Lemeât

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ruh, vücud-u haricî giydirilmiş bir kanundur
Ruh bir nurânî kanundur, vücud-u haricî giymiş bir nâmustur, şuuru başına takmış.
Bu mevcud ruh, şu mâkul kanuna olmuş iki kardeş, iki yoldaş.
Sabit ve hem dâim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi hem âlem-i emr, hem irâde vasfından gelir.
Kudret vücud-u hissî giydirir, şuuru başına takar, bir seyyâle-i latîfeyi o cevhere sadef eder.
Eğer envadaki kanunlara kudret-i Hâlık vücud-u haricî giydirirse, herbiri bir ruh olur.
Ger vücudu ruh çıkarsa, başından şuuru indirirse, yine lâyemut kanun olur.


Hayatsız vücud adem gibidir
Ziyâ ile hayatın herbiri mevcudâtın birer keşşafıdır. Bak; nur-u hayat olmazsa,
Vücud ademâlûddur, belki adem gibidir. Evet, garip, yetimdir hayatsız ger kamerse.


Hayat sebebiyle karınca küreden büyük olur
Ger mîzanü'l-vücudla karıncayı tartarsan, onda çıkan kâinat küremize sıkışmaz.
Bence küre hayvandır. Başkaların zannınca meyyit olan küreyi ger getirip koyarsan,
Karıncanın karşısına, o zîşuur başının nısfı bile olamaz.


Nasrâniyet İslâmiyete teslim olacak
Nasrâniyet ya intifâ, ya ıstıfâ bulacak. İslâma karşı teslim olup terk-i silâh edecek.
Mükerreren yırtıldı, Purutluğa tâ geldi. Purutlukta görmedi ona salâh verecek.
Perde yine yırtıldı, mutlak dalâle düştü. Bir kısmı lâkin bâzı yakınlaştı tevhide; onda felâh görecek.
Hazırlanır şimdiden, Haşiye yırtılmaya başlıyor. Sönmezse, safvet bulup İslâma mal olacak.
Bu bir sırr-ı azîmdir. Ona remz ve işaret: Fahr-i Rüsûl demiştir: "İsâ, Şer'im ile amel edip ümmetimden olacak."
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Tebeî nazar, muhâli mümkün görür
Meşhurdur ki, îydin hilâline bakardı cemaat-i kesîre. Kimse birşey görmedi.
Zevâlî bir ihtiyar yemin etti ki, "Gördüm." Halbuki gördüğü, kirpiğinin takavvüs etmiş beyaz bir kılı idi.
O kıl oldu onun hilâli. O mukavves kıl nerede, hilâl olmuş kamer nerede? Ger anladın şu remzi,
Zerrâttaki harekât, kirpik-i aklın olmuş, birer kıl-ı zulmettar, kör etmiş maddî gözü.
Teşkil-i cümle enva fâilini göremez, düşer başına dalâl.
O hareket nerede, Nazzâm-ı Kevn nerede? Onu ona vehmetmek, muhâl ender muhâl!


Kur'ân ayna ister, vekil istemez
Ümmetteki cumhuru, hem avâmın umumu, bürhandan ziyâde, mehazdaki kudsiyet şevk-i itaat verir, sevk eder imtisâle.
Şeriat, yüzde doksanı müsellemât-ı şer'î, zarûriyât-ı dinî birer elmas sütundur.
İçtihadî, hilâfî, fer'î olan mesâil, yüzde ancak on olur. Doksan elmas sütunu, on altının sahibi
Kesesine koyamaz, ona tâbi kılamaz. Elmasların mâdeni, Kur'ân ve hem hadîstir. Onun malı; oradan her zaman istemeli.
Kitaplar, içtihadlar Kur'ân'ın aynası, yahut dürbün olmalı. Gölge, vekil istemez o Şems-i Mu'cizbeyân.


Mübtıl, bâtılı hak nazarıyla alır
İnsandaki fıtratı mükerrem olduğundan, kasden hakkı arıyor.
Bâzan gelir eline, bâtılı hak zanneder, koynunda saklıyor.
Hakikati kazarken, ihtiyârı olmadan dalâl düşer başına; hakikattir zanneder, kafasına geçirir.


