K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAN NAKLİ

İslâm dini normal şartlar altında bazı yiyecek ve içecekleri haram kılmıştır Murdar ölmüş hayvan, domuz eti, kan, şarap gibi Zarûret hâli bulunmadıkça müslümanların bunları yemesi, içmesi veya damara zerk etmesi caiz olmaz Ancak açlık, susuzluk veya şiddetli hastalık gibi zarûret halleri bu gibi haramları mübah kılar Âyetlerde şöyle buyurulur:
"Şüphesiz Allah, size leşi, kanı, domuz elini, bir de Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı Bir kimse mecbur kalır, zaruret sınırını asmadan ve başkalarının hakkına tecavüz ermeden bunlardan yer ise, ona günah yoktur Şüphesiz ki, Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendi/ " (el-Bakara, 2/173)
"(Ey Nebi) de ki; "Bana vahyolunanlar arasında, yiyen bir kişinin yediği herhangi bir şeyin haram olduğuna dair bir hüküm bulamıyorum Ancak leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti-ki bunlar pistir- yahut doğru yoldan çıkarak, üzerine Allah'tan başkasının adı zikredilmek suretiyle kesilen hayvanların yenmesi haramdır" Kim zaruret içinde kalırsa, sınırı aşmamak ve başkasının hakkına tecavüz etmemek suretiyle bunlardan yiyebilir" (el-En'âm, 6/145; bk el-Mâide, 5/3; en-Nahl, 16/115; Kurtûbî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'an, II, 232, 275)
Câhiliye Arapları acıktıkları zaman ellerine bir bıçak veya keskin kemik gibi bir şey alıp hayvanı yaralar ve ondan akan kanı toplayıp içerlerdi İslâm kan içmeyi yasaklamıştır Çünkü kan hem pis hem de onun bir takım zararları vardır Mikropların taşınması, çoğalması ve gelişmesi için uygun bir ortam teşkil eden kan, diğer yandan dışarı atılması gereken birçok zehirli maddeleri ve idrar karışımını da taşır Hele bu, hastalıklı bir insan veya hayvan kanı olursa tehlike daha da büyür
Ancak kan, kanamalı bir hastaya, onu ölümden kurtarmak amacıyla verilirse bu caizdir Çünkü âyette, zaruret halinde yasağın kalkacağı açıkça iiade edilmiştir Hanefilere göre şifa vereceği kesin olarak bilinen haram yiyecek ve içeceklerle tedavi mümkün ve caizdir (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, I, 61) Şâfiîler bu konuda şarabı istisna ederek bunun tedavide kullanılamayacağı esasını benimsemişlerdir Dayandıkları delil Tarık b Süveyd'in Rasûlüllah (sas)'a; "Ben şarabı yalnız tedavi için üretiyorum" demesi üzerine, Allah Rasulünün ona: "O ilaç değildir, derttir" buyurmasıdır (Müslim, Sahîh, XIII, 152)
Son devrin fıkıh bilginleri, hastanın hayatının kurtulması buna bağlı ise, hasta veya yaralıya kan naklını câiz görmüşlerdir Hatta kanın, gayri müslimden bile alınabileceğini söylemişlerdir (Ahmed eş-Şîrbâsî, Yes'elûneke fi'd-Dinnî ve'l-Hayat, I, 606, 608)
İbn Âbidin, Nihâye isimli eserden naklen şöyle der: "Tehzîb isimli eserde hastanın idrar veya kan içmesi, murdar ölmüş hayvan eti yemesi, başka çare yoksa câizdir Bu da dindar ve mütehassıs bir doktorun; "ancak onu kullandığın zaman şifa bulursun" demesiyle olur (İbn Âbidîn, Reddü'lMuhtar, trc A Davudoğlu, İstanbul 1984, XI, 290, XV, 450) İslâm'daki bu kolaylık "Zarûretler haram olan şeyleri mübah kılar" prensibine dayanır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAN SATIŞI

İslâm hukukuna göre, yenilmesi, içilmesi ve kullanılması caiz olmayan şeylerin alım-satımı da câiz görülmemiştir Şarap, domuz eti ve murdar ölmüş hayvanın eti gibi Ancak bazı hayvan ve maddeler yeme-içme dışında, başka amaçlar için yararlanmaya elverişli ise, bu takdirde satış geçerli sayılmıştır Meselâ; köpek, pars ve yırtıcı hayvanların eti yenmediği halde, bunlardan bekçilik veya avcılık amacıyla yararlanmak mümkündür Bu yüzden satışları da caizdir
Diğer yandan sülüğün kan emdirmek için insanların ihtiyacının bulunması, yılanın ise ilâç yapımında kullanılması gibi amaçlarla satılması caiz görülmüştür Burada prensip, "meşru amaç için yararlanılabilir olma"dır
