi (ibda) değil, vardan yeni bir şey varetmeyi kasdetmektedir Buna karşılık Maturidi kelamcılar yaratmayı yoktan varetme biçiminde anlamakta ve bu niteliğin insana verilmesini şirk saymaktadırlar Buradaki "yaratma"nın, söz gelimi "Ey Isa, iznimle kuş şeklinde bir şey yaratıyorsun" (el-Maide, 5;110) ayetindeki "yaratma" gibi birşeyin belli ölçülerde ve belirli bir biçimde meydana getirilmesi olarak anlaşıldığında aralarında bir fark kalmamakta, sorun çözülmektedir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KEŞİF VE KERAMET Islâm'da ilham, keşif ve keramet diye bir şey var mıdır? Varsa bunun dinî değeri nedir? Herkeste bulunur mu?
Keramet Allah (cc)'ın velî kullarında görülen, tabiat kanunlarına ve normal hallere aykırı, olağanüstü bir kerem-i ilâhîdir Velî (evliya), imkân ölçüsünde Allah (cc)'ı ve sıfatlarını tanıyan, O'na itaatte daim olan ve isyandan kaçınan, fakat hiç isyan etmeyen anlamında değil de, tevbe etmedik isyanı bulunmayan; mubah olan lezzet ve şehvetlere dahi düşkünlük göstermeyen, yani bu konuda ihtiyacı olanla yetinip yeme, içme, şehvet vBulletin ni bir zevk aracı olarak görmeyen kul demektir(EI-Beycûrî, Serhu-Cevherati't-Tevhid, 153; Ali el-Karî, Şerhu'l-Fıkhı'1-Ekber,113) Yani "velî" ma'sum değildir Günah işlemesi ve isyanı mümkün ve muhtemeldir Ancak bu ihtimal onda diğer insanlara göre asgariye inmiştir Kazara yaptığı bir hatadan da hemen tevbe eder Haram ve isyanda israr etmez Böyle olan insanlar da Allah (cc)'ın bir hediyesi ve avansı olmak üzere bir takım olağanüstü haller görülebilir Bir anda uzak mesafelere varır, ya da oraları görebilirler (tayy-i mekân), aynı anda birden çok yerde görülebilirler (tayy-i zaman), kabirde yatanın kim olduğunu, karşısındakinin ne düşündüğünü bilebilir(Bu konuyu da delilleriyle birlikte (inşaallah) yazmayı düşünüyoruz) (keşf-i kubûr ve's-sudûr), havada uçar, denizde yürüyebilir vs Bunların olmayacağını söylemek naklen mümkün olmadığı gibi aklen de uygun değildir Bilim böyle peşin bir reddedişi onaylamaz Her geçen gün -hatta Allah (cc)'a inanmayan insanlarda bile- olağan dışı nice vakıalara rastlanıyor ve bunların bilimsel izahları yapılmaya çalışılıyorken (telepati ve hipnotizma gibi), Allah (cc)'a inandıktan sonra O'nun dostlarını daha büyük olağan üstülüklerle ödüllendirmeyeceğini söylemek gülünç olur
Kaldı ki, keramet kitap ve sünnetle sabit, tarihen vâki bir olgudur Allah (cc) insanı çok çok keremli (kerametlere, üstünlüklere mazhar, mükerrem) yarattığını haber verir(K Isra, (17) 70) Kur'ân'da zikredilen Meryem kıssası (K Ali Imrân (3) 37), Ashab-ı Kehf olayı (K Kehf (18) 9 vd), Hz Süleyman döneminde Asâfın tahtı uçurması vakası (K Neml (27) 40 vd), Hz Musa devrindeki Bel'am gerçeği(El- Beycûrî, age175) Hep Kur'ân'da anlatılan keramet örneklerindendirler Hz Ömer'in hutbe okurken ta uzaklardaki Sâriye'yi görüp ona seslenmesi, askeri taktik vermesi ve sesini ona duyurması sahih tarihi bir vakadır(el-Beycurî, age153) Halid b Velid'in zehir içip etkilenmediği meşhurdur(Ali el-Karı, Serhu'1-Fıkhîl-Ekber,113) Bu konuda ciltler dolusu müstakil kitaplar yazılmıştır(Son devir ulemasından Yusuf en-Nebhanî'nin Cami'u-Kerameti'l-Evliyası ile Huccetti'llahi alel-Alemîn adlı eserlerini -her ne kadar çoğu nakilleri tedkike muhtaç ise de -burada örnek olarak zikredebiliriz) Bütün ehli sünnet alimleri bu konuda ittifak halindedir ve akaid kitaplarının ilgili bölümleri "Kerâmâtü'1- evliyâi hakkun - evliyanın kerametleri hakikattır, sabittir" cümlesi ile başlarPeygamberlere verilen mucizelerde hiç bir mü'minin şüphesi yoktur Evliyanın kerametleri de, tâbi oldukları peygamberin mucizelerinin bir parçası olmaları itibari ile mucizelerden destek görür Yoksa bazılarının zannettiği gibi, kerametin varlığı mucizeye muhalif olmaz Yani mucize peygamberligi ispat eden delillerden ise, kerametin varlığı kabul edilmesi halinde delil olmaktan çıkar, çünkü mucize gibi olan kerametin de evliyanın peygamber olmasını gerektirir, denemez Çünkü her veli kerametini o peygambere inandığı için elde etmiştir ve kendi kerameti dahi onun mucizesinin bir parçasıdır Dolayısıyla her keramet, peygamberin mucizesinin sonuç itibari ile de peygamberliğinin hak ve gerçek olduğunu da gösterir(Ali el-Kârî, Serhu'1-Fıkhı'1-Ekber,113) Harikuladelik bakımından mucize ile keramet arasında bir fark olmamakla beraber, mucize şu gibi yönlerden kerametten ayrılır l Aralarında kaynak ve isimlendirme bakımından bir fark vardır; peygamberden sâdır olana "mucize", veliden sâdır olana da "keramet" adı verilir 2 Mucize sahibi; mucizesini gizlemez, hatta açıklar ve onunla, davasının doğruluğu konusunda muhaliflerine meydan okur Keramet sahibi ise kerametini gizlemeye çalışır Kerameti veliliğinin ispati için bir delil değildir 3 Mucize