Kudretin aynaları çoktur
Kudret-i Zülcelâlin pekçoktur mir'atları. Herbiri ötekinden daha eşeff ve eltaf pencereler açıyor bir âlem-i misâle.
Sudan havaya kadar, havadan tâ esîre, esîrden tâ misâle, misâlden tâ ervâha, ervâhtan tâ zamana, zamandan tâ hayale,
Hayalden tâ fikre kadar muhtelif aynalar, dâimâ temsil eder şuûnât-ı seyyâle.
Kulağınla nazar et âyine-i havaya: Kelime-i vâhide, olur milyon kelimât.
Acîb istinsah eder o kudretin kalemi; şu sırr-ı tenâsülât.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Temessülün aksâmı muhtelifedir
Aynada temessül, münkasım dört sûrete: ya yalnız hüviyet, ya beraber hâsiyet, ya hüviyet hem şûle-i mahiyet, ya mahiyet hüviyet.
Eğer misâl istersen, işte insan ve hem şems, melek ve hem kelime. Kesîfin timsâlleri, aynada oluyor birer müteharrik meyyit.
Bir ruh-u nurânînin, kendi mir'atlarında timsâlleri oluyor birer hayy-ı murtabıt. Aynı olmazsa eğer, gayrı dahi olmayıp, birer nur-u münbasıt.
Ger şems hayvan olaydı, olur harareti hayatı, ziyâ onun şuuru. Şu havâssa mâliktir aynada timsâli.
İşte budur şu esrarın miftahı: Cebrâil hem Sidre'de, hem sûret-i Dıhyede, meclis-i Nebevîde,
Hem kim bilir kaç yerde! Azrâil'in bir anda Allah bilir kaç yerde ruhları kabz ediyor. Peygamberin bir anda,
Hem keşf-i evliyâda, hem sâdık rüyalarda ümmetine görünür, hem haşirde umum ile şefaatle görüşür.
Velîlerin abdalı çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Müstaid, müçtehid olabilir; müşerri' olamaz
İçtihadın şartını hâiz olan her müstaid, ediyor nefsi için nass olmayanda içtihad. Ona lâzım, gayra ilzam edemez.
Ümmeti dâvetle teşri' edemez. Fehmi, şeriattan olur, lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri' olamaz.
İcmâ ile cumhurdur, sikke-i şer'i görür. Bir fikre dâvet etmek, zann-ı kabul-ü cumhur şart-ı evvel oluyor.
Yoksa dâvet bid'attır, reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz.


Nur-u akıl kalbden gelir
Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziyâ-i kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.
O nur ile bu ziyâ mezc olmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.
Gözünde bir nehâr var; lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki, bir leyl-i münevver.
O içinde bulunmazsa, o şahmpâre göz olmaz, sende birşey göremez. Basîretsiz basar da para etmez.
Ger fikret-i beyzâda süveydâ-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basîret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz.


Dimağda merâtib-i ilim muhtelifedir, mültebise
Dimağda merâtib var, birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir.
Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz'an oluyor, sonra gelir iltizam, sonra itikad gelir.
İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Herbirinden çıkar bir hâlet: Salâbet itikaddan,
Taassub iltizamdan, imtisâl iz'andan; tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda,
Tahayyülde safsata hâsıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.
Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, sâfî olan zihinleri cerhdir, hem idlâli.


Hazmolmayan ilim telkin edilmemeli
Hakiki mürşid-i âlim koyun olur, kuş olmaz; hasbî verir ilmini.
Koyun verir kuzusuna hazm olmuş musaffâ sütünü.
Kuş veriyor ferhine lüabâlûd kayyını.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Tahrip esheldir; zaif tahripçi olur
Vücud-u cümle eczâ, şart-ı vücud-u külldür. Adem ise, oluyor bir cüz'ün ademiyle; tahrip eshel oluyor.
Bundandır ki, âciz adam, sebeb-i zuhur-u iktidar-ı müsbete hiç yanaşmaz. Menfîce müteharrik, dâim tahripkâr olur.


Kuvvet hakka hizmetkâr olmalı
Hikmetteki desâtir, hükümette nevâmis, hakta olan kavânîn, kuvvetteki kavâid birbiriyle olmazsa müstenid ve müstemid,
Cumhur-u nasta olmaz ne müsmir ve müessir. Şeriatta şeâir kalır mühmel, muattal; umûr-u nasta olmaz müstenid ve mu'temid.


Bâzan zıd, zıddını tazammun eder
Zaman olur zıd, zıddını saklarmış. Lisân-ı siyasette lâfız, mânânın zıddıdır. Adâlet külâhını, Haşiye 1
Zulüm başına geçirmiş; hamiyet libasını, hıyânet ucuz giymiş. Cihad ve hem gazâya, bâğî ismi takılmış. Esâret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî, hürriyet nâm verilmiş. Zıdlarda emsâl olmuş, sûretlerde tebâdül, isimlerde tekabül, makamlarda becâyiş-i mekânî.