İnsan kanının durumuna gelince: savaş zamanlarında kan kaybeden yaralılara, normal zamanlarda ise, hastalık yüzünden kan verilmesi zaruri olan hastalara nakledilmek üzere kan vermek mümkün ve câizdir Çünkü zaman zaman vücutta biriken fazla kanıvermek, verenin sağlığına da yararlıdır Hz Peygamber ve Sahabiler kan aldırmışlardır (Sahîh-i Buhârî, Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Ankara 1984, VI, 216, 381, 412, XII, 75, 76, 81) Kan vermek, verenin sağlığına da yardımcı olduğu için, bunun "kan bağışı" şeklinde olması en güzeldir Ancak burada kan tedavi amacıyla kullanılacağı için ilaç veya gıda hükmündedir Durum böyle olunca belirli hasta veya hastalara kan veren kimse bunun rayiç bedelini alabilir
Çünkü artık burada kan, ilâç yapımı için satılabilen yararlanılır (müntefun bih) bir mal hükmüne girer (bk İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, Trc A Davudoğlu, X, 305, 345, 346, XV, 450, 451; el-Mevsilî, el-İhtiyâr, II, 10)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAPARO Alım ve satımdan vazgeçmeyi önlemek için verilen pay akçesi
Arapçaya başka dilden geçen arabûn veya urbân kelimesi kaparo anlamında kullanılır Ödünç vermek, öne geçmek, hediye vermek demektir Urbûn satışı bir terim olarak; bir malı satın alan kimsenin, satıcıya bedelden bir bölümünü, akit gerçekleşirse, bu verilen meblağın satış bedeline mahsup edilmek, gerçekleşmezse hibe (bağış) sayılmak üzere vermesidir Bu, kendisinde alıcı için seçimlik hak bulunan bir satım akdidir Akit gerçekleşirse kaparo, satış bedelinden bir cüz olur Eğer alıcı, akdi yapmaktan vazgeçerse, kaparoyu kaybedecektir Burada muhayyerlik süresi belirlenmemişse, bir zamanla sınırlı değildir Akit, satıcı bakımından ise bağlayıcıdır Hanbelîlere göre, alıcının muhayyerlik hakkıiçin belli bir süre tesbit edilmesi gereklidır
Islâm hukukçularının çoğunluğuna göre verilen kaparo yanmak üzere yapılacak satım akdi sahih değildir Hanefilere göre bu akit fasit, diğerlerine göre ise batıldır Zira Hz Peygamber kaparolu satışı yasaklamıştır Ancak bu konudaki hadislerin zayıf olduğu belirlenmiştir (eş-şevkânî, Neylü'l Ivtâr, V, 153; Mâlik, el-Muvatta', II, 151) Yasağın sebebi; garar, risk, başkasının malınıivazsız olarak yeme, yani sebepsiz zenginleşme ve akitte iki fasit şartın bulunmasıdır Bu şartlar dan birisi hibe şartı, ikincisi alıcı akde razı olmazsa, satıştan vazgeçme şartıdır (eş-şevkânî, age, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 161)
Ahmed b Hanbel kaparolu satışı câiz görür Delil hadistir Zeyd b Eslem'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlüllah (sas)'a kaparolu satışın hükmü sorulmuş, o, bunu helâl kılmıştır" Bu hadiste senedi bakımından tenkit edilmiştir (es-Şevkânî, age, V, 153) Nâfi' b Abdilhâsis, Halife Ömer için Safvân'dan dörtbin dirheme cezaevi olarak kullanılmak üzere Mekke'de bir bina satın alacaktı Ancak Hz Ömer'le görüşecek; o razı olursa, akit kesinleşecek, Ömer razı olmazsa, Safvân'a dörtyüz dirhem tazminat verilecekti, Hz Ömer'e danışılınca o, bu şartı kabul etti (Ibnü'l-Kayyim, I'lâmü'l-Muvâkkiîn, III, 401)
Günümüz ticaret işlemlerinde, zaman kazanmak, düşünmek, araştırmak, malın başkasına satılmasına engel olmak gibi amaçlarla, bir miktar kaparo verilerek satıcı ile ön bağlantı yapılmaktadır Akit gerçekleşirse kaparonun satış bedeline mahsup edilmesi gerekir Alıcı, sözleşmeden vazgeçerse kaparonun geri iade edilmesi en güzelıdır Eğer sözleşmede, satış gerçekleşmezse kaparonun geri verilmeyeceği belirlenmişse; bu cezâi şart niteliğindedir Satıcı, bekleme ve malınıbaşkasına satmama karşılığında böyle bir tazminatı istemektedir Kâdi Şurayh, şu sözüyle kaparolu satışı câiz gördüğünü belirtmiştir: "Bir kimse, zorlama olmaksızın kendi isteğiyle kendi aleyhine bir şart koysa, bu onun aleyhine sâbit olur" (Ibnü'l-Kayyim, age, III, 400; ez-zühâylî, el-Fıkhü'l-Islâmî ve Edilletüh, Dımaşk 1985, IV, 211)
Kaparolu satışın lehinde ve aleyhinde hadisler zayıf olduğuna göre, örf deliline dayanarak, bu çeşit satışları geçerli kılmak mümkündür Çünkü satım akdi gerçekleştiği taktirde alıcının bunda yararı vardır Sözleşme ifa edilmezse, bekleme ve malı başkasına satmama yüzünden de satıcının zararı söz konusudur Bunu, kaparolu satışı fasit akit saydığı düşünülürse, taraflar akit gerçekleşmeyince verdiklerini geri alabileceklerdir Ancak kaparo karşılıklı rıza ile geri alınmamış bulunursa, fasit akit hükümleri uygulanır (bk Fasit akit)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAPARO ALMAK DİNİMİZCE CAİZ MİDİR?