sahibinin mucizesi elinden alınmaz, o küfürden ve isyandan masumdur (korunmuştur) Keramet sahibinin hali değişebilir, kerameti elinden alınabilir Nitekim Kur'ân-ı Kerim'in de işaret ettiği ve biraz önce adı geçen Bel'am b Bâ'ura, keramet konusunda başkalarının ulaşamadığı bir dereceye yükselmişken Hz Musa'ya ihaneti sebebiyle hayatı "sakî" olarak son bulmuştur(el-Beycûrî, age 175) 4 Kerametin istenmesi de, izhar edilmesi de pek hoş karşılanmamış, hatta kadınlar için hayız hali ne ise evliya için de keramet öyle görülmüş ve gizlenmiştir Çünkü keramet hedef ve gaye değildir Az sonra göreceğiniz üzere bir delil olarak da kullanılamaz Imam Rabbanî, kerametlerin çoğalması hastalığından yergi ile söz ederken, "Oysa bu taifenin başları olan Cüneyd, Seri es-Sakatî vBulletin gibilerden nakledilen ve keramet denilebilecek ondan fazla olaydan sözedilemez" der Yine: "Keşif, keramet ve mevâcid (bir takım bulgu ve tezahürler) maksat değildirler Belki, kendisine zor bir iş verilen çocuğun, o işi bıkmadan sonuna kadar götürebilmesi için, iş esnasında ona verilen incik-boncuk ve oyuncak kabilinden şeylerdir" diye vasıf larEbu Ali el-Cûzcânî bu konuda şunları söyler: "Sen istikamet (dinde dosdoğru olma) iste, keramet isteme Çünkü nefsin keramet için uğraşmakta, halbuki, Rabbin senden "istikamet" istemektedir" Sûhreverdî de Avârif'inde: "Bu, bu konuda önemli bir kuraldır Zira nice gayretli âbid insanlar vardır ki, Selef-i salihine keramet ve harikuladeliklerden bir şey verilmedığını duymalarına rağmen, bir parça keramete nail olabilmek için yanıp tutuşurlar, can atarlar Hatta bu konuda inkisarı kalbe uğrayan, olağanüstü bir hal görmediği için amelinin sihhatinden şüphe edenler bile vardır: Eğer işin sırrını bilselerdi bunu hiç önemsemezlerdi" diye anlatır Bunları nakleden Ali el-Kârî de der ki, "Velhasıl, insana şer'i ilimleri bilme yolunun açılması, kainatin gizli yönlerine ait ilmin açılmasından daha iyidir Üstelik birincinin yokluğu ya da eksikliği dine zarar verir Oysa ikinci öyle değildir Hatta olmaması onun için bazan daha yararlıdır"(Ali el-Kârî, age,114-115) Doğrusu sahabenin tamamından, keramet olarak sahih yollarla nakledilen olayların sayısı, iki elin parmaklarını -hatta bazılarına göre üç vakayı-öte geçmez Halbuki, sahabenin en küçügü bile sair evliyaullah'tan büyüktür Bu bile kerametin gaye olmadığını göstermeye yeter Ancak cahil insanlar büyüklügü "istikamet"te değil de "keramet"te aradıkları için, büyüklerinden habire keramet gözler dururlar Hatta başka her şeyi unutur ve bu yolda gözlerini bozarlar da normal olayları keramet gibi görmeye başlarlar Bu da (Allah'u a'lem) bu yolun afetlerindendir ve "şeyhi müritler uçurur" sözünün muhatabı bunlar olsa gerekir Ilmî kapasiteleri ve düşünebilme güçleri çok dar ve sınırlı olduğundan kerameti kendilerinin anladığı manâda, zahir olmayan mürşidin mürşit olamayacağını zannederler de böyle olan birisini ya terkedip giderler, ya da az önce söylediğimiz "keramet hastalığı"na yakalanırlar"Keşif' ise kerametin bir türü olmaktan başka bir şey değildir Şöyle tarif edilir: "Sözlükte perdenin kaldırılması demektir Istilahta ise, fizik perdeşinin ötesindeki gaybî ma'nâlara, gerçek ve var olan işlere muttali olmak, müsahede etmek demektir"(Ibn Arabî (ye nisbet edilen) el-Istilahâtu's-Sufiyye,123) Konumuzla ilgili bir de "ilham" tabiri vardır "ilham" da yine kerametin bir nevidir ve: "Feyiz yoluyla içe doğan duyuş, kalbe gelen bilgi" diye tarif edilir(age 23)Mes'elemizin bir başka yönü muşahhas (somut, objektif) bir ölçüsü bulunmayan ve keramet cümlesinden sayılabilecek keşif ve ilhamın delil olma gücü ve bağlayıcılığıdırTasavvuf sözlüğüne bakarsak sufilerin dışındaki ulemanın ilhamı hiçbir surette delil saymadıklarını görürüz (agk) Yani ilham yok olan bir şeyi ortaya koymaz, bir davayı ispatlamaz Zaten ne dört temel şer'i delil (edille-i erbaa: Kitap, sünnet, icma, kıyas), ne de en geniş tutanların kabulü ile diğer şer'i deliller arasında "ilham" diye bir şey vardır Mustafa Sabri Efendi'nin ifadesi ile: Kelâm kitapları şu anlamdaki cümlelerle başlar: "Ilmin yolları üçtür: Sağlam duyular, doğru haber ve akıl, ilham, ehli hakka göre bilgi yollarından birisi değildir" Ve bu gerçek bir kural haline gelmiştir(Mustafa Sabri Efendi, mevkifu'1-akl, I/268) Demek "ilham" şer'î delillerden olmadığı gibi, bilgi yollarından da değildir Mes'ele fıkıh usulu ilminde de konu edilir ve denir ki: "Peygamberin ilhamı vahyin bir kısmı olduğu için hüccettir ve bağlayıcıdır Ama evliyanın ilhamı öyle değildir Şeytandan kaynaklanmış ve yanıltıcı olabilir Bu yüzden onların ilhamı başkaları için hiç bir surette delil oluşturmaz Kendileri hakkında da ancak şeriate uygun olursa bir delil teskil eder Muhalif olursa kendileri için de bir şey ifade