K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADİR GECESİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ Kadir Gecesinin değeri ve değerlendirilmesi konusunda sahih bilgiler var mıdır?
Sorunun cevabı için su açıklamalara girmek zorundayız:
1 Anlamı:
Birtakım zamanlarda mesai yapanlara, normal zamanların birkaç katı fazla ücret verilir Bazı olayların yıldönümleri ikramiye günleridir Bazı krallar tahta çıkışları ya da işbaşına gelince cülus bahşişi dağıtırlar Bazan genel af ilân edilir ve çok büyük cezalar dahi bağışlanır Bazı pazar, panayır ve yerlerde yüzdeyüzleri çok âşan kârlar sağlanır Bütün bunlar bizim Kadir Gecesi gibi zamanları anlamamızda sadece bir fikir verebilirler Çünkü o gecenin sahibi Sanî'dir, Cevvâd'dır, Kerim'dir, Gaffâr'dır O'nun hazinesi, cömertligi, keremi, bağışlaması başkalarınınkine benzemez O, insanlara göre ne kadar büyükse, O'nun bahşişi ve affı da onlanrinkine göre o kadar büyüktür Hazineler O'nun olduğuna göre, kime ne kadar vereceğini de O bilir Işte Kadir Gecesi, O'nun Muhammed Ümmetine bir bahşişi, bir genel af ilanı ve bir ikramiyesidir Bu, ayrıca Allah (cc)'in kullarına ne kadar acıdığını ve kurtuluşlarını nasıl istediğini de gösterir
2 Mahiyeti ya da "Kadr" ne demektir?
Arapça bir kelime olan "Kadr"; aslında güç yetirme demek olmakla beraber, hüküm, takdir, şeref, ululuk ve tazyik anlamlarına da gelir
Hüküm anlamını düşünmekle Kadir Gecesine, hüküm ve takdir gecesi denir ki, Duhân sûresinde geçen, "Kur'ân'ı Kerim'in indirildiği, büyük işlerin belirlenip hükme bağlandığı" söylenen gece buna işaret eder Ancak Kur'ân'ı Kerim olaylara göre yirmi üç küsür senede indiğine göre, Kadir Gecesinde indirilmesi, topluca dünya semasına indirilmesi demektir
Şeref ve ululuk anlamını taşıması, bu gecenin bin aydan daha şerefli ve daha büyük olduğu veya kadri kıymeti ve şerefi olmayan birisinin dahi o geceyi ihya etmekle şeref ve değere kavuşacağı içindir (Kurtubi, XX/131)
Tazyik anlamına gelmesi ise, o gece meleklerin inmesi ile yeryüzünde büyük bir izdiham ve daralmanın olmasındandır Bu ayrıca, sonu kurtulus olan büyük ve şerefli olayların, büyük şiddet ve baskılar sonucu olabileceğini de gösterir Kadir Gecesi'nde bu üç anlam da vardır ve "Kadir Gecesi" tabirinin sûrede üç yerde tekrarlanması buna işaret ediyor olabilir
3 Zamanı:
Cuma gününde "Icabet Saati", ameller içerisinde Allah'ın rızası, günahlar içerisinde gazabı, Kıyametin kopma zamanı, insanın nerede ve ne zaman öleceği, beş vakit namaz içerisinde "Vüstâ" namazı, Allah'ın isimleri içerisinde "Ismi Azâm"ı, kulları içerisinde salih ve veli kulu gizlendiği gibi Kadir Gecesi'nin hangi gece olduğu da gizlenmiştir(bk Kurtubî XX/137) Bunun hikmetlerinden birisi, insanların ona güvenip diğer zamanlarda isyana dalmamaları, bir diğeri de yine buna bağlı olarak, Kadir Gecesine tesadüf etme ümidiyle bütün bir Ramazanı ihya etmelerini istemek olabilir Ama yine de en sağlam rivayetler onun Ramazan'da ve Ramazan'ın da yirmiyedinci gecesinde olduğuna işaret eder Çünkü "Kadir" suresinde Kur'ân-ı Kerim'in Kadir Gecesinde indirildigi, Bakara suresinde de Ramazanda indirildigi bildirilir Demek ki, Kadir Gecesi Ramazan içerisinde bir gecedir Gerçi birçok sahabi ve büyük imam Kadir Gecesinin Bedir Savaşı günü olan Ramazan'ın onyedinci gecesi, ayrıca yirmi, yirmibir, yirmiiki yirmidokuzuncu gecesi olduğunu rivayet etmişlerdir, ama yirmiyedinci gecedir diye rivayet edenler daha açık ve daha çoktur Diğerlerinin rivayetlerini, o seneki Kadir Gecesi'nin o güne rastladığı şeklinde anlamalıdır Kadir sûresinde üç defa tekrarlanan "Leyletü'1-Kadr - Kadir Gecesi" ifadesinin harflerinin toplamının yirmiyedi etmesi, kezâ aynı surede Kadir Gecesini gösteren "Hiye - o" zâmirının surenin yirmiyedinci kelimesi olması da buna işaret ediyor olabilir Allah Rasûlü'nün Ramazanın son on gününü itikafa girip cehd ve gayretle geçirmesi, Kadir Gecesinin hem o günlerde olduğuna, hem de kesinlikle bir geceye tahsis edilemeyeceğine işaret eder Zaten Allah Rasûlü "Kadir gecesi bana gösterildi de sonra unutturuldu" buyurur
Kadir Gecesi Kur'ân-ı Kerim'in indirildigi gece olduğuna göre o bir kez olmuş geçmiştir diye akla gelebilir Ancak Kadr sûresinde, "o gece melekler iner de iner" denmesi, "inmiştir" denmemesi onun tekerrür ettiğini gösterir Öyleyse bunu; Kur'ân'ı Kerim indigi için o gece Kadir Gecesi oldu, şeklinde değil de, Kur'ân'i Kerim'in inmesi Kadir Gecesine rastladı şeklinde anlamalıdır
Şah Veliyyullah'a göre ise Kadir Gecesi ikidir; biri bütün sene içerisinde, diğeri ise Ramazanın son on günü içerisinde saklıdır (Sah Veliyullah Dehlevi, Hüccetüllah'i1-Baliğa, N/55)
Kadir Gecesinin bir takım işaretlerinin olduğu da söylenmiştir Gece, saf, sakin ve ay varmış gibi aydınlıktır Çok soğuk ve çok sıcak olmayıp mutedildir Sabahında güneş göz kamaştırmayıp, şekli belli olarak ay gibi ve soluk doğar, kızarık doğar (bk Ibn Kesir, VNI/466)