Türkçede pey ya da pey akçesi; Arapçada; arabön, urbon, urbân, arbön, arbon olarak bilinir Asıl Arapça'da "teslîf' ya da "takdim" olmalıdır Müşterinin satın alma konusunda anlaştıkları bir şey karşılığında satıcıya önceden bir şey vermesi demektir Öyle ki, eğer aralannda bu satış gerçekleşirse verdiği şey fiyata hesab edilir, gerçekleşmezse müşteri bunu satıcıya hibe etmiş olur, geri alamaz Yani kaparo, ‚satıcının değil, müşterinin muhayyer olduğu bir satıştır ve muhayyerliğin süresi belli değildir: (krs Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'1-Islâmi, IV/448; Dr Fethi LASIN, Bey'ul-Arbon, El-Iktisadü'1-Islâini d (81) 44 Fethi LASIN arbonu ayrıca; satış gerçekleştigi takdirde fiyata mahsub edilmek, gerçekleşmediği takdirde iade edilmek üzere alıcının satıcıya önceden verdiği meblağ diye tarif eder ki, bunu kaparo olarak değerlendirmenin anlamı yoktur Çünkü bu ittifakla caiz olan bir şeydir agk 44)
Bu tür bir satış fukaha çoğunluğu (Cumhur)'na göre batıl, Hanefilere göre de fasittir Çünkü çok sahih olmayan bir hadisde Râsulüllah Efendimiz (sav)'in arbon satışını yasakladığı nakledilir(Ebu Davud, Buyû' 67; Ibn Mâce, ticarât 22; Muvattâ, Buyû' 1) Çünkü bu satış meçhûliyetten kaynaklanan aldanma (garar, muhatara) ihtiva etmekte ve başkasının malını ivazsız yeme anlamı taşımaktadır Ayrıca bunda iki fasit şart vardır: Biri hibe şartı, diğeri, bunu kabul etmemesi halinde geri verme şartı Bu ise satana bir şeyi ivazsız olarak şart koşmak demek olur ki, sahih değildir(Ez-Zuhayli, age IV/449) Sahabe ve tabiî'nin cumhuru da aynı şeyi söylemişlerdir(Lâsin, agm s 44)
Ahmed b Hanbel'e göre ise kaparolu satışta bir beis yoktur Çünkü (zayıf) bir hadiste Rasulüllah (sav)'a satışta urban sorulmuş ve o da helâl olduğunu söylemiştir(Hadis'i Abdurrezâk, Musannefinde rivayet etmişti bk Sevkâni, Neylû'1-Evtâr, V/173) Ayrıca Nâfi' b Abdi'1-Haris, Ömer efendimiz için, halifeligi döneminde, Safvân b Ümeyye'den dörtbin dirheme bir hapishane satın almış ve Ömer'in kabul etmemesi halinde Safvân'a dörtyüz dirhem verilmesinde anlaşmışlardır(Ez-Zuhayli, age IV/449-50; Lâsin, agm s 44) Ama bunun Nâfi'in Ömer'e sormadan yaptığı bir uygulama olduğu gerekçesiyle delil olamayacağı söylenmiştir(agk) Hadis ise zayıftır
Kaparo ile yapılan satış gerçekleşip kesinlestikten sonra her ne kadar başlangıçta fasit olsa dahi-fesat ortadan kalktığı ve kaparo fiyata mahsup edildiği için akit sahih hale gelmiştir, denilmektedir(Lâsin, agm s 46) Çünkü artık başkasının malını ivazsız yeme gibi bir durum ortada kalmamıştır Hanbelilerin caiz gördüklerinin de bu olduğu söylenmektedir Yoksa Senhûif'nin Mesadıru'1-Hak'da sandığı gibi, onlar bidayetteki şartı kabul etmiş değillerdir
Düşünülen satış akdi gerçekleşmezse kaparo alanın onu geri vermesi gerekir, yemesi haramdır(Bu konuda ayrıca bk Ibn Rüşd, Bidayetü'1-Müctehid, N/161 Sevkânî, Neylü'1-Evtar V/173; Ibn Kudâme, el-Mugnî, IV/256)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAPARO VERMEK VE ALMAK CAİZ MİDİR?