etmez"(bk Nuru'1-Envar ve Hasiyesi Kameru'1-Ekmar, N/97-98) Aslında şeriate uygun olması halinde de delil yine şeriatın delilidir Binaenaleyh ilham o takdirde bile bir delil değildir denebilir Fıkıhçılarımızın biraz sert ve rasyonalist gibi görünen bu kuralları doğrusu çok isabetli ve çok hikmetli bir tespittir Gerçi ilhamın sadık olanı ve veralardan ilahî bilgiler hûzmeleri taşıyanı elbette vardır Ilham diye bir şey varsa bunun böyle olmaması zaten mümkün değildir Ama o sahibinin sağlam şer'i bilgilerine -tabir caizse- bir tuz lezzeti, bir itminan ve bir ferahlık vermekten öte geçmemelidir Aksi takdirde şeriat bilgilerine lezzeti tamamlayan tuz yerine sap da karıştırılabilir ve şeriat sofrası ifsad edilebilir Elini fizik aleminin verasına uzatmayı başarabilen herkes, sap ile tuzu birbirinden ayırmayı başaramayabilir de Çünkü evliya masum değildir ve şeytanın etki alanından,çıkarılmamıştırNetice olarak: "Velînin başkasını kendi ilhamına çağırması, kendi ilhamına göre davranmasını istemesi ve sahih olarak ictihad eden bir müctehidi-kendi ilhamı ile onun içtihadının hata olduğunu bilmiş olsa dahi- ictihadı ile amel etmekten alıkoymak istemesi caiz olmaz"(Muhammed Abdulhalim el-Lüknevî, Kameru'1-Akmâr, N/98) Mustafa Sabri Efendi'nin şu ifadesi bunun sebebini açıklamaya yeter: "Çünkü akıl, Allah (cc)'ın kanunu ve insan katında O'nun resmî sefiri olmakla, Allah (cc)'tan gelecek ilhamın ilk ve tabiî uğrak yeridir Tasavvufla elde edilen ilham ise özel bir ihamdır Elbette Allah (cc)'ın ilhamı, kendisine muhalif olacak olan özel ilhama tercih edilecektir Bunun anlamı şudur: (Naslara bağlı akla) muhalif olan ilham değildir"(M Sabri, age, I/264)Konumuz hakkında belki de en güzel ölçüyü Imam Rabbani verir Çünkü kendisi, yine kendi ifadesi ile hem "zahir ilimler" hem de "batın ilimler"de otoriterdir"Salikin (tasavvuf yoluna girenin), işin künhüne ulaşıncaya kadar, Hak ehli alimleri taklid etmesi, bunu kendisi için gerekli görmesi, keşfine ve ilhamına da muhalefet etmesi (itibar etmesi) gerekir Bu konuda alimlerin haklı olduğunu, kendisinin ise hata ettiğini kabullenmelidir Çünkü alimlerin dayanağı, vahiy ile desteklenen, hata ve yanlıştan korunan peygamberlerdir Onun kesfi ve ilhamı sabit hükümlere muhalif olması halinde hatadır yanlıştır Binaenaleyh, kesfi alimlerin görüşlerinden önde tutmak, gerçekte onun Allah (cc)'ın indirdiği kesin hükümlere tercih etmek demektir ki bu, hûsranının ve sapıklığın ta kendisidir"(Imam Rabbanî, Mektubât No:186 (1/313); M Sabri Efendi, age, I/265)"Bazı meşayihten (ks) galebe ve sekir halinde sadır olan ve isabetli ehli hakkın görüşlerine muhalif bulunan bazı bilgi ve ilimlerin kaynağı keşif olduğu için onlar bunda mazurdurlar Kıyamet Günü bu muhalif davranışlarından ötürü muaheze edilmezler diye umarız Hatta -Inşaallah-hata eden müctehid muamelesi görür ve bir de sevap alırlar diye düşünürüz Hakk ve doğru ise, ehli hak alimlerin yönündedir Allah (cc) gayretlerini makbul buyursun Zira alimlerin ilimleri, kesin vahiy ile desteklenen Peygamberlik miskatından süzülme ve alınmadır Sufilerin bilgilerinin kaynağı ise, hatanın yol bulabileceği keşif ve ilhamdan ibarettir Keşif ve ilhamın sahih olduklarının belirtisi, ehli sünnet vel-cemaat alimlerinin ilimlerine uygunluklarıdır Buna göre eğer -bir tüy kadar dahi- farklılık söz konusu olursa isabet (savab) çemberinden çikılmış demektir Işte doğru ilim ve açık gerçek budur"(Imam Rabbânî, age No:112 (I/116))
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KİBİR Büyüklenmek, büyüklük taslamak, ululuk iddia etmek Kendini başkalarından yüksek görerek onları aşağılamak
Şeytan'a ait bir özellik olan kibir, onun Hz Adem'e secde etmesini engellemişti Cenab-ı Allah bunu Kur'ân-ı Kerim'de şöyle anlatmaktadır:
"(Hz Adem'e) secde etmekten yalnızca Iblis kaçındı Kibirlendi ve kâfirlerden oldu" (el-Bakara, 2/34)
Küfür ve inkârın en önemli sebebi kibirdir Bunu Hz Adem (as)'ın kıssasında görmek mümkündür Nitekim şeytan'ın kibrinden dolayı isyanından sonra, inkâr ve isyan edenlerin çoğu kibir nedeniyle isyan etmişlerdir Hz Musa'nın apaçık delilleri karşısında Firavun inkâr etmişti "Sonra da Musa'yı ve Harun'u, firavun ve topluluğuna mucizelerimizle gönderdik fakat onlar, kibirlendiler ve suçlu bir kavim oldular" (Yûnus 10/75) Hz Peygamber (sas) döneminde inkâr eden zengin ve ileri gelen insanlar kibir neticesinde inkar etmişlerdir Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır: "En sonunda da sırt çevirdi Büyüklük tasladı ve şöyle dedi: "Bu eskilerden kalan bir sihirden başka bir şey değildir" (el-Müddesir, 74/23-24), Zenginlik, ululuk ve makam sahibi olmakla kibrin yakın alakası, Allah Teâlâ'nın beytan'a şu hitabında görülmektedir: "Kibirlendin mi, yoksa kendini yüce mi zannettin?" (Sâd, 38/75),