4 Niçin Bin Ay?
Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır denilmesi, bin ayın onun hayrının ölçüsünü vermesi için değil, hayrının çok fazla olduğunu göstermek içindir Çünkü "daha hayırlı" olunca, onun hayrının bin ayla beraber dahasının, yani fazlalığının da olduğu anlaşılır Işte bu fazlalığın miktarını ancak Allah (cc) bilir Bununla beraber "bin ay" denmesi konusunda bazı rivayetler de vardır Müslümanların eski Israil Ogullarından bir erin bin ay cihad etmesine, ya da dört kişinin seksen yıl (yaklaşık bin ay durmadan ibadet etmelerine gıpta etmeleri, veya Allah Rasûlü'nün kendi ümmetinin ömürlerini kısa görüp bu kısa ömürde yeterli ahiret azığı hazırlayamayacaklarından endişe etmesi, "Bin Ay" denmesinin sebebidir Böylece Allah (cc), Elçisi Muhammed (sav)'i ve onun ümmetini mükafatlandırmıştır denir(Bu rivayetler için bk Elmalılı, VNI/5972)
5 Nasıl Değerlendirilir?
Kadir Geceşinin Muhammed (sav) ümmeti için , Arafe ve cuma da dahil, bütün gün ve gecelerden üstün olduğunu hemen herkes kabul etmiştir Ancak Allah Rasulü'nün kendisi için Miraç Gecesi daha üstündür (Elmalılı, VNI/5983) Öyle ise böyle bir geceyi değerlendirmenin kazancı da elbette çok büyük olacaktır Allah Rasûlü: "Kim inanarak ve sırf Allah rızası için Kadir Gecesinde kalkarsa geçmiş günahları bağışlanır" (Buharî, iman, I/I5, Savm NI/23; Müslim, salat, N/175) buyurur Demek ki, bu geceyi değerlendirmenin birinci şartı kalkmak, yani uyumamaktır Kalkılıp ne yapılacağı konusunda bir tahsis yapılmamıştır Namaz kılmak, Kur'ân okumak, dua etmek ve tefekkürde bulunmak sünnetle sabit olan şeylerdir Allah Rasulü bunların hepsini yapmıştır (bk Elmalıli, VNI/5982) Ramazanın son on günü gelince o geceyi ihya eder, çoluk-çocuğunu kaldırır ve ibadet konusunda çok gayret gösterirdi (Ibn Kesir, VNI/471) Keza, Ramazanın son on gününde itikafa girmesi de Kadir Gecesi'ni bulmaya ve ihya etmeye yönelik bir sünnettir Bu yüzden hepsinden bir parça yapmak belki en güzelidir Aişe (ra) validemiz Allah Rasulüne (sav) Kadir Gecesi'ne rastlanıldığında ne söylenmesi gerektiğini sormuş ve: "Allahümme inneke afüvvun tuhibbül-afve fa'fü-annî: Allah'ım, Sen çok bağışlayıcisin, afvi seversin, berii bağışla" (Müsned, VI/182) de, cevabını almıştır Demek ki o gecede yapılacak duaların en güzeli bağışlanma isteğidir Yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılmak, o geceyi ihya etmek anlamına geleceğinden asgari olarak bunu yapmalıdır Allah Rasulü belki de buna işaret etmek için, "Kadir Gecesi yatsı namazında cemaatte hazır bulunan ondan nasibini almıştır" buyurur (Kurtubî, XX/138) Bununla beraber Ramazanın her gecesinde yapılacak bu duanın çok büyük bir ihtimalle Kadir Gecesine rastlayacağından, kabul olması kuvvetle umulur Bu yüzden, "ondan mahrum olan, çok büyük bir şeyden mahrum olmuştur" buyurulur (Müsned, N/230, N/385, 425; Ibn Kesir, VN/464) Ayrıca insanın bu müstesna gün ve gecelere saygısınin ifadesi olarak Ramazan'da diğer bütün günlerden daha gayretli, Kadir Gecesinde ise Ramazandakinden de daha gayretli olması gerekir Hatta Kadir Gecesinin gündüzünü dahi diğer günlerden daha çok dua ve ibadetle geçirmek sünnet, bütün müslümanların sorunları için çare duasında bulunmak müstehaptır(Nevevî, E1-Ezkar,163)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAFİR OLAN KİMSELERİN BALİĞ OLMADAN ÖLMÜŞ ÇOCUKLARI CENNETLİK Mİ OLACAKTIR, CEHENNEMLİK Mİ OLACAKLAR? Müslüman olan kimselerin baliğ ölmüş çocukları icma ile cennetlikler Fakat kafirlerin çocukları hakkında dört görüş vardır

1- Birinci görüş, cennetlikler Muhakkık ve araştırmacı alimler de bu görüşü te'yid etmektedirler Kur'an-ı kerim şöyle buyurur: "peygamber göndermedikçe azab verici değiliz" (İsra 15) Ma'lum olduğu gibi, çocuk ve deli olan kimseler mükellef olmadıkları için Peygamberlere muhatap da olmazlar Başka bir ayette de şöyle buyurulur:
"Hiçbir kimse bir başkasının günahını yüklenemez" (Kur'an-ı kerim, En'am suresi)

Bir kimse bir cinayet işlerse oğlu cinayetinden sorumlu olmadığı gibi kafir olan kimsenin oğlu da, küfründen sorumlu değildir En kuvvetli görüş budur

2- İkinci görüş, babalarıyla birlikte cehennemliktirler
3- Üçüncü görüş, çekimserdir, hiç bir görüş beyan etmiyor ve işi Allah'a bırakıyor
4- Dördüncü görüş, Allah'ın şaki olarak bildiği kimseler cehenneme said olarak bildiği kimseler de cennette göreceklerdir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAFİR VE DİN DÜŞMANLARININ KABRİNİN ZİYARETİNE GİTMEK CAİZ MİDİR?