Kaparo yani adamın biri bir şey satın alıp bedelin bir kısmını peşin olarak verir Şayet akd tamam olursa verilen miktar bedelden mahsup edilecektir (hesaplanacaktır) Akd tamam olmaz müşteri geri dönerse satıcıya hibe olarak kalacaktır İslam hukukçularının çoğuna göre böyle bir alış veriş caiz değildir Peygamber (sav) bunu yasaklamamıştır (İbn Mace) Ahmed bin Hanbel'e göre ise böyle bir alış-veriş caizdir Çünkü Nafi bin Abdulharis (ra) cezaevi olmak üzere Sefvan bin Ümeyye'den dörtbin dirhem mukabilinde bir ev aldı Hazret-i Ömer (ra) onu beğenirse akd tamamdır Yoksa Sefvan için dörtyüz dirhem olacaktır, diye şart koşmuştur (Fıkhu'l-Sünne)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KÂR

Bir malı satarken, alış fiyatına veya mâliyeti üzerine eklenen fazlalık
Arapça karşılığı ribâ olup, sözlükte, mastar anlamı; kazanmak, kâr etmek demektir Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde kullanılmıştır: "Onlar, doğruluğa karşılık sapıklığı satın aldılar Fakat bu ticaretleri onlara kâr getirmedi" (el-Bakara, 2/16)
Alış-Veriş genellikle kâr sağlamak veya ihtiyacı karşılamak amacıyla yapılır Ticaret meşrû olunca, kâr elde etmenin de meşrû olması tabiîdir
Çünkü kâr, mal mübadeleşinin semeresi olup, onsuz ekonomik bir hayat düşünülemez Bu yüzden İslâm hukuku kârı yasaklamamıştır Âyet ve Hadislerde ticaret ve kazançtan genel olarak söz edilmiş ve ekonomik hayatın belirli ölçülere uyularak, kendi tabiî kuralları içinde yürümesi amaçlanmıştır Kârın tabiî ve ahlâkı ölçüler içinde oluşması esas alınmıştır Bu prensibin bir gereği olarak alış-verişlerde çeşitli mallara yüzde hesabıyla bir kâr haddi belirlenmemiştir Genel olarak, arz ve talep kanunlarına bağlı serbest rekabet esasları içinde kendiliğinden oluşacak fiyatlar ölçü alınır Ancak bu prensibi korumak ve insanların temel ihtiyaçlarının istismarını önlemek için, bir takım tedbirler öngörülmüştür Ribanın yasaklanması, karşılıksız kazanç yollarının kapatılması ve gerektiğinde narha başvurulması bunlar arasında sayılabilir
Alış-verişlerde yalan, hile, aldatma, satılan şeyin ayıbını gizleme veya onu mevcut olmayan vasıflarla övme yasaklanmış, açık, gerçekçi ve ma'kul ölçüler geliştirilmiştir Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram yollarla yemeyiniz Ancak karşılıklı rızaya dayanan, meşrû bir ticaret yoluyla olması durumu müstesnadır" (en-Nisâ, 4/29); "Allah alış-verişi helâl, ribayı ise haram kılmıştır" (el-Bakara, 2/275)
Kâr durumuna göre satım akdi şu kısımlara ayrılır:
a) Pazarlıkla (müsavemeli) satış:
Tarafların üzerinde ları bir satış bedeli ile, malı mübâdele etmeleri Burada alış fiyatı veya mâliyet açıklanmadan satış bedeli belirlenir Pazarlık bu fiyat üzerinden yapılır İslâm hukukunda satış (bey') denilince daha çok bu çeşit alış-verişler akla gelir İslâm bilginlerince, yanılma ve yalan karışma ihtimali az olduğu için müsâvemeli satış şekli tavsiye edilir Alıcıya net kâr miktarı açıklanmaz Fakat satış bedelinin içinde kâr da dahildir Akde yalan, hile ve aldatma karışır, fiyat da fâhiş gabin ölçüsünde yüksek olursa, akdi aşırı yararlanma sebebiyle feshetmek mümkündür Böyle bir durum yoksa, tarafların karşılıklı rıza sonucu ları bedelin miktarına müdahale edilmez (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sânâyi V, 134; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, IV, 159; Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmi Yaklaşımlar, İstanbul 1988, s 88, 89)