Kibir inkârda önemli bir rol oynadığından Allah Teâlâ Kur'ân'da kibirden ve bu kelimenin türevleri olan istikbâr, müstekbir ve kibriya'dan sık sık bahsetmektedir,
Hz, Nuh (as) oğluna vasiyet ederken "iki şeyden seni menederim, biri şirk diğeri kibirdir" buyurmuştur (Ahmed b Hanbel, I, 170) Ebu Reyhâne (r,a) Hz Peygamber (sas)'den şöyle rivayet etmiştir: "Cennete kibirden hiçbir şey giremez" Orada bulunanlardan biri şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasülü! Ben, kamçımın şaklaması ve ayakkabımın sağlamlığı ile güzel görünmekten hoşlanırım, bu kibir midir?" Hz, Peygamber (sas) "Hayır bu kibir değildir Allah güzeldir güzeli sever Kibir hakkı küçük görmek ve başı gözü ile insanlarla alay etmektir" (Müslim, Iman, 47; Ahmed b Hanbel, lV, 133-134) buyurdu Bu hadis-i şerif hakk karşısındaki alaycılık ve inkârın kibir olduğunu anlatmakla birlikte insanlarla alay etmenin kibirden kaynaklandığına işaret etmektedir Hz Peygamber yanında sol eli ile yemek yiyen bir adama "sağlınla ye" demiştir Adam "sağlımla yiyemiyorum" deyince Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Yiyemez ol; Bu adamın sağlıyla yemek yiyemiyorum demesi yalnızca kibrindendir" (Müslim, Eşribe, 107)
Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan hiç bir kimse cehenneme girmez; kalbinde hardal tanesi kadar tekebbür bulunan hiç bir kimse de cennete giremez" (Müslim, Iman, 147, 148, 149; Ebû Dâvud, Libâs, 26; Tirmizi, Birr, 610; Ibn Mâce Mukaddime, 9; Zühd, 16), Bu hadis-i şerifin Müslim'in es-Sahih'indeki bab başlığı, "kibrin haram olması ve bunun açıklanması" şeklindedir Buradan da anlaşılacağı gibi kibir haram olan kötü huylardan birisidir Hadisteki ifade kibirli insanın cennete giremeyeceğini anlatmaktadır Ancak buradaki kibir, Allah'a ve Peygamber (sas)'e karşı olan kibirdir Ahlâkî bir özellik olarak kibir, başkalarını küçük görmek ve onlarla alay etmek anlamıyla düşünülürse bu özellik insanı dinden çıkaran bir özellik değildir Ancak haramdır, insanı dinden çıkarabilecek fiiller işlenmesine sebep olabilir Böyle bir özellik sahibi de cehennemde kibrının cezasını çektikten sonra Allah'ın afv ve mağfiretiyle cennete girecektir, Nitekim bir âyet-i kerime'de Allah Teâlâ: "Biz onların kalblerindeki kin ve hasedi çıkaracağız" (el-Hicr, 15/47) buyurarak, cennete giren insanların kalbinden dünyadaki ahlâkî kusurlarının temizleneceğini anlatmaktadır
Bu konudaki bir başka hadis-i şerif şöyledir: "Kendini büyük gören yahut kibirli kibirli yürüyen kimse Allah'ın huzuruna, Allah kendisine gazablanmış olarak çıkar" (Ahmed b Hanbel, II, 118) Bu hadis kibirlının âhiretteki durumunu gözler önüne sermektedir Bu tür bir gazab-ı ilâhiye sebep olarak Hz Peygamber insanın elbisesini sürüyerek çalım satmasını ve kibirlenmesini de göstermiş ve: "Elbisesini kibirle yerde sürüyen kimseye Allah merhamet nazarı ile bakmaz" (Müslim, Libâs, 42) buyurmuştur Bu hadis-i şerifler ahlâkı bir kusur olan kibrin Allah nezdinde ne derece kötü kabul edildiğini anlatmaktadır Bir başka kibir şekli olan hakka karşı büyüklenmek ise kâfirlikle bir kabul edilmiş ve lanetlenmiştir Hz, Peygamber şöyle buyurur: "Mütekebbirler kıyamet gününde, insan yeklinde küçük karıncalar gibi hasredilir Bütün her taraflarından zillet onları kuşatır" (Tirmizî, Kıyâme, 47; Ahmed b Hanbel, II, 179)
Hz, Peygamber, kibirlilerin cehenneme gireceğini şöyle anlatmıştır: "Cennet ile cehennem münakaşa ettiler Cehennem şöyle dedi: "Bana zâlimlerle kibirliler girecek" Cennet onu şöyle cevapladı "Bana zayıflarla yoksullar girecek" Bunun üzerine Allah (cc) berikine "Sen benim azabımsın seninle dilediğime azab ederim" buyurdu Ötekine de "Sen benim rahmetimsin, Seninle dilediğime rahmet ederim Sizin her biriniz için dolu dolu insanlar var" (Müslim, Cenne, 34, 35, 36) buyurdu Bu konudaki kudsi bir hadis-i şerifte Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Kibriyâ ridam, azâmet izârımdır Kim bu ikisinden herhangi birinde benimle çekişirse onu cehenneme atarım" (Ebû Dâvud, Libâs, 25; Ibn Mâce, Zühd, 16) Hz Peygamber (saş) kibri zemmettiği gibi, kibrin müspet karşıtı olan tevâzuyu da övmüştür Bir hutbelerinde Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah azze ve celle bana şöyle vahyetti: Mütevâzî olun, öyle mütevâzî olun ki, biriniz diğerine karşı övünmede bile bulunmasın" (ibn Mâce, Zühd, 16)