Kafir ve din düşmanlarının kabrine saygı göstermek için gitmek caiz değildir Fakat sırf seyredip bakmak için gidilse beis yoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAFİRE DUA VE İSTİĞFAR Özellikle cenaze gibi merasimlerde imamların kafir olduğu bilinen mevtaya dua ve istiğfar ediyorlar Cemaat da "âmîn"diyor Bu mahzurlu değil midir?
Rasulüllah Efendimiz küfür üzere ölen bir yakını için "Eğer Allah yasaklamazsa ona mağfiret dileyecegim"(bk Kurtubî, VNI/272) deyince şu âyet-i kerime nazil oldu: "Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra akraba dahi olsalar, müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve mü'minlere yaraşmaz" (Tevbe (9) 113) Münafıklardan Abdullah b Ubey b Selül'ün cenaze namazını Rasulüllah Efendimiz kıldırmıştı(Kurtubî, VNI/218) (O münafıkları tanıdığı halde, siyaseten davranışta onları mü'minlerden ayırmıyordu) Bu konuda da şu âyeti kerime geldi: "Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma! Mezarı başında da durma Çünkü onlar A1lah'ı ve Rasulünü inkâr ettiler, fasık olarak öldüler" (Tevbe (9) 84) Şu ayetin de aynı konu ile alâkalı olarak geldiği söylenir:
"Onlara ister bağışlanma dile, ister dileme, farketmez Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları asla bağışlamayacaktır Bu, onların Allah'ı ve Rasulünü inkâr etmesinden ötürüdür Allah fasıklar güruhuna hidayet vermez" (Tevbe (9) 80)
Bu naslar karşısında, özellikle Malikî Imam Karafi meseleyi bütün detayı ile ele almış ve özet olarak: "Kafirin bağışlanması için dua etmek küfürdür (dua eden kâfir olur) Çünkü, Kur'ân'ı Kerim birçok âyetle müşrikleri Allah'ın bağışlamayacağını, kâfirlerin Cehennem'de ebedî kalacağını kesinkes haber verdikten sonra böyle bir şey istemek, Allah'ı yalanlamak ve sanki'(Ya Rab! Sen öyle diyorsun ama bağışlaşan daha iyi edersin) demek olur Bu da küfürdür Tüm mü'minlerin bağışlanmasını istemek de haramdır Çünkü günahkâr mü'minlerin Cehennem'de, bir süre için de olsa, kalacakları sahih hadislerle bildirilmektedir(Bu konuda geniş bilgi için bk Karafi, el-Furük, IV/259 vd)
Bu görüş Hanefilerce biraz ağır bulunur ve "kâfirin bağışlanması için dua etmek küfürdür, tüm mü'minlerin bütün günahlarının bağışlanması için dua etmek ise haram değildir" denir Ibn Âbidîn buna açıklık getirirken der ki: "Mesele şuradan kaynaklanıyor: Allah'ın va'dinden dönmeyeceğini kendi kelâmıyla biliyoruz Ama acaba vâdinden (azab edeceği sözünden ve tehdidinden) de dönmez mi? Işte Karafi ve onu izleyenler, Allah'ın va'di gibi vâdinden de dönmeyeceğini düşünerek, eğer Allah kâfirleri Cehennem'e koyacağını ve onların orada ebedî kalacağını bildiriyorsa bunun aksini istemek Allah'ı isabetsizlikle suçlamak ve onu tekzib olur, bu ise küfürdür diye düşünmüşlerdir Hanefi Ibn Emîr el Hâcda (Vefatı 879 (1474) bk Mu'cemu'1-müellifin, XI/274) kâfire dua konusunda onlar gibi düşünmüş tüm mü'minlere dua konusunda biraz daha müsamahalı davranmıştır Doğrusu da budur(bk Ibn Abidin (Âmira), I/351, (Mısır), I/523) Buna göre kâfir olarak ölen birisi için dua etmek küfürdür Ancak küfrü açık (bevâh) olmayanlara günahlarıyla küfür damgası vurup onları mü'min saymamak da bizim hakkımız değildir Meselâ Allah'ın birliğine, Hz Muhammed (sav)'in peygamberligine, Kur'ân'ın bütününe inanan birisi Haccâc gibi zalim de olsa onu kâfir saymak bizim elimizde değildir Ama bunlara olduğu gibi inanmamış, ya da bunları tahkir etmişse, onu da mü'min saymak bizim elimizde değildir
Mesele ölmüş gitmiş kâfirler için böyledir Hayatta olan kâfirlerin doğru yolu bulmaları için dua etmenin ise caiz olduğu görüşü hâkimdir Çünkü Rasulüllah Efendimiz Uhud Günü mübarek dişleri kırılıp, yüzü yaralandığında, müşrikler için: "Allah'ım kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar" diye dua etmişlerdi Ibn Abbas da: "Mü'minler kâfir olarak ölmüş yakınlarına dua ediyorlardı Bunu yasaklayan âyet (Tevbe 113) geldi, onlardan duayı kestiler Ama bu âyet onların, hayatta olan kâfirlere dua etmelerini yasaklamıyordu" demiştir (Kurtubî, VNI/274) Ama bununla beraber; Buhari'nin nakline göre, Rasulüllah Efendimiz (sav)'in Uhud'daki bu sözü, kendi duası değildir O bunu: "Daha önce de bir peygamber yaralanmış ve böyle demişti" tarzında söylemiştir (bk Buharî, magazî; Müslim, cihad 103) şeklinde söyleyip kâfirin hayatta olanına dahi dua edilemeyeceği görüşünde olanlar da vardır (Kurtubî, VNI/278) Fakat böyle dahi olsa, önceki bir peygamberin sözü bizim şeriatimizde neshedilmedikçe bizim için geçerli olacağından (Allah'u alem) hayattaki bir kâfirin hidayete ermesi için dua etmekte bir mahzur olmamalıdır Çünkü onun hidayeti bulması muhal değildir ve Allah kâfir olanların dünyada iken mü'min olamayacaklarını söylememiştir ki, bizim bunu istememiz, Allah (cc)'in olmaz, dediğinde israr etmemiz anlamına gelmiş olsun Bir sonraki âyette bildirildigi üzere; Hz Ibrahim'in Babası için mağfiret dilemesini de böyle anlamak gerekir (Ibn Abbas ayete değişik