b) Murâbahalı satış: Alış fiyatı veya mâliyet üzerine belirli bir kâr ekleyerek yapılan satış "Bu malın alış fiyatı veya mâliyeti yüzbin liradır Yirmibin veya yüzde yirmi kârla satıyorum" demek gibi Murâbahalı satışta, alış fiyatının veya mâliyetin ve kâr miktar veya yüzdeşinin müşteriye açıklanması gerekir Bu, ana paranın mislî yanı ölçü, tartı veya standart olup sayıyla alınıp satılan şeylerden olmasını gerektirir Ribâ (faiz) cereyan eden mislî mallar kendi cinsleriyle murâbahalı olarak mübâdele edilemez Yüz gram altını, yüz yirmi gram altınla veya yüz kg buğdayı yüz yirmi kg buğdayla mübâdele etmek gibi Aksi halde fazlalıklar ribâ (faiz) olur Ancak cinsler değişik olursa kârlı satılabilir İki ton arpa karşılığında aldığımız bir ton buğday, iki buçuk ton arpayla mübâdele edilirse, yarım ton arpa, kâr olur (es-Serâhsî, el-Mebsût, XIII, 82, 89; el-Kâsânî, age, V, 221)
c) Tevliye: Alış fiyatı üzerinden, hiç kâr eklemeksizin satış yapmak demektir Buna, başa baş satış yapmak da denir Ancak, mâliyeti etkileyecek bir takım masraflar yapılmışsa ticaret örfüne göre bunlar eklenir Bu takdirde satış yine kârsız ve mâliyet üzerinden yapılmış olur Tevliyede, murâbahalı ve zararına (vazîa) satışlar gibi güvene dayanan bir satış şeklidir Alıcı verilen bilgilere güvenerek akit yapar Bu yüzden verilen bu bilgilerin doğru olması gerekir Aksi halde alıcı için daha sonra akdi bozma veya aldanma miktarını satış bedelinden düşürme gibi haklar doğar
Hz Peygamber Medîne'ye hicret etmek isteyince, Ebû Bekir (ra) iki tane deve satın aldı Rasûlüllah (sas) O'na şöyle dedi: "Bu iki deveden birisini bana aldığın fiyatla devret " Hz Ebû Bekir bedelsiz vermek isteyince, Hz Peygamber bunu kabul etmedi Kârsız satış çeşitli amaçlarla yapılabilir Malı elinden çıkarma isteği, nakit para sıkıntısı, malın moda veya mevsiminin geçmek üzere olması, alıcıya yardım etmek, müşteri tutmak ve benzeri düşünceler bunlar arasında sayılabilir
d) Vazîa (zararına satış): Alış fiyatının veya mâliyetin altında bir fiyatla satış yapmak Bir kimse, malını belirli bir kârla satabileceği gibi, hiç kârsız hatta zararına da satabilir Zararına satış da çeşitli amaçlarla yapılır Alıcıya yardımda bulunma, malı bir an önce paraya çevirme ve müşteriyi işyerine alıştırma bunlar arasında zikredilebilir Ancak satıcının sıkışık durumundan, samimiyetinden veya malın gerçek değerini bilmeyişinden yararlanarak iman değerinin çok altında bir fiyatla satın almaktan sakınmak gerekir Sahabe devrinde, alışverişlerde dürüst hareket edildiği, hile ve hud'a yoluna sapılmadığı, o devre ait çeşitli uygulamalardan anlaşılmaktadır Ashab-ı kirâmdan Cerir b Abdillah el-Becelî (ö 51/671) birisinden bir at satın almak ister Satıcı atı 500 dirheme verebileceğini söyler Cerir: "Bu at daha fazla eder, şu anda 600 dirhem veririm, fiyatı 800 dirheme kadar da arttırabilirim" dedi Satıcı: "Atım cidden bu kadar değerli midir?" diye sorunca da; "At, belki 800 dirhemden de fazla edebilir, fakat ben daha fazla veremem" diye cevap verir Bu sırada çevrede bulunanlar Cerîr'e şöyle derler: "Atı 500 dirheme satın alman mümkün iken fiyatı niçin bu kadar yükselttin?" Cerîr şu cevabı verir; "Biz, alış-verişlerimizde hile yapmayacağımız hususunda Allah'ın Rasûlüne söz verdik" (İbn Hazm, el-Mûhallâ, Mısır 1389, IX, s 454 vd)
Bir satım akdinde kâr miktarını belirleyebilmek için her şeyden önce malın ilk alış fiyatı veya kıymet arttırıcı harcamalar gerektirmeyen mallarda kâr, doğrudan doğruya alış fiyatının üzerine eklenir Alış fiyatına anapara (re'sü'l-mâl) denir Bu, ilk alıcının akitle ödemeyi üstlendiği bedeldir Başka bir deyimle, mala kendisiyle mâlik olunan ve akitle gerekli olan bedeldir Akitten sonra, satış bedeli yerine başka bir bedel üzerinde sözleşme yapılsa, bu yeni bedel anapara sayılmaz Kârlı (murâbahalı) başa baş (Tevliye) ve zararına (vazia) satışlarda anapara veya mâliyet asıldır Klâsik İslâm hukuku kaynaklarında bir malın üretim ve dolaşım safhası, mâliyet bakımından bir tutulmuş ve ayrı olarak ele alınmamıştır Hanefîlerde, mâliyete eklenip eklenmeyecek harcamaların belirlenmesinde örfe ağırlık verilmiştir Bu konuda temel prensip, malın kendisinde veya kıymetinde artış meydana getirme niteliğinde olan harcamaların alış fiyatına eklenmesi, bu niteliği taşımayanların ise eklenmemesidir Meselâ, nakliye, dikiş, cilâlama, boyama gibi, malda artış sağlayan masraflar eklenebilecek, mal sahibinin (ilk alıcı) malın alımı, nakli ve pazarlaması sırasında kendi şahsı veya aile fertleri için yaptığı yeme, içme, yatıp kalkma masraflarıyla, çoban, bekçi, doktor veya veteriner masrafları eklenerek masraflar arasındadır (es-Serahsî, el-Mebsût, XIII, 80, 91; el-Kâsânî, age, V, 223; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, III, 162; ibn Âbidin, Reddu'l-Muhtâr, IV, 155; Ali Haydar, Düraru'l-Hukkâm, I, 598; Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s 103, 113)
İslâm hukukunda net maliyet hesabı, güvene dayanan bir satış niteliğindeki murâbaha, tevliye ve vazîa satışlarında gereklidir Satıcı kendi alış fiyatım müşteriye açıklamaksızın, belirleyeceği bir satış bedeliyle malını satabilir Hatta mala, piyasadaki rayiç fiyatlarını ölçü alarak, yeni bir kıymet koyup, bu yeni değer üzerinde bir kâr ilavesiyle satış yapmak da mümkündür Yeter ki, alıcıyı yanıltacak ve onu etki altında bırakacak yanlış bilgiler verilmesin Kârın meşrû olması için, satıcının iyi niyet kurallarından ayrılmaması ve alıcıya doğru bilgiler vermesi gerekir Aksi halde gabin hali söz konusu olabilir ve alıcı lehine bazı haklar doğar (bk Gabin mad)
İslâm'da, çeşitli mallara yüzde üzerinden belirli kâr haddi uygulaması getirilseydi ekonomik hayat zorluklarla karşılaşırdı Çünkü kâr miktarını dondurmak, o malın alış fiyatını veya mâliyetini tam olarak bilmeyi gerektirir Bu ise her zaman net olarak hesaplanamaz ve akde hile karışabilir Diğer yandan aynı cins ve kalitedeki malın mâliyeti tüccardan tüccara değişir Sermayesi geniş olan kimse, peşin para ile çok mal satın alır, kendi araçları ile nakleder; dükkânı kendi yeridir, kira ödemez Bütün bu nedenlerle malı ucuza mâl eder Diğer bir tüccarda bu imkânlar olmadığı için, mâliyeti yüksek olabilir Üretimdeki mâliyetler çok daha değişik etkenler yüzünden farklı olur Aynı cins ve miktarda bir çok malın mâliyetleri farklı olunca, yüzde kâr ilâvesiyle oluşacak satış bedelleri de farklı olacaktır Böyle bir piyasada ucuz fiyata satanlar alıcı bulur Mâliyeti yüksek olduğu için pahalı satmak zorunda kalanlara, diğerlerinin elinde mal biterse, satış sırası gelecektir İşte bu ve benzeri sakıncalar yüzünden, Allah Rasulü piyasa fiyatlarına müdahale etmesi için kendisine başvuran Sahâbilere şöyle buyurdu: "Şüphe yok ki, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah'tır Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde, Rabbine kavuşmak istemem" (Ebû Dâvud, Bûyû', 49; Tirmizî, Bûyû', 73; ibn Mâce, Ticârât, 27; Ahmed b Hanbel, Müsned, II, 327, III, 85, 106, 286)
Sonuç olarak İslâm'da sağlam bir ticaret ahlâkının oluşması amaçlanmıştır Alış-verişe hile, hud'a, yalanın karıştırılması yasaklanmış, temel ihtiyaç maddelerini günün rayiç bedeli ile satanların sadaka sevabı kazanacakları belirtilmiş ve tüccarların bununla bir toplum hizmeti yaptıklarına işaret edilmiştir Ancak iyi niyetin yeterli olmadığı devirlerde esnaf ve tüccarı serbest ve kontrolsüz bırakmak temel ihtiyaçların sömürülmesine yol açar Üretim, dağıtım ve para gücünün kötüye kullanılmaması için devletin gerekli tedbirleri alarak üretici ve tüketiciyi koruması arz ve talep dengesini sağlama gerekir Bunun sonucunda üretici ve dağıtıcıya az gelmeyecek, alıcıda çok görünmeyecek bir piyasa fiyatı oluşur İşte bu fiyatın içinde yer alan, İslâm'da miktar ve oranı belirlenmemiş bulunan kâr meşrû sayılır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KÂR AÇISININ ALIŞ-VERİŞ ŞEKİLLERİ

1-Müsaveme: Satıcının, malı alış fiyatını ve kârın miktarını söylemeden satmasıdır Serbest pazarlık suretiyle yapılan bir satıştır Ekseriya satışlar böyledir Daha önce de belirttiğimiz gibi bunda kârın fâhiş miktarda olmaması gerekir
2-Murabaha: Satıcının, maliyet fiyatını, kâr miktarını belirterek satmasıdır Meselâ: satıcının "bu malı, 1000 liraya aldım, 100 lira kâr ederek 1100 liraya sana sattım" demesi gibi Bunda satıcının yalan söylememesi gerekir Bu tür bir alış-verişte satıcının yalanı anlaşıldığında, yalan söylenilen miktar müşteri tarafından geri istenebilir
3-Tevliye: Maliyet fiyatına kârsız satıştır, belirli bir kârla veya kârsız satışlarda müşteri, satıcının yalan söylediğini anlarsa-yukarıda kısmen değindiğimiz gibi- alış-verişi bozabilir
4-Vâzia: Maliyetten aşağısına, zararına satıştır Günümüzde bilhassa mevsim sonlarında ve dükkân tasfiyelerinde başvurulan bir satış şeklidir Satıcının beyan ettiği fiyatlarda yalancı olmaması gerekir Eğer yalan meydana çıkarsa alıcı fazla miktarı satıcıdan talep edebilir
Muhayyer alış-verişler: Alıcı veya satıcı, satışın gerçekleşmesini bazı şartlara bağlayabilirler Böyle alışverişlere muhayyer satış denir Muhayyerliği şart koşan, şartlar gerçekleşmeyince alış-verişi bozabilir Peygamberimiz böyle alış-verişler hakkında şöyle buyurur: "Alıcı ve satıcı alış-veriş yaptıklarında, birbirlerinden ayrılıncaya kadar pazarlıktan dönmekte muhayyerdir, veya alış-verişleri muhayyerdir Eğer alış-verişlerinde muhayyerlik varsa alış-veriş (muhayyerlik şartları ile) gerçekleşmiş olur"
(Müslim, Büyû, 10) Alıcı ve satıcı için üç gün muhayyerlik müddeti tanınmıştır Imam-ı A'zama göre alışverişte muhayyerliği şart koşanlar üç gün içinde bu alış-verişten cayma hakkına sahiptirler Bu müddetin sona ermesinden sonra alış-verişten cayma hakkı kalmaz
Satıcı muhayyerliği şart koşmuşsa satılan mal onun mülkiyetinde kalır Üç gün içinde bu mal alıcının elinde helâk olursa onu tazmin eder; yani bedelini satıcıya vermek zorundadır Ancak alıcı muhayyerlik şartı ileri sürerse söz konusu mal satıcının mülkiyetinden çıkmıştır Üç gün içinde alıcı vazgeçerse malı iade eder Fakat bu üç gün içinde alıcının elindeki mal yok olursa satış bedeli alıcı tarafından mal sahibine ödenir Bu duruma göre muhayyerliği şart koşan taraf bu müddet içinde alış-verişi bozabilir veya geçerli kılabilir
Bir kimsenin, görmediği bir malı satın alması caizdir Buna göre malı gördüğü zaman muhayyerlik hakkına sahip olur Malı gördüğünde isterse kabullenir, isterse malı geri çevirir Malın bedeli olarak önceden konuşulmuş olan fiyat geçerlidir Alıcı bu fiyatı kabullenir Malı görmeden aldığını ve razı olduğunu söylese bile, malı gördüğünde isterse geri verebilir
Satıcı ise, kendisine ait olup da görmediği bir malı sattığında muhayyerlik hakkına sahip değildir Yani sattıktan sonra malını görüp de pişman olursa bu satıştan dönemez
Satılan malların tümünün görülmesi şart değildir Numûnesinin görülmesi yeterlidir Ancak malın geri kalan kısmı numûnenin aynı olmalıdır Buna göre malı görmeden satın alan kimsenin bu malı kabullenmesi veya geri vermesi hususunda muhayyerdir Zîra aldanması söz konusu olabileceğinden dolayı bu muhayyerlik hakkı müşteriye verilmiştir
Bir müşteri satın aldığı malı bir kusurunu görse satın alıp almama konusunda muhayyerdir Isterse bedeli karşılığında alır, isterse malı geri verir Malın belirli bir özellikte olduğu söylenirse, o özellik bulunmayınca satış bozulabilir Meselâ onbeş kilo süt vermesi şartıyla satın alınan bir inek daha az süt verirse alıcı bu satışı bozabilir
Birkaç mala ayrı ayrı fiyat biçilip müşterinin bunlardan birini tercih etmekte muhayyer olması
Malın değerini düşüren bir ayıp veya kusur olursa alıcı muhayyer olur
Alınan bir kumaşın defolu olması gibi Ama müşteri bir maldaki kusuru görerek ve bilerek alırsa bu durumda alıcının muhayyerliği olmaz Ancak satın aldığı kumaşın değerini yükseltecek şekilde boyasa, dikse ve ondan sonra kusurunu görse bundan dolayı ortaya çıkan değer eksikliğini satıcıdan alma hakkına sahiptir Satıcı böyle bir işlemden geçen malı satış bedeli ile geriye almak isterse bu hakka sahip değildir; malı artık geri alamaz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KÂR ORANI ŞARTLARA GÖRE DEĞİŞİR

Fakat bu, her şeyden önce vicdan işidir Çünkü müslüman, kardeşini aldatmaz, ona ihanet etmez, onu kendisi gibi düşünür Yani satacağı malı almak istediğinde, ona ihtiyacı olduğunda, kendisine kaça veya hangi şartlarda satılmasını istiyorsa başkasına da öyle satar Islâmiyet belirli bir kâr haddi koymamıştır derken, bundan, hiç müdâhale edilemez manası çıkarılamaz Devlet lüzum gördüğünde malların cinsine göre belirli kâr hadleri (narh) koyar; buna uymayanları da cezalandırır

__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KARDEŞ KARISI VE MAHREMLİK Kişinin ağabeyisinin hanımı mahremlik konusunda kızkardeşi gibi midir?
Ağabeyin hanımı hiçbir bakımdan kızkardeşe benzemez; namahremdir Kaynı onun elini öpemez, seferi olacak kadar yola, yanlarında başkası yokken beraberinde çıkamaz, kapalı bir yerde başbaşa (halvet) kalamaz Yenge kaynmn yanında, ancak başkaları varken ve tesettüre tam riayet ederek, yani en azından göğüsleriyle beraber omuzlarını örten bir başörtüsüyle oturabilir Kadının erkekten sakınması gerektiren sebepler kayında fazlasıyla vardır Bu yüzden Allah Rasûlü : "Kadın, kaynı gibilerle de mi başbaşa kalamaz?" diye soran bir sahâbiye "Bu ise ölüm demektir" ( Buhârî, nikâh 111; Müslim, selâm 20; Tirmizî, radâ' 16; Dârimî, isti'zân;14 Müsned IV/149, Î53) diye buyurmuştur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KARDEŞE FİTRE VE ZEKÂT Henüz kendisinden ayrılmamış kardeşine kişi zekât ve fître verebilir mi? Babalarından kalan mirasin henüz taksim edilmemiş olması ,bir şey değiştirir mi? Keza bir baba evli kızına zekât verebilir mi?
Verebilir Hattâ kardeşi zekât alabilecek durumda ise, herkesten önce ona vermesi gerekir Çünkü zekât vermeye en yakından başlamalıdır Zekât veremeyeceği yakınları, üstü ve altıdır Yani anası-Babası ve onlardan yukarısı ile çocukları ve onların devamıdır Ayrıca koca karısına zekât veremeyeceği gibi, sâhih görüşe göre, karı da kocasına zekât veremez (72 Bk Mavsilî I/157; Nemenkûnî I/272) Sadaka-i fitir da zekatın verildiği yerlere verilir Baba mirasi henüz taksim edilmemişse, kime ne düşeceği hesaplanır Sonuç olarak zekât alabilme durumundan kurtulamayanlara yine zekât olarak verilebilir Baba evli olan kızına zekât veremez; ancak damadına verebilir (73 Bu konuda daha geniş bilgi için bk ibn Hümam N/270)
Bilezige Zekât
Yedi bileziği bulunan, ama evleri eşyaları olmayan ve bir maaşla kıt-kanaat geçinen bir kadının zekât vermesi gerekir mi?
Altınların toplam ağırlığı yakIasik 85 gr kadar ya da daha fazla ise, borcu yoksa, kıt kanaat yaşamalarına rağmen, altınları bozdurmayıp, tam bir yıl (365 gün) altınları elinde bulundurmuşlarsa, başka bir şeyi olmasa dahi zekatlarını vermesi gerekir
__________________
 
Üst Alt