Islâm bir ahlâkî kusur olan kibri yasaklamıştır Böyle bir kibir haramdır, Allah'ın rahmetinden kovulma sebebidir Ancak bir kibir daha vardır ki Kur'an bunu "Müstekbir" ifadesiyle ifade etmiştir Müstekbirler Allah'ın arzında bizzat kendi güzelliklerini tesis etmek için gayret gösteren azgınlar ve zorbalardır Bunlar Allah'ın kullarını kendi köleleri yapmak için Allah'ın dinine karşı büyüklenirler Allah Teâlâ bu çeşit insanlar için şöyle buyurmaktadır: "Işte âhiret yurdu; Biz onu yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk çıkarmayı istemeyenlere (armağan) kılarız (Güzel) sonuç muttakilerindir" (el-Kasas, 28/83) (Ayrıca bk Istikbar, Müstekbir maddeleri)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KİBİR İÇİN GİYİLEN KIYAFETİN ÖLÇÜSÜ VAR MIDIR? Kibir için giyilen elbiseye bir ölçü tayin etmek zordur Bayağı elbiselerle insan kibre kapılabileceği gibi, çok değerli elbiselere kibir duymadığı da olabilir
Allah Resulü, kalbinde zerre miktarı kibir olanın Cennete giremeyeceğinden haber verirken, elbise ve benzeri şeylerin güzel olması insanın hoşuna gider diyen sahabiye de, "Bunlar güzel şeylerdir: Allah güzeldir, güzeli sever Fakat kibir, Hakkı tanımamak ve insanları hakir görmektir" buyurmuşlardır (Muhammed ez-Zebidî, age VN/347-48 )
Aynı anlamda Ibn Hacer, "Izarını kibirle çekene Allah rahmetle nazar etmez" hadis-i şerifini şerh sadedinde şöyle der:
Bu konudaki delillerden anlaşılan şudur ki, Allah'ı düşünerek, O'na şükrederek, kendisi gibi olmayanları hakir görmeksizin, üzerinde Alah'ın nimetini izhar gâyesiyle giydiği güzel elbiseler, son derece değerli olsalar bile, mubah olan şeyler oldukları sürece kişiye zarar vermez" (Ibn Hacer, age XN/372)
Nevevî de, "Hadisin zâhiri, elbiseyi kibirle çekmekle mukayyeddir Bu da haramlığın kibre bağlı olduğunu gösterir Şafiî de bunu böyle tasrih etmiştir" der (Muhammed ez-Zebîdî, age VN/347-48 )
Izz b Abdisselâm, "Kesinlikle riyâya düşmeyeceğinden eminse, âlim ve sâlihlere has elbiseleri giymekte bir beis yoktur Ama bu konuda endişeli ise, âlim ve sâlih olsa bile, bu özel kiyâfetleri terketmeli" (Ibn Hacer el-Heytemî, el-Fetâva'l-Kübrâ, I/265 ) derken kibrin elbise şeklinden çok, kişinin niyetiyle alâkalı olduğunu anlatır
Ebu'1-Abbas el-Kurtubî de bu sadedde, "Kişinin nefsini beğenmesi (kibir) Rabbi'nin nimetlerini unutmak, kendisini kâmil ve güzel mülâhaza etmektir Eğer kendini yüceltip başkasını hâkir görürse, işte mezmûm kibir budur" (Muhammed ez-Zebîdî, age VNI/346 )
Hidâye'de, "Terini, abdest ıslaklığını vBulletin silmek için taşıdığı mendil, bir çeşit büyüklenme ve kibirlenme olduğundan mekruhtur" dendikten sonra, "Kibir için değil de, ihtiyaca binaen taşırsa mekruh değildir" denmektedir (e1-Merginanı, el-Hidâye, Kerâhiyât) Kibrin olmayaşını"elbiseyi giydikten sonra da giymeden önceki psikolojik hal üzere olma" şartıyla belirlemeye çalışan Ibn Abidin ise, daha net bir sınır çizer (Ibn Abidin, age V/223)
Ancak isin ifratı ve tefsiri, zanni gâlible kibre medar olacağından, ya haram ya da mekruh görülmüş ve Allah Resûlü'nün "Kim şöhret elbisesi giyerse, kıyâmet günü Allah ona horluk elbisesi giydirir; sonra da onun içerisinde ateşe atılır" (Ibn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd, I/37 ) hadisi şerifleri bu konuda delil gösterilmiştir Selef, şöhret elbisesini en lüks ve en paspal olmak üzere işin iki ucu olarak anlamıştır (Aynı kaynak) Bu yüzden (hoş karşılanmayan bir beldede) yamalı elbise giymenin şer'an mekruh olduğu, bunun, zühdünü izhar için giyilmesi ve talep aracı olarak kullanılması halinde ise, haram bile olabileceği Söylenmiştir (Sihâbu'd-Dîn el-Hafacî, age I/590 )
Izz b Abdisselâm, "Yenleri uzun tutmak sünnete muhalif bir bid'attır ve israftır" demiş (Süyûtî, el-Hâvî, I/113), Kâdi Iyâz da ulemâdan naklen "Elbisede ihtiyacı ve mutad olanı aşan uzunluk ve genişlik gibi her şeyin mekruh olduğunu" söylemiştir (Muhammed ez-Zebîdî, age VNI/347 )
Allah Resulü, elbisesini kibirle çekene Allah'ın rahmetle bakmayacağını söylerken, HzEbu Bekir'in, elbisesinin sarkık olduğunu söylemesi üzerine, Resulullah "Sen bunu kibirden ötürü yapmıyorsun" buyurmuştur (Aynı kaynak)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KIBLE VE TUVALETLERİN YÖNÜ MESELESİ Önce konuyla ilgili şu hadislere işaret etmeliyiz: "Sahabi Selman'a dediler ki, Peygamberiniz size tuvalette oturuşa varıncaya kadar her şeyi öğretiyor mu? O da, evet, dedi Allah Rasûlü bizim küçük, büyük abdestlerde Kıbleye dönmemizi, sağ elle taharet almamızı, üç taştan az ile temizlenmemizi tezek ve kömürle taharetlenmemizi yasakladı" Allah'ın Rasûlü (sa) buyurdu : "Ben sizin babanız yerindeyim Size öğretiyorum Biriniz tuvaletini yaparken Kıbleye dönmesin, ona arkasını da çevirmesin" Sahabi diyor ki, Şam'a geldik oralardaki tuvaletlerin Kıbleye karşı yapılmış olduğunu görünce yanlanarak ihtiyacımızı giderir, Allah'tan da bağışlanma dilerdik "Resulûllah küçük büyük abdestlerde iki kıbleye (Kabe ve Kudüs Mescidine) dönmemizi yasaklamıştı" Mervan diyor ki, Ibn Ömer'i gördüm, bineğini kıbleye karşı durdurmuş, kendisi de kıbleye karşı küçük abdestini yapıyordu Bu yasaklanmadı mı? diye sordum Evet, ama açık arazide yasaklandı Seninle kıble arasında gizleneceğin kadar bir şey (duvar, perde, bina vBulletin) varsa mahzuru yoktur, dedi" (Ebu Davud, Taharet 4)
Abdullah b Ömer diyor ki, "Evimin damına çıkmıştım, Rasulûllah'ın iki ker*** arasında Beyt-i Makdise (Kudüs Mescidine) doğru dönük olarak ihtiyacıni gidermekte olduğunu gördüm" (Ebu Davud, Taharet 5; Hadisler diğer hadis kitaplarında da bulunmaktadır) Ibn Ömer, yukarıdaki görüşünü bu müşahedekinden almış olmalıdır
Bütün bu ve benzeri hadisleri topluca değerlendiren fıkıhçılar bu konuda pek çok farklı görüş ve izahlar getirmişlerdir :

1 Açık arazide defi hacet yaparken kıbleye dönmek haramdır, ama bina içlerinde haram değildir (Abbas b Abdulmuttalib, Abdullah b Ömer, Sa'bi, Malık, Şafiî, Ahmed b Hanbel)
2 Bu, açık arazide de binada da caiz değildir (Ebu Eyyûb el Ensarı, Mücahid, Ibrahim en-Mehaî, süfyan es-Sevri, Atâ, Ebu Hanife ve bir Rivayette de Ahmed b Hanbel) konu ile ilgili olarak altı farklı görüş daha vardır ama en güçlü görüşler bunlardır (Bu görüşler ve uzun izahları için bk Mahmud Hattâb es-Sûbkî ,el-Menhel I/39-42)
Durum bu olunca : Bir medeniyetin, birleşik kaplarda olduğu gibi, her sahasıyla alçalacağını, ya da her sahasıyla yükseleceğini hesaba katarak, kendine has mimari üslubu ve görüşü olmayan bir sistemin bir medeniyete damgasını vuramayacağını bilmek gerekir Binaenaleyh, müslüman mimarlar yıllardır unutulan ve ihmal edilen bu gerçeği, tekrar hatırlamalı gündeme getirmeli ve hal çaresi bulmalıdırlar Tuvalet taşları dahi Islami temizliğe elverişsiz, idrarı insanın üzerine sıçratan tarzlarda imal edilmektedir Lavaboların modeli, abdestte ayakların yıkanılması hiç hesaba katılmadan çizilmekte, inananlar da buna mahkûm olarak yaşamaktadırlar Bu olayı küçümşeyenlere Selman Hadisini hatırlatmamiz yeterlidir O zaman da bir müşrik bu meseleyi küçümsemiş ve alaylı bir tavırla, peygamberiniz sizin bu tür işlerinize de mi karışıyor? demişti
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
BİR ÇÖLDE VEYA KIRDA BULUNAN KİMSE ELİNDE PUSULA OLMAZSA KIBLEYİ NASIL BULACAKTIR? Kutup yıldızı, görünüşte sabit olup daima güney istikametine bakmakta olduğundan onunla kıbleyi bulmak mümkündür Şöyleki: al-Cezire, Bitlis, Siirt, Muş, Urfa, Diyarbakır, Mardın ve Rakka gibi yerlerde bulunan kimse tam sırtını, Medine'i Münevvere, Kudüs, Gazza, Ba'labak, Adana, Mersin, Antakya ve çervesinde bulunan kimse sol kulağını, Irak, Maveraünnehir ve çervesinde bulunan kimse sağ kulağını kutup yıldızına doğru çevirirse kıbleye yönelmiş olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KİMLERE SELÂM VERİLMEZ? "Selâm" Allah (cc)'in güzel isimlerinden (Esmâi hüsnâ) bir isim olup bununla selâm vermek, verilene selamet ve esenlik duâsında bulunmak ve Allah'ın "selâm" isminin onda tecelli etmesini dilemek demektir Öyleyse böyle mübarek bir ismi yakışmayan yerlere koyma hakkımızın bulunmadığını bilmek gerekir Meselâ kâfire, hidayetini dileme, hariç duâ yapılmaz Selâm da bir duâ olduğuna göre ona selâm da verilmez Işin esasının bu olduğunu bildikten sonra selâm verilmeyecek kimseleri iki gruba ayırabiliriz:
1 Selâm alıp vermekten daha önemli ve faziletli işlerle meşgul olanlar
2 Selâmın konulmasına elverişli ve layık bir mahal olmayanlar Buna göre:
l Kur'ân okuyana, Ezan okuyana, Kâmet getirene, Cum'a ve bayramlarda hutbe okuyana, Namazla meşgûl olanlara, (ancak aralarında namaz kılmayan varsa ona selâm verebilir), Tedrisle ve Şer'i ahkâm halletmekle meşgul olana, her çesidiyle zikirle meşgul olana
2 Kâfire, sahih görüşe göre zımmiye, fıskını açık açık yapan fasıka, şarkı ve çalgı ile meşgul olana, mübah olmayan oyunları oynamakta olana, güvercin uçurmakla meşgul olana avretini örtmeyenlerin bulunduğu hamama, imameyne göre helada bulunana, idrarını yapmâkta olana, yalan, güldürü, gıybet, dedikodu vBulletin ile meşgul olana, insanlara sövene, sokaklarda kadınlara bakakalana
Satranç oynayana selâm verme konusunda ihtilaf vardır Imam A'zam verilir der Eğer zihin eksersizi yapmak için oynuyorlarsa zaten caizdir Zaman öldürmek için oynuyorlarsa selâmla onları oyundan alıkoymuş olur Ebu Yusuf ise kötü bir iş yapmakta olduklarını ima etmiş olmak için selâm vermez, verirse mekruh olur der Müslüman olan ve olmayanların ya da selâm verilebilen ve verilemeyenlerin bulunduğu bir gruba selâm verir ve müslümanları ya da selâm verilebilenleri niyet eder Yemek yemekte olanlara uğrayan onların yemeğine muhtaç ise ve selâm verince onu da yemege davet edeceklerini biliyorsa selâm verir, değilse vermez (Fetâvây-i Hindiyye, V/326; Bezzâziyye, VI/354; Akkirmanî, Serhu Erbâin,163 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KİN Kalbte yerleşen, öç almaya yönelik şiddetli düşmanlık Arapça'da hıkd, gıll ve bağdâ gibi kelimelerle karşılanır Kin tutmak, kin beslemek, kin gütmek, kin bağlamak gibi deyimler düşmanlık duygusunun kalbte yerleştiğini ve süreklilik gösterdığını dile getirir