izah getirir bk Kurtubî, VNI/274; Ayrıca bk Celal Yıldırım, Kur ân Ahkâm, N/309 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAFİRLERİ KENDİ İŞİNDE ÇALIŞTIRMAK "Allah kâfirlere mü'minler üzerinde asla bir salahiyet vermeyeceği " (K Nisâ (4) 141) için kâfir, müslümana amir olabilecek işlerde ve gizlilik özelliği bulunan görevlerde istihdam edilemez En başta meâlini verdiğimiz A1-i Imrân 118 ayetine binaen de kâfir, ehli kitap ve hevaperestin danışmanlık ve müslümanların umurunu yönetme mevkide çalıştırılamayacağı, özel işlerde ve yazışmalarda onlardan yardım alınamayacağı anlaşılır (Cessâs, Ahkâm, N/324; Kurtubî, IV/178-179) Hz Ömer bir zimmîyi katip olarak çalıştıran Valisi Ebu Musa el-Eş'ari'ye sert bir mektup yazarak şu ikazda bulunmuştur: "Allah'ın zelil kıldıklarını siz tekrar aziz etmeyin, Allah'ın uzaklaştırdıklarını siz yaklaştırmayın, Allah'ın horladıklarına siz değer vermeyin, Allah'ın hain ilân ettiklerini siz emin görmeyin" (agk; ayrıca bk Ibnü 1-Kayyim, Zâdü'1-me'âd, I/447) "Müşriklerin ateşiyle aydınlanmayın" hadis-i şerifini Hasen b Ebi'1-Hasen: "Kendi işleriniz için onlara danışmayın" şeklinde anlamıştır (Kurtubî, IV/180) Bu bağlamda yapacağı önemli işler için Istanbul'daki Rus elçisine danışıp, hep onun dediğinin aksini yapan ve isabet eden Yedi-sekiz Hasan Paşa'yi hatırlatmak güzel bir espri olur
Peki müslüman gayri müslime danışman olabilir mi? Doğrusu bu konuda fıkıh ve tefsir kitaplarımızda açık bir ifadeye rastlayabilmiş değiliz En muteber fetva kitaplarımızdan Bezzâziye'de: "Bir zimmî müslümandan havranın nerede olduğunu sorsa, müslüman ona havranın yerini gösteremez" denir (Bezzâziye VI/359) Buna ·göre; hayır olmayan ve müslümanların manen ve madden zelil ve zayıf olmasını sonuç veren konularda müslüman gayrı müslimlere akıl ve fikir veremez, danışmanlık yapamaz olmalıdır (Allah'u a'lem) Gayrı müslimin madden güçlü olması müslümanların aleyhine bir durumdur(Bu konuda bir eser esas adına rastladık: "Risâle fist'i'mâlil-Yahûdi ven'Neshara" Muhammed b Abdülkerim bk Keşfu'z-zunûn N/745)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAHİN Falcılara, bakıcılara, gaibten haber veren kimselere verilen isim Falcılık, bakıcılık sanatına da "kehânet" denilir Kâhin kelimesi arapça bir kelime olup çoğulu "kehene" veya "kühhân" dır
İslam'ın tebliğinden önce kâhinler geleceğe yönelik bazı bilgileri haber verirler, kâinattaki gizli sırları bildiklerini iddia ederlerdi
Kâhinlerin cahiliyye toplumu içinde önemli yerleri vardı Onlara bazı hususlar sorulur, düşünceleri alınırdı Her kabilenin bir şâiri bir hatibi olduğu gibi, bir kâhini de olurdu Kâhinler, insanlar arasından anlaşmazlıkları çözümler, rüyaların yorumunu yapar, işlenen suçların fâillerini belirlerler, hırsızlık olaylarını açığa çıkarırlardı
Kâhinler, genellikle kabilenin ileri gelenleri arasından olurdu Kâhinllik babadan oğula da geçebilirdi Kabilenin efendisi aynı zamanda kâhini de olabiliyordu
Gâibi yalnız Allah bilir Yaratıkların gâibi bilme iddiası kehânetten başka bir şey değildir Sihir yapmak, yıldızlardan hüküm çıkarmak, fal oklarına inanmak (el-Mâide 3/90) Islâm tarafından yasaklanmıştır
Kâhinlerin yardımcıları şeytanlardır Şeytanlar, gökyüzündeki meleklerin konuşmalarına kulak misafiri olur, aldıkları bilgileri kahinlere ulaştırırlardı Kâhinler de bu bilgileri değişik kılık ve kalıplara sokarak insanlara aktarırlardı
Gökyüzü meleklerin koruması altına alınmış; şeytanların meleklere yaklaşması engellenmiştir Kur'an-ı Kerim'de bu durum şöyle açıklanmaktadır: "Biz yakın göğü bir ziynetle, yıldızlarla süsledik Ve (göğü), itaat dışına çıkan her türlü şeytandan korumak için (yıldızlarla donattık) Onlar, (şeytanlar), Mele-i A'lâyı (melekler topluluğunu) dinleyemezler; her taraftan atılırlar, kovulurlar Onlar için sürekli bir azab vardır Yalnız (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delici bir alev takib eder" (es-Sâffat, 37/6-10)
Bu konuyla ilgili olarak ibn Abbas (ra) şöyle buyurmaktadır: "Melekler buluttan inerler, işlerini kendi aralarında görüşürler Bu arada şeytanlar kulak hırsızlığı yaparlar Işittiklerini kâhinlere gizlice ulaştırırlar Bu haberlerle beraber kendileri de yüzlerce yalan uydururlar" (Ahmed b Hanbel, I, 274)
Kur'ân-ı Kerim'de zikredilen ayetler, hadisi şeriflerle daha bir açıklık kazanıyor Olay daha iyi bir biçimde aydınlanıyor
Kâhinler, anlatımlarında genellikle şairâneliği, kısa ve özlü konuşmaları, secili kelimeleri tercih ederler Peygamberimizin bir hadisinde bu konuya işaret edilmiş ve şöyle bir olay anlatılmıştır Hüzeyl kabilesinden iki kadın birbirleriyle kavga ederler Birisi diğerine taş atar Kendisine taş atılan kadın hâmile olup, karnındaki çocuğunu kaybeder Olay peygamberimize anlatılır Peygamberimiz de kadının ölen çocuğunun diyetinin ödenmesine karar verir Suçlu kadının velisi duruma itiraz eder: "Ya Rasûlallah! Henüz yemeyen, içmeyen, söz söylemeyen, sayha etmeyen çocuğun diyetiyle nasıl mahkum olurum Bunun benzeri hüküm batıl olur" der Peygamberimiz, adamın seçili konuşmasına dikkat çekerek onun hakkında "bu adam kâhinler zümresindendir" buyurur (Buhârî, Tıbb, 46; Müslim, Kasâme, 36; Ebû Dâvud, Diyât, 19)
Sihirbazlık, remilcilik, müneccimlik, kahinliği birbirine karıştırmamak gerekmektedir Bunlar, her ne kadar birbirlerine yakın şeylerse de aralarında farklılıklar vardır Islâm dini bunların hepsini reddetmiş ve yasaklamıştır
Kâhin bir meseleye hükmederken, vereceği karara razı olmaları için her iki taraftan teminat (ücret) alırdı Kâhinin kararı kesin olmasına rağmen, yerine getirilmesi zorunlu değildi Haliyle bu karar örfî hukukun (töre hukukunun) belirlediği bir karardır Örfi hukukun belirlemesinde mal ve oğulların etkisini düşünürsek, kâhinin vereceği hükümlerin kimin yararına olduğu ortaya çıkar Çünkü, Kâhin yaptığına karşılık ücret alırdı Mal ve oğulları daha çok olanın vereceği ücretin fazla olacağı bellidir Böylece ezilen insanlar yine malum, yine mahkumdur Zâlimler zulümlerini meşrulaştıran kurumları çağlar boyu sistemli bir şekilde gelıştırmişlerdir Bu kurumlar asırlar önce nasıl bir işlev görüyorsa, şimdi de aynı işlevi görmektedirler
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KALU BELÂ "Evet, dediler" anlamında bir akaid ve Kur'anî terim Bu terkiple Yüce Allah'ın insanları rubûbiyet ve ulûhiyetini tanık kılarak onlardan buna dair söz almasıyla ilgili olay kastedilir
Bu olayla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak; ‚Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' (demişti) ‚Evet (buna) şahidiz,' dediler Kıyamet günü: ‚Biz bundan habersizdik' demeyesiniz" (el-A'râf, 7/172)
Allah'ın insanlardan bu şekilde söz alması, Arapça telaffuzuyla "Kalu belâ" şeklinde halk arasında yaygınlaşmıştır
Kur'ân-ı Kerim'de olay, Yahudilerden "Allah'a karşı sadece gerçeği söyleyeceklerine dair Tevrat üzerine söz alındığı" ifadesinden sonra sözkonusu edilmektedir Böylece Allah'ın ulûhiyyet ve rubûbiyetine dair bütün insanlardan söz alınmış olduğu da hatırlatılmış olmaktadır
Allah Teâlâ'nın insanlardan söz almış olması ne anlama gelir? Başka bir ifadeyle olay temsîlî midir, yoksa vakit midir? Gerçekten Allah insanları toplayıp onlarla âyette zikredildiği gibi karşılıklı konuşmuş mudur?
Müfessirler bu konuda iki görüş ileri sürmüşlerdir Halef dediğimiz hicrî üçüncü asırdan sonra gelen âlimler genelde olayın temsîlî olduğunu söylemişlerdir Şöyle ki:
Bu anlatılanlar temsilîdir Yoksa, Allah ile ruhlar arasında böyle bir soru ve cevap olayı cereyan etmiş değildir Ancak noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, insanoğluna verdiği akıl ve idrak vasıtasıyla bütün kâinatın rabbı olduğunu, ayrıca birliğine delâlet eden tabiî deliller aracılığıyla yaratıklarına sanki: ‚Benim sizin rabbiniz olduğuma ve benden başka ilah bulunmadığına şehadet edin' demiş, onlar da hal lisanıyla: "Evet sen bizim rabbimizsin ve senden başka ilah yoktur, " demişlerdir Insanların Allah tarafından mükemmel bir şekilde donatılarak bilgi ve marifet sahibi kılınmaları ve böylece Allah'ı rab olarak bilmeleri, şehâdet ve itiraf anlamındadır Kur'ân ve Sünnette, Arapların dil üslûbunda bu şekilde sembolik anlatımlar çoktur Meselâ Allah'ın yere hitabı, bir de onların cevap vermelerini anlatan şu âyet de böyledir: "Isteyerek veya istemeyerek (varlığa) gelin, dedi ‚Isteyerek geldik' dediler"(Fussilet, 41/11)
Bu görüşte olanlar, "Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar, sonra ebeveyni onu yahudileştirir veya hristiyanlaştırır veya mecûsileştirir" (Buhârî, Cenâiz, 92; Ebû Dâvud, Sünnet, 17) hadisinin de görüşlerini destekledığını söylerler (Kurtubî, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1965, VII, 314; Mahmut Hicâzî, Furkan Tefsiri, çev M Keskin, Istanbul 1988, II, 365)
Selefin görüşü ise, olayın sembolik değil, hakikat üzere olduğu şeklindedir Allah, insanların hepsini babalarının sulhlerinden çıkarıp onları amellerine göre kümelere ayırdı Onlara insan suretini, konuşma ve düşünme kabıliyetini verdi Sonra onlardan söz aldı ve kendilerini buna şahit tutarak bazı görüşlere göre şahit tutulanlar meleklerdir: "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" diye sordu Onlar da: "Evet (sen bizim rabbimizsin)" dediler Sonra Allah; "Hesap gününde bizim bilgimiz yoktu" diyerek mazeret ileri sürmeyesiniz diye yerleri, gökleri ve babanız Adem'i bu konuda şahitlik etmeğe çağırıyorum Benden başka ibadete layık birinin bulunmadığını iyice belleyin Bana herhangi bir şeyi ortak koşmayın Verdiğiz bu sözü size hatırlatacak peygamber ve kitap göndereceğim dedi Buna bütün insanlar: "Şehadet ederiz ki, rabbimiz ve ilâhımız sadece sensin, senden başka rab ve ilah yoktur" diye cevap verdiler
Allah, insanlardan bu ahdi aldıktan sonra onları yok etti
Bazıları, -ki halk arasında da yaygın olan budur- insanların Allah'a bu şekilde söz vermelerinin ruhlar âleminde gerçekleştiğini söylerler Bu görüşün hiç bir mesnedi yoktur
