Otuz İkinci Söz

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem, dünyada gençliğe muhabbet, yani, ibâdette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi, dâr-ı saadette ebedî bir gençliktir.
Üçüncü İşaret: Refîka-i hayatına meşrû dairesinde, yani, latîf şefkatine, güzel hasletine, hüsn-ü sîretine binâen samimi muhabbet ile refîka-i hayatını da nâşizelikten, sâir günahlardan muhâfaza etmenin netice-i uhreviyesi ise, Rahîm-i Mutlak, o refîka-i hayatı hûrilerden daha güzel bir sûrette ve daha zînetli bir tarzda, daha câzibedar bir şekilde, ona dâr-ı saadette ebedî bir refîka-i hayatı ve dünyadaki eski mâceraları birbirine mütelezzizâne nakletmek ve eski hâtırâtı birbirine tahattur ettirecek enîs, latîf, ebedî bir arkadaş, bir muhib ve mahbub olarak verileceğini vaad etmiştir. Elbette vaad ettiği şeyi, katî verecektir.
Dördüncü İşaret: Vâlideyn ve evlâda muhabbet-i meşrûanın neticesi, nass-ı Kur'ân ile, Cenâb-ı Erhamü'r-Râhimîn, onların makamları ayrı ayrı da olsa, yine o mes'ud âileye sâfî olarak lezzet-i sohbeti Cennete lâyık bir hüsn-ü muâşeret sûretinde dâr-ı bekâda ebedî mülâkât ile ihsan eder. Ve on beş yaşına girmeden, yani, hadd-i bülûğa vâsıl olmadan vefât eden çocuklar,
b791.gif
-1- ile tâbir edilen Cennet çocukları şeklinde ve Cennete lâyık bir tarzda, gayet süslü, sevimli bir sûrette onları Cennette dahi peder ve vâlidelerinin kucaklarına verir, veledperverlik hislerini memnun eder, ebedî o zevki ve o lezzeti onlara verir. Zîrâ çocuklar sinn-i teklife girmediklerinden, ebedî sevimli, şirin çocuk olarak kalacaklar. Dünyadaki her lezzetli şeyin en âlâsı Cennette bulunur. Yalnız çok şirin olan veledperverlik, yani, çocuklarını sevip okşamak zevki, Cennet tenâsül yeri olmadığından, Cennette yoktur zannedilirdi. İşte bu sûrette, o dahi vardır. Hem en zevkli ve en şirin bir tarzda vardır. İşte, kable'l-bülûğ evlâdı vefât edenlere müjde!
Beşinci İşaret: Dünyada, "Elhubbu fillâh" -2- hükmünce, sâlih ahbablara muhabbetin neticesi, Cennette