Kin, kötü ahlâka ait niteliklerdendir Bu nedenle İslam'ın onaylamadığı, ortadan kaldırmayı amaçladığı huylardandır Karşıtı olan bağışlama (af) ise güzel ahlâkın niteliklerindendir; Islâm tarafından teşvik edilen davranışlar arasında yer alır Kin kötü bir duygu ve huy olduğu kadar birçok kötü tutum ve davranışın da başlıca nedenidir
Kur'an'a göre kinin başlıca kaynağı sapkınlık ve azgınlıktır Bu nedenle öncelikle kâfirlere özgü bir niteliktir Hristiyanlara ilişkin bir âyette bu ilişki şöyle açıklanır: "Biz Hristiyanız diyenlerin de sözünü almıştık, ama uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular Bu yüzden Kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin (bağda') saldık Yakında Allah onlara bu yaptıklarını haber verecektir" (el-Mâide, 5/14) Yahudiler de sapkınlık ve azgınlıkları yüzünden düşmanlık ve kine salınmışlardır: "Andolsun, Rabbinden sana indirilen onların (Yahudilerin) çoğunun azgınlığını ve küfrunü artıracaktır Biz onların aralarına ta Kıyamet'e kadar düşmanlık ve kin atmışızdır Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa Allah onu söndürmüştür (Onlar) yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar Allah da bozguncuları sevmez" (el-Mâide, 5/64) Içlerindeki düşmanlık ve kin yalnız kendileri arasında etkili olmakla kalmamakta, müslümanlara da yönelmekte ve zarar vermektedir Bu nedenle Müslümanlar ilişkilerinde dikkatli olmalıdırlar: "Ey iman edenler, kendinizden başkasını kendinize dost edinmeyin; onlar sizi ifsat etmekten geri durmazlar Size sıkıntı verecek şeyleri isterler Onların ağızlarından öfke taşmaktadır Göğüslerinde sakladıkları (kin) ise daha büyüktür " (Alu Imrân, 3/118)
Kin, küfür ve azgınlıkla olduğu kadar isyan ve itaattan çıkmakla da bağlantılıdır Allah'a itaat eden, hayatlarını O'nun emir ve yasakları doğrultusunda düzenleyen mü'minler doğal olarak kin ve benzeri duygulardan korunacaklar, uzak olacaklardır Kur'an, mü'minleri bu konuda uyararak şeytanın oyununa gelmemeleri konusunda uyarır: "Şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istiyor Artık (bunlardan) vaz geçtiniz değil mi?" (el-Mâide, 5/98) Allah'ın koyduğu kurallara uygun hareket eden mü'minler, itaatlarının ödülü olarak Cennet'e konulacaklardır Cennetteki mü'minler tanımlanırken onların kin ve nefretten arındırılmış oldukları belirtilir: "Onların göğüslerindeki kini çıkarıp atmışızdır; (hepsi) kardeşler olarak köşkler üzerinde karşı karşıya oturur" (el-Hicr, 15/47) Aynı olgu diğer bir yerde de şöyle dile getirilir: "Göğüslerinden kinden ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır Altlarından ırmaklar akmaktadır" (el-A'raf, 7/43) Mü'minlerin bu durumu, onların bu dünyadaki durumlarının doğal sonucudur Başka bir deyişle mü'minler dünyada düşmanlık ve kin duyguları ile bunların nedenlerinden ve yol açtığı kötülüklerden, uzak oldukları gibi Cennet'te de uzaktırlar
Kin duygusunun psikolojik nedenlerini inceleyen Islâm ahlâkçılarına göre yapılan bir kötülüğe karşı koyamamanın, intikam alamamanın yol açtığı öfke kalbe yerleşerek gizli bir düşmanlık duygusuna, kine dönüşür Bu nedenle kinin başlıca ruhsal kaynağı öfke ve intikam hırsıdır Kin birçok ruhsal ve ahlâki hastalıkların da kaynağıdır Bunların başlıcaları hased, ilişkileri kesmek, aşağılamaya çalışmak, gıybet, sırları açıklamak, çeşitli biçimlerde eziyetler yapmak, borç ve benzeri hakları yerine getirmemek, felaketlere sevinmektir Bunların tümü haram olan ve insanı yüksek ahlâkî niteliklerden uzaklaştıran davranış ve huylardır
Hz Peygamber (sas), birçok hadisinde mü'minlerin kinden uzak olmaları gerektiğini belirtir "Mü'min kin tutmaz" buyuran Hz peygamber (sas) bir başka hadisinde kin tutmamayı hayırlı insanların nitelikleri arasında sayar Bu hadise göre, insanların hayırlısının kim olduğu yolundaki soruya "Kalbleri mahmum olan herkes" diye cevap veren Hz Peygamber (sas), kalbi mahmum olanları "muttaki olanlar, kin ve hasetten temiz olanlar" biçiminde tanımlamıştır (Ibn Mace) Hz Peygamber (sas), Hz Aişe (r anha)'ya verdiği bir öğütte de Allah'a "kalbinin kinini gidermesi ve fitne sapıklıklarından koruması" şeklinde dua etmesini buyurur