Konuşmanın nasıl meydana geldiği ve meselenin incelikleri bizim için gaybtır Gaybın nasıllığı üzerinde durulmaz Nassların bildirdiği kadarıyla yetinmek gerekir Aslında bu gibi meseleler üzerinde aklî değerlendirmeler yapsak bile kesin bir sonuca varmamız mümkün değildir Ayrıca belli bir karıne bulunmadıkça nassları te'vil etmemiz, ya da temsili olduklarını söylememiz de tutarlı bir tavır değildir
Ilimler, olayın ne zaman meydana geldiği konusunda da ihtilaf etmişlerdir Ancak temsilî olduğunu söylemeyenlerin tamamı, bu olayın Hz Âdem hayattayken meydana geldiği konusunda ittifak etmişlerdir
Müşriklerin çocuklarının, büluğ çağına ulaşmadan ölmeleri durumunda Cennete gireceklerini söyleyenler, "Kalu belâ" âyetini delil göstermişlerdir Çünkü çocuklar, büluğ çağına erinceye kadar, geçmişte Allah'a verdikleri ahid üzerinedirler Ancak büluğ çağından sonra, bu ahdin artık bir etkisi kalmamaktadır (Kurtubî, age, VII, 317)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAMET

Namaz için seslenmek, kamet getirmek, ifa ve eda etmek Aslı "ikâmet" olup, türkçede "i" siz kullanılır Bir terim olarak, farz namazlardan önce, tek başına namaz kılacak olan kimsenin cemaatle kılınacak farz namazdan önce ise müezzinin okuduğu ezan benzeri sözlerdir Sünnete uygun olarak kâmet şu kelimelerden ibarettir Allahü ekber, Allahü ekber Eşhüde en la ilâhe illallah Eşhüde en la ilâhe illallah Eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasululullah Eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasulullah Hayye alessalat, hayye alessalat Hayye alel-felâh Hayye alel-felah Kad kâmeti's-sâlatu Kad kameti's-sala Allahü ekber, Allahü ekber, La ilâhe illallah"
Hanefî hukukçularına göre kamet ezanın benzeridir Sözler yukarıdaki gibi ikişer kere tekrarlanır Yalnız sonuna "kadkami's-salah" (namaz başladı) cümlesi eklenir Ömrün sonuna kadar Bilâl Habeşi ile İbrahim en-Nehaî'nin kameti çift sözlerle okudukları, Emeviler devrinden itibaren, kamet'te ezandaki gibi iki kere tekrarlanan sözlerin hızlı okumayı sağlamak için bir'e indirildiği nakledilir (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadir, Mısır 1389/1970, I, 242-244) Hz Peygamber, Bilâl (ra)'e hitaben şöyle buyurmuştur: "Ezan okuduğun zaman ağır ağır oku Kamet getirdiğin zaman ise hızlı oku " (Tirmizi, Salât, 29)
Aynı zamanda sahih rivayetlerle Hz Peygamber'in, kâmet'te, ezandan farklı olarak çift okunan sözlerin tek yapılmasını emrettiği de nakletmiştir (bk Buhârî, Ezân, 3; İbn Mâce, Ezân, 6) Bu da Hanefiler dışında kalan diğer mezhep imamlarının tercih ettiği rivayetlerdir
Sabah ezanında tekrarlanan "es-Salatu hayrun mine'n-nevm (namaz uykudan daha hayırlıdır)" cümlesini, ilk olarak Bilâl (ra) Rasûlüllah (sas)'i uykudan uyandırmak için söylemiş, bu sözler hoşuna giden Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: Ey Bilâl, bu sözler güzel oldu Bu cümleni sabah ezanında da tekrarla" (İbnul Humam, age, I, 242, 243)
Kâmetin Türkçe anlamı şöyledir: "Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim, Allah'tan başka ilah olmadığına şehâdet ederim, Muhammed'in Allah'ın rasûlü olduğuna şehadet edelim Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet ederim Haydın namaza, Haydın namaza, Haydın kurtuluşa, Haydın kurtuluşa, Namaz başladı Namaz başladı, Allah en büyüktür, Allah en büyüktür Allah'tan başka ilah yoktur"
Beş vaktin farz namazlarında ve Cuma namazının farzında kamet getirilir Kaza namazında da bu böyledir Ancak Vitir, Teravih, Bayram, Cenâze ve Nâfile namazlarda kamet getirilmez Kamet erkeklere has bir sünnettir Kadınlar kamet getirmezler Kamet cemaatın müstehab olan sünnetlerindendir Kadınlar ve çocuklar bir arana gelerek namaz kılsalar bile kamet gerekmez Namazlarından bazısı kazaya kalan namazlarını peşipeşine kılabilir Bulunduğu yerden ayrılmadığı sürece tek kamet yeterli olur
Yolcu erkekler de yolculukları sırasında ezan okur, kamet getirirler Yolcu, ezan okumayabilir Ancak kamet getirmesi sünnettir
Mahalle camiinde yapılan kamet evler için geçerlidir Evde namaz kılan kişi kamet getirmese de olur Kamet getirirse daha iyidir
Kadınların, bunakların, cünüplerin kamet getirmeleri mekruhtur Abdestsiz kimselerin de ikamette bulunması mekruhtur Fakat bu gibi kimseler tarafından yapılan kametler iade edilmez
Ezan ağır okunur Fakat kamet hızlı yapılır Kamet ayakta yapılır Kamet getiren kişi kıbleye döner
Cemaatın kamet getiren müezzine uyması ve beraberce içinden kamet yetirmesi, "Hayye Alessalah, Hayye Alelfelah" denilirken de" La havle ve la kuvvete illa billah" diye icâbette bulunması müstehabdır
Kamet, vaktin değil namazın sünnetidir (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanayi', Beyrut 1402/1982, I, 148 vd; İbnu'l Humam age, I, 243 vd; el feteva'l Hindiyye, Beyrut 1400/1980, I, 55 57; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar İstanbul 1984, I, 388, 389 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAN ALDIRMA Günümüz tıp ilminde insanlardan başlıca üç maksatla kan alınır Muayene ve tahlil için, tedavi için ve başkasına nakletmek için