Menfaati esas tutan siyaset canavardır
Menfaat üzere çarhı kurulmuş olan siyaset-i hâzıra, müfteristir, canavar.
Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen, merhametini değil, iştihâsını açar.
Sonra döner, geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister.


Kuvâ-i insaniye tahdit edilmediğinden cinayeti büyük olur
Hayvanın hilâfına, insandaki kuvâlar fıtrî tahdit olmamış. Onda çıkan hayr ü şer, lâyetenâhî gider.
Onda olan hodgâmlık, bundan çıkan hodbînlik, gurur, inad birleşse, öyle günah oluyor Haşiye 2 ki, beşer şimdiye kadar
Ona isim bulmamış. Cehennemin lüzûmuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.
Hem meselâ, bir adam tek yalancı sözünü doğru göstermek için, İslâmın felâketini kalben arzu eder.
Şu zaman da gösterdi: Cehennem lüzûmsuz olmaz, Cennet ucuz değildir.

Bâzan hayır şerre vâsıta olur
Havâstaki meziyet, filhakika sebeptir tevâzu, mahviyete; olmuş maatteessüf sebeb-i tahakküme, tekebbüre hem illet.


Haşiye 1: Bu zamanı tam görmüş gibi bahseder.
Haşiye 2: Bunda da bir işaret-i gaybiye var.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Fakirlerdeki aczi, âmîlerdeki fakrı, filhakika sebeptir ihsan ve merhamete.
Lâkin maatteessüf müncer olmuştur şimdi zillet ve esârete. Bir şeyde hâsıl olan mehâsin ve şerefse, havâs ve rüesâya o şey peşkeş edilir.
O şeyden neş'et eden seyyiât ve şer ise, efrad ve hem avâma taksim, tevzî edilir.
Aşîret-i galipte hâsıl olan şerefse, "Hasan Ağa, âferin!"
Hâsıl olan şer ise, efrâda olur nefrîn. Beşerde şerr-i hazin!


Gâye-i hayal olmazsa, enâniyet kuvvetleşir
Bir gâye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenâsi edilse; elbette zihinler enelere dönerler, etrafında gezerler.
Ene kuvvetleşiyor, bâzan sinirleniyor. Delinmez, tâ "nahnü" olsun. Enesini sevenler, başkaları sevmezler.


Hayat-ı ihtilâl mevt-i zekât, hayat-ı ribâdan çıkmış
Bilcümle ihtilâlât, bütün herc ü fesadât, hem asıl, hem mâdeni, rezâil ve seyyiât, bütün fâsid hasletler,
Muharrik ve menbaı iki kelimedir tek, yahut iki kelâmdır.
Birincisi şudur ki: "Ben tok olsam, başkalar acından ölse, neme lâzım."
İkincisi: "Rahatım için zahmet çek. Sen çalış, ben yiyeyim. Benden yemek, senden emekler."
Birinci kelimede olan semm-i kâtili, hem kökünü kesecek, şâfi devâ olacak tek bir devâsı vardır.
O da zekât-ı şer'î ki, bir rükn-ü İslâmdır. İkinci kelimede zakkum-u şecer münderic. Onun ırkını kesecek, ribânın hurmetidir.
Beşer salâh isterse, hayatını severse, zekâtı vaz' etmeli, ribâyı kaldırmalı.


Beşer, hayatını isterse enva-ı ribâyı öldürmeli
Tabaka-i havâstan tabaka-i avâma sıla-i rahm kopmuştur. Aşağıdan fırlıyor
Sadâ-i ihtilâli, vâveylâ-i intikamı, kin ve hased enîni. Yukarıdan iniyor
Zulüm ve tahkir ateşi, tekebbürün sıkleti, tahakküm sâikası. Aşağıdan çıkmalı.
Tahabbüb ve itaat, hürmet ve hem imtisâl. Fakat merhamet ve ihsan yukarıdan inmeli,
Hem şefkat ve terbiye. Beşer bunu isterse sarılmalı zekâta, ribâyı tard etmeli.
Kur'ân'ın adâleti bâb-ı âlemde durup, ribâya der: "Yasaktır; hakkın yoktur, dönmeli."
Dinlemedi bu emri, beşer yedi bir sille. Haşiye Müthişini yemeden bu emri dinlemeli.