Kur'an mü'minleri kin ve benzeri kötü huylara karşı uyarır, onları kinin zıddı olan bağışlayıcılığa yönlendirir Hz Ebû Bekir'in, Hz Aişe'ye atılan iftiraya katılan akrabalarından Mıstah'a bir daha yardım etmeyeceğine yemin etmesi üzerine gelen âyette bağışlamanın önem ve üstünlüğüne dikkat çekilerek şöyle buyrulur: "Sizden fazilet ve servet sahibi kimseler, yakınlığı bulunanlara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere birşey vermemeye yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?" (en-Nur, 24/22) Diğer bir âyette de cahillere uyulmaması, af yolunun tutulması emredilir (el-A'raf, 7/199) Bağışlama takvaya daha yakın olan bir davranıştır: "Sizin affetmeniz takvaya daha yakındır" (el-Bakara, 2/237) Hz Peygamber (sas) de bağışlamayı üstün ahlâkın üç niteliği arasında sayar: "Ey Ukbe, dikkat et, sana dünya ve âhiret ehlının en üstün ahlâkından haber vereyim Gelmeyene gitmen, vermeyene vermen ve sana kötülük edeni bağışlamandır" (Ibn Ebi'd-Dünya)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KINA YAKMAK

Saç, sakal, el veya ayakları kına yahut başka bir şeyle boyamak Kınayı sulandırıp eline sürmek İslâm'ın çıkışından önce yahudi ve hristiyanlar güzel görünme ve süslenmenin ibadetle bağdaşmadığını düşünerek, saçı boyayarak rengini değiştirmekten kaçınırlardı Hz Peygamber (sas) müslümanları başka milletleri aynen taklitleri sakındırmak ve onlara bağımsız bir kişilik kazandırmak için emir ve tavsiyelerde bulunurdu Saçı ve sakalı kına veya başka boya maddesi ile boyamak da bunlar arasındadır
Ebû Hureyre'den nakledilen bir hadiste şöyle buyurulur: "Yahudi ve hristiyanlar (saçlarını) boyamazlar Siz onların aksini yapınız Yani saçlarınızı boyayınız" (Buhârî, Enbiyâ, 50, Libâs, 67; Müslim, Libâs, 80; Ebû Dâvud, Tereccül, 18; Nesaî, Zîne, 14; İbn Mâce, Libas, 32; Ahmed Hanbel, Müsned, II, 240, 260, 309, 401) Buradaki emir bağlayıcı olmayıp, nedb (sevimli amel) ifade eder Nitekim uygulamada ashab-ı kiramdan Hz Ebû Bekir ve Ömer, Hz Ali ve Ka'b ve Enes (ranhüm) gibi bazıları da boyamamıştır
Kullanılan renge ve boya malzemesine gelince, genellikle saç boyası yaşlı erkeklerin beyazlaşan saçları için söz konusu olunca, siyah renk, yaşlı kimseyi, olduğundan çok genç gösterir Bu durum kınalama veya boyamayı amacından uzaklaştırabilir Nitekim, Mekke'nin fethi günü, Hz Ebû Bekr'in yaşlı babası Ebû Kuhâfe'nin saçlarının ağaç çiçekleri gibi beyazlaştığını gören Allah elçisi şöyle buyurmuştur: "Bu beyaz saçı değiştiriniz ve siyahtan sakınınız" (bk Ebû Dâvud, Tereccül, 18; Nesaî, Zîne, 15; Ahmed b Hanbel, l, 165, 356, II, 261, 499, III, 160, 322) Ancak saçı beyazlaşan kimse genç olursa, siyaha boyamasında da bir sakınca görülmemiştir Nitekim Sa'd b Ebî Vakkas, Ukbe b Âmir, Hasan, Hüseyin ve Cerîr gibi sahabelerin bunu uyguladıkları nakledilir (Yusuf el-Kardâvî, el-Halâl ve'l Harami; 'l-İslâm, Terceme, Mustafa Varlı, Ankara 1970, s102, 103)
Boya malzemesi olarak kına kullanımını Allah Rasulü'nün teşvik ettiği bilinmektedir Bir hadiste şöyle buyurulur: "Saçın beyazlığını değiştirmek için kullandığınız şeylerin en iyisi, kına ve keten bitkisidir" (Ebû Dâvud, Tereccül, 18; Tirmizî, Libâs, 20; Nesaî, Zîne, 16; İbn Mâce, Libas, 32; Ahmed b Hanbel, V, 147, 150, 154, 156, 169) Diğer yandan Hz Peygamber'in bir yerinde sivilce veya cerahatlenmiş bir çıban çıksa, bunun üzerine kına sürdüğü nakledilir (bk İbn Mace Tıbb, 29) Bu duruma göre, Rasûlüllah (sas)'ın kınayı cildin tedavisi için kullandığı anlaşılmaktadır Enes b Mâlik, Hz Ebû Bekr'in saçını kına ve ketenle, Hz Ömer'in de yalnız saf kına ile boyadığını nakletmiştir (Yusuf el-Kardâvî, age, 103)
Erkeklerin süs için el ve ayaklarını kınalaması mekruhtur Kadınların el ve ayaklarını kınalaması ise caizdir Erkek veya kadının beyaz saçı sarı veya kızıl renge boyaması müstehap görülmüş, siyaha boyamaları ise sağlam görüşe göre, caiz görülmemiştir Boya malzemesi olarak kına ve vesîme denilen, boya sanayiinde kullanılan bir bitkinin tercih edilmesi tavsiye edilmiştir (İbn Âbidîn, Reddü'lMuhtâr, Terceme, Ahmed Davudoğlu, İstanbul 1982-1988, XV, 378, XVII, 314)
El, ayak veya başa sürülen kınanın katı olan malzemesi temizlendikten sonra deri veya saçlarda bıraktığı renk suyun nüfûzuna engel değildir Bu yüzden abdest veya gusle mani olmaz (İbn Âbidîn, age, l, 224)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KİRA AKDİ NASIL MEYDANA GELİR? Hanefi mezhebine göre kira akdi iki yoldan birisiyle meydana gelir

1- Sigadır Mesela ev sahibi kiracıya: "Ben evimi bir sene müddetle şu kadar para karşılığında sana kiraya verdim" der Kiracı da: "Evini bir sene müddetle şu kadar para karşılığında kiraladım" der
2- Mu'atatdır Yani bir söz söylemeden gemi, tren gibi ücreti belli olan şeylerin bedelini re'sen vermek

Muatat ile evi kiraya vermek de caizdir Mesela birisi belli bir ücret mukabilinde belli bir zaman için evini birisine kiraya verir, müddet bitince kiracı ses çıkarmadan evde oturmaya devam eder ve böylelikle kira yeniden mun'akid olmuş olur Fakat her sene ücret ayarlanacaktır (al-Fıkh ala'l-Mezahibi'l-arba'a)
Şafii mezhebine göre birinci sene bitince kiracı evden çıkmaya mecburdur Ancak yeni bir akit ile evde oturmaya devam edebilir
__________________
 
Üst Alt