1 Muayene için: Duruma göre az veya çok miktarda kan alınabilir Az miktardaki kan parmak uçlarından veya kulak memesinden, bebeklerde ise topuklardan alınır Laboratuarda alyuvarları ve akyuvarları saymak, bunların biçimlerini, özelliklerini incelemek için parmağın ucunu delerek bir kaç damla kan almak yeterli olur Bazı hastalıklarda kanda şeker, üre, kolesterin gibi bir takım maddeler bulunup bulunmadığını araştırmak amacıyla biraz fazlaca kan almak gerekir Bu çokça kan kolun dirsek boşluğundaki toplardamarlardan alınır
2Tedavi için: Kan basıncı (tansiyon) yükselmesi, kanda birtakım zehirli maddelerin toplanması gibi durumlarda, hastanın iyileştirilmesi için, yine kolun dirsek boşluğundaki toplardamarlardan iğne ile veya bunlardan biri kesilerek istenildiği kadar kan alınır
3 Kan naklı için: Sağlam bir kimseden, hastaya veya yaralıya verilmek üzere, toplardamarlardan kalın bir iğneyle istenildiği kadar kan çekilir (bk "Kan naklı" maddesi)
Kan aldırma daha önceki yüzyıllarda ve bazen günümüzde hacamat yöntemiyle de yapılmaktadır Bazı hastalıkların tedavisi için, kanı deri üstünde bir yere çekip toplamak veya deriyi çizip biraz kan çıkarmak gerekir Bu işleme "hacamat" denir Hacamat için; şişe, çömlek, boynuz gibi aletler kullanılmıştır Diğer yandan sülük yapıştırmak yoluyla da kan emdirilir
Akciğerlere kan hücumu, bronşit, böbreğin, kalbin dış zarının iltihaplanması gibi hastalıklarda, bu yerlerdeki deri üstüne "kuru hacamat" yöntemi uygulanır Hacamat, şişe veya çömleğinin içindeki hava ateşle boşaltıldığı için, bu boşluğa rastlayan deri parçasına kan hücum ederek orasıönce kızarır, sonra morarır Bu işlem iki üç dakika kadar sürdürülür Bu usulle hacamat yapılan yerlerdeki kan, derinlerdeki organlardan deri üstüne çekilerek, iv organları kan hücumundan, az çok kurtarmak mümkün olur
Hacamatta ikinci yöntem "kanlı hacamat"tır Kuru hacamat sonunda kızaran moraran yerler, hacamat zembereği veya mikroptan arındırılmış tıraş bıçağı ile ezilir Buralardan kan akmaya başlar Bunlar pamukla silinerek, yeniden vantuz şişeleri kapatılır şişelerin vurulan yeri emmesi sonucunda kan, yavaş yavaş bunların içine dolar
Kanlı hacamat yöntemi, akciğerlere kan hücumu, zatürre, solunum yolundaki ağır iltihaplanmaları, ağrılar, kalbin dış zarının iltihaplanması, böbrek iltihabı gibi hastalıklarda başvuruları bir yöntemdir Diğer yandan görünürde hiçbir hastalığı olmadığı halde şişman ve kanlı insanlarda kan aldırmanın büyük faydası bulunduğu bilinmektedir
Günümüzün gelişen hekimliğinde çok etkili yeni ilaçlar ve kan alma yöntemleri uygulanmaktadır
Kan aldırma (hacamat) Hz Peygamberin üzerinde durduğu ve ümmetini teşvik ettiği bir konudur (bk ‚Hacamat" maddesi) Rasûlüllah (sas) bizzat kendisi de bir çok defalar kan aldırmıştır O'nun, kameri ayın onyedisinde, ondokuzunda ve yirmibirinde kan aldırdığı rivayet edilir (bk Tirmizi, Tıbb, 12; Ebû Dâvud, Tıbb, 5) Enes b Malık (ra)'ın naklettiğine göre, Hz Peygamber'in vücudunun kan aldırdığı yerler, boynun arka yanlarındaki iki damarla, iki omuz arasında kalan kısımdır (Ibn Mâce, Tıbb, 21) Ibn Abbas (ra), Rasûlüllah (sa)'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mirac gecesi, hangi melek topluluğuna rastladıysam onlar bana; "Ey Muhammed kan aldırmaya devam et ve ümmetine de bunu emret" diyorlardı" (Tirmizi, Tıbb, 12; Ibn Mâce, Tıbb, 20; Ahmed b Hanbel, Müsned, I, 354)
Kan aldırmanın şekli ve tıbbî yararları konusunda Allah'ın elçisi şöyle buyurmuştur: "Aç karınla kan aldırmak daha uygundur Bunda şifâ ve bereket vardır Diğer yandan kan aldırmak aklı ve hafızayı güçlendirir" (Ibn Mace, Tıbb, 22)
Ramazanda oruçlu iken ihtiyaç olduğundan kan aldırmak mümkün ve caizdir Ancak oruçludan kan alınması, vücudu zayıf düşürecek ve oruç tutmayı zorlaştıracaksa mekruh olur Hz Peygamber'in, oruçlu iken kan aldırdığı nakledildiği gibi, başkalarını oruçlu iken aldırmaktan nehyettiği de rivâyet edilmiştir (bk Buhârî, Tıbb, II, Savm, 32; Ebû Dâvud, Savm, 28, 29, 30; Tirmizî, Savm, 59, 61; Ibn Mâce, Sıyâm, 18; Ahmed b Hanbel, V, 363, 364, I, 248) Bu duruma göre zaruret olmadıkça Ramazan da, gece kan aldırmayı tercih etmek daha uygundur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAN DAVASI Akrabalık ilişkilerinin sıkı olduğu toplumlarda öç alma duygusundan kaynaklanan, misilleme biçimindeki karşılıklı cinayetlerle süren aile ve kabileler arası çatışma Hak arama sürecinin bulunmadığı, anlaşmazlıkların tarafları hoşnut edecek biçimde çözümlenmediği, hak ve adalet duygularının tatmin edilmediği hukuk sistemlerinde, bireyin hak ve adaleti kendi başına gerçekleştirme girişiminin bir sonucu olarak ortaya çıkar