Haşiye: Kuvvetli bir işaret-i gaybiyedir. Evet, beşer dinlemedi, bu İkinci Harb-i Umumi ile dehşetli silsileyi de yedi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Beşer esirliği parçaladığı gibi ecirliği de parçalayacaktır
Bir rüyâda demiştim: Devletler, milletlerin hafif muhârebesi, tabakât-ı beşerin şedid olan harbine terk-i mevkî ediyor.
Zîrâ beşer, edvârda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecîr olmuştur; onun yükünü çeker, onu da parçalıyor.
Beşerin başı ihtiyar; edvâr-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esâret, şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır, geçiyor.


Gayr-i meşrû tarîk, zıdd-ı maksuda gider
b887.gif
-1- bir düstur-u azîmdir: "Gayr-i meşrû tarîk ile bir maksada giden zât, galiben maksudunun zıddıyla görür mücâzât."
Avrupa muhabbeti gayr-i meşrû muhabbet, hem taklid ve hem ülfet.
âkıbeti mükâfât: Mahbubun gaddarâne adâveti, cinâyât.
Fâsık-ı mahrum, bulmaz ne lezzet ve ne necât.


Cebir ve İ'tizalde birer dâne-i hakikat bulunur
Ey talib-i hakikat! Mâziye, hem musîbet; müstakbel ve mâsiyet ayrı görür şeriat. Mâziye, mesâibe nazar olur kadere.
Söz olur Ceberîye. Müstakbel ve maâsi, nazar olur teklife. Söz olur İ'tizale. İ'tizal ile Cebir şurada barışırlar.
Şu bâtıl mezheblerde birer dâne-i hakikat mevcud, mündericdir; mahsus mahalli vardır. Bâtıl olan, tâmimdir.


1- Katil öldürdüğü kimseye varis olamaz. (Tirmizî, Ferâiz:17.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Acz ve ceza bîçarelerin kârıdır
Ger istersen hayatı, çareleri bulunan şeyde acze yapışma.
Ger istersen rahatı, çaresi bulunmayan şeyde ceza'a sarılma.


Bâzan küçük birşey büyük bir iş yapar
Öyle şerâit oluyor, tahtında az bir hareke, sahibini çıkarıyor tâ âlâ-yı illiyyîn.
Öyle hâlât oluyor ki, küçük bir hareket, kâsibini indiriyor tâ esfel-i sâfilîn.


Bâzılara bir an bir senedir
Fıtratların bir kısmı birden bire parlıyor. Bir kısmı tedricîdir, şey'en şey'en kalkıyor. Tabiat-ı insanî ikisine de benziyor.
Şerâite bakıyor, ona göre değişir. Bâzan tedricî gider. Bâzan dahi oluyor barut gibi zulmânî; birdenbire fışkırıyor.
Nurânî bir nâr olur; bâzı olur bir nazar, fahmi elmas ediyor. Bâzı olur bir temas, taşı iksir ediyor. Bir nazar-ı peygamber
Birden bire kalbeder bir bedevî cahil, bir ârif-i münevver.
Eğer mîzan istersen: İslâmdan evvel Ömer, İslâmdan sonra Ömer.
Birbiriyle kıyası: bir çekirdek, bir şecer. Def'aten verdi semer, o nazar-ı Ahmedî, o himmet-i Peygamber.
Cezîretü'l-Arabda, fahm olmuş fıtratları kalbetti elmaslara, birden bire serâser,
Barut gibi ahlâkı parlattırdı, oldular birer nur-u münevver.


Yalan bir lâfz-ı kâfirdir
Bir dâne sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dâne-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali. Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyâlı.
Yeri verir sükûta-eğer çıksa zararlı. Yalana yer hiç yoktur, çendan olsa faydalı. Her sözün doğru olsun, her hükmün hak olmalı.
Lâkin hakkın olamaz her doğruyu söz etmek. Bunu iyi bilmeli. "Huz mâ safa dâ mâ keder" -1- kendine düstur etmeli.
Güzel gör, hem güzel bak; tâ güzel düşünmeli. Güzel bil, hem güzel düşün; tâ leziz hayatı bulmalı.
Hayat içinde hayattır hüsn-ü zanda emeli. Sû-i zanla yeistir, saadet muharribi, hem de hayatın kâtili.