Kan davası genellikle haksızlığa uğrayan taraftan bir kişinin, suçlunun işlediği suça uygun biçimde cezalandırılmaması durumunda, intikamını alma, onurunu kurtarma, hak ve adaleti gerçekleştirme girişimiyle başlar, karşı tarafın aynı gerekçelerle işlediği cinayetle sürer Kan davasının başlamasından sonra davaya taraf aile üyeleri güçlü bir dayanışma içine girerler işlenilen cinayetten aile üyelerinin her biri teker teker sorumlu tutulur Bu davalarda genellikle ailelerin erkek üyeleri hedef alınır, kadın ve çocuklara yönelik cinayetlere az rastlanır Fakat kan davasının aile sınırlarını aşarak aşiretler arası bir düşmanlığa dönüştüğü çevrelerde kadın ve çocukları da içine alan toplu cinayetler de görülebilir
Kan davası, Islam öncesi Arap toplumunda en yaygın adetlerden birisiydi Hak ve adaleti gerçekleştirecek bir hukuk ve toplum düzeninden yoksun olan cahiliye toplumunda kan davaları kabileler arası düşmanlık ve savaşların başlıca nedenleri arasında yer alıyordu Islâm câhiliye dönemine ait bir çok adetle birlikte kan davasını ortadan kaldırdı; getirdiği insan ve toplum anlayışı ile adalet düzeni ile toplumsal bir afet olan kan davasını ortaya çıkaran nedenleri yok etti
Islâm'a göre insan canı, malı, namusu, haysiyeti, tüm hak ve özgürlükleri ile dokunulmaz bir varlıktır Hiç kimse hukuk dışı bir gerekçe ile insanın maddi ve manevi varlığına tecavüz edemez, hak ve özgürlüklerini kısıtlayamaz Kaldı ki mü'minler bu tür davranışlar içine giremezler Çünkü mü'minler, inançları gereği kardeştirler, birbirlerine karşı Islâm'ın öngördüğü kurallar dışında davranamazlar Mü'minler bireysel ve toplumsal hayatlarında tam bir dayanışma ve yardımlaşma içinde bulunmak; Islâm'ın egemenliğini sağlamak yolunda ortaklaşa çaba harcamakla yükümlüdürler
Islâm, getirdiği emir ve yasaklar, ahlaki ve toplumsal kurallar, hukuk ve adalet sistemi ile toplum hayatını inanç ve adalet temeli üzerine oturtu Bu temeli zedeleyici davranışları yalnız bir hukuk ve ceza sorunu olarak değil, aynı zamanda bir inanç sorunu biçiminde tanımlayarak önlemler aldı, müeyyideler koydu Sözgelimi mü'minlerin temel niteliklerden birisi haksız yere bir insanı öldürmektir (el-isra, 17/33) Çünkü böyle bir davranış tüm insanları öldürmek gibi ağır bir suçtur (el-Maide, 5/32) Buna rağmen böyle bir suça yönelen kişi karşısında çeşitli müeyyideler bulur Bunların en önemlisi Ahiret hayatına ilişkin olandır Kim bir mü'mini haksız yere ve kasıtlı olarak öldürürse, sürekli olarak kalmak kalmak üzere Cehenneme atılacaktır Bu davranış Allah'ın gazabını, lanetini ve büyük bir azabı gerektirmektedir (en-Nisa, 4/92-93) Cinayetin dünyadaki karşılığı da, suçun misliyle cezalandırılması (kısas), eş deyişle öldürülmesidir (el-bakara, 2/178)
Suç ve ceza arasındaki bu denklik, adaletin tam ifadesidir Bu nedenle taraflardan birisine haksızlığa uğradığını düşünme imkanı vermez Bu yüzden de intikam alma, onur kurtarma, adaleti yerine getirme gibi herhangi bir dürtü devreye girerek insanları etkileyemez Burada taraflardan birisine, öldürülenin ailesine tanınan ikinci bir seçenek toplumsal barışın güçlendirilmesine yöneliktir Bu da katılın bağışlanmasıdır Ikinci seçeneğin devreye girmesi durumunda katılın ailesi, öldürülenin ailesine belli bir kan bedeli vermekle yükümlüdür Bu yükümlülük yerine getirildikten sonra aileler arasındaki düşmanlık başlamadan bitmiş, kardeşlik ve dostluk ilişkileri başlamış demektir Islâm'ın kısas hükmü, adaleti yerine getirerek kan davasının ortaya çıkmasına, dolayısıyla daha birçok insanın haksız yere öldürülmesine engel olduğu için "Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır; böylece korunursunuz" (el-Bakara, 2/179) buyurulmuştur Ikinci seçeneğin seçilerek suçlunun bağışlanması ise adaletten daha üstün bir erdemin ifadesidir ve düşmanlık duygularını sevgi ve dostluğa dönüştürür
Kan davası, Türkiye gibi Islam'ın adalet ve hukuk düzeninden ayrılan toplumlarda yeniden ortaya çıkmış ve büyük toplumsal zararlara yol açacak boyutlara ulaşmıştır Bunun başlıca nedeni suç ile ceza arasındaki niteliksel eşitsızlık ve cezanın adalet duygusunu tatmin etmekten uzak oluşudur Bir insanı haksız yere ve kasıtla öldüren bir kişinin bir-kaç yıl sonra ortalıkla dolaşması, ister istemez intikam duygularını harekete geçirmekte, insanları adaleti bireysel olarak gerçekleştirmeye itmektedir Katılın öldürülmesi ile başlayan kan davası, bütün önlemlere rağmen sona erdirilememektedir Sözgelimi Türk Ceza Kanunu'nun 450 maddeşinin 10 bendi kan gütme yoluyla cinayeti adam öldürme suçunun ağırlaştırıcı nedeni saymakta ve ölüm cezası getirmektedir Kan gütme âdetinin önlenmesi amacıyla çıkarılan 3236 sayılı kanunda kan davasına taraf olan ailelerin Bakanlar Kurulunca belirlenen yerlere zorunlu naklını öngören hükümler içermektedir Ne nar ki, olaya sonradan müdahale anlamı taşıyan bu önlemler kan davasının sürdürülmesine engel olamamaktadır Çünkü bütün bu önlemler adaletin yerine getirilmesini sağlamaya değil, adaletsiz bir uygulamanın sürdürülmesi amacına yönelik müeyyideler niteliği taşımaktadır
 
Üst Alt