1- Çirkin ve keder vereni bırak, güzel ve huzur verene bak.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bir meclis-i misâlîde, şeriatla medeniyet-i hâzıra,
dehâ-i fennî ile hüdâ-i şer'î muvâzeneleri
Birinci Harbin Mütâreke başında, bir Cuma gecesinde bir rüyâ-i sâdıkada, misâlî âleminde, bir meclis-i azîmde benden suâl ettiler:
"Mağlûbiyet sonunda İslâmın âleminde ne hal peydâ olacak?" Asr-ı hâzır mebusu sıfatıyla söyledim; onlar da dinlediler.
Eski zamandan beri istiklâl-i İslâmın bekâsı, hem kelimetullâhın i'lâsı için, farz-ı kifâye-i cihadı, o lâzıme-i diyânet,
Deruhte ile, kendini yekvücud-u vahdânî, İslâmın âlemine fedaya vazifedar, hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet,
Şu millet-i İslâmın felâket-i mâzisi, getirecek de elbet İslâmın âlemine saadet ve hürriyet. Olur geçen musîbet
İstikbâlde telâfi. Üçü veren, üç yüzü kazandıran, etmiyor elbette hiç hasâret. Halini istikbâle tebdil eder, zîhimmet.
Zîrâ ki şu musîbet, hayatımız mâyesi olan şefkat, uhuvvet, tesânüd-ü İslâmî hârikulâde etti, inkişaf-ı uhuvvet,
Tesri-i ihtizâzı, tahrib-i medeniyet. Deniyet-i hâzıra sûreti değişecek, sistemi bozulacak. Zuhur edecek o vakit
İslâmî medeniyet. Müslümanlar bilihtiyâr elbet evvel girecek. Muvâzene istersen: Şer'in medeniyeti, şimdiki medeniyet;
Esaslara dikkat et, âsârlara nazar et. Şimdiki medeniyet esasâtı menfîdir. Menfî olan beş esas ona temel, hem kıymet.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Onlarla çarh kurulur. İşte nokta-i istinad: Hakka bedel kuvvettir. Kuvvet ise, şe'nidir tecavüz ve teâruz. Bundan çıkar hıyânet.
Hedef-i kasdı, fazîlet bedeline hasis bir menfaattir. Menfaatin şe'nidir tezâhum ve tehâsum. Bundan çıkar cinayet.
Hayattaki kanunu, teâvün bedeline, bir düstur-u cidâldir. Cidâlin şe'ni budur: tenâzu' ve tedâfü'. Bundan çıkar sefâlet.
Akvâmların beyninde râbıta-i esası: âharın zararına müntebih unsuriyet. Başkaları yutmakla beslenir, alır kuvvet.
Milliyet-i menfiye, unsuriyet, milliyet; şe'ni olur dâimâ böyle müthiş tesâdüm, böyle feci telâtum. Bundan çıkar helâket.
Beşincisi şudur ki: Câzibedar hizmeti hevâ , hevesi teşcî, teshil; hevesâtı, arzuları tatmin. Bundan çıkar sefâhet.
O hevâ, hem heves, şe'ni budur dâimâ: İnsanı memsuh eder, sîreti değiştirir. Mânevî meshediyor; değişir insaniyet.
Şu medenîlerden çoğunun eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır; sîreti olur sûret.
Gelir hayali karşına, postlarıyla tüyleri. İşte şununla görünür meydandaki âsârı. Zemindeki mevâzin, mîzanıdır şeriat.
Şeriattaki rahmet, semâ-i Kur'ân'dandır. Medeniyet-i Kur'ân esasları müsbettir. Beş müsbet esas üzere döner çarh-ı saadet:
Nokta-i istinadı, kuvvete bedel haktır. Hakkın dâim şe'nidir adâlet ve tevâzün. Bundan çıkar selâmet, zâil olur şekâvet.
Hedefinde menfaat yerine fazîlettir. Fazîletin şe'nidir muhabbet ve tecâzüb. Bundan çıkar saadet, zâil olur adâvet.
Hayattaki düsturu, cidâl kıtâl yerine düstur-u teâvündür. O düsturun şe'nidir ittihad ve tesânüd; hayatlanır cemaat.
Sûret-i hizmetinde, hevâ heves yerine hüdâ-i hidâyettir. O hüdânın şe'nidir insana lâyık tarzda terakkî ve refâhet,
Ruha lâzım sûrette tenevvür ve tekâmül. Kitlelerin içinde cihetü'l-vahdeti de tard eder unsuriyet, hem de menfî milliyet.
Hem onların yerine râbıta-i dindir, nisbet-i vatanîdir, alâka-i sınıfîdir uhuvvet-i imânî. Şu râbıtanın şe'nidir, samimi bir uhuvvet,
Umumi bir selâmet. Hariç etse tecavüz, o da eder tedâfü'. İşte şimdi anladın, sırrı nedir ki küsmüş, almadı medeniyet.
Şimdiye kadar İslâmlar ihtiyârıyla girmemiş. Şu medeniyet-i hâzıra onlara yaramamış. Hem de onlara vurmuş müthiş kayd-ı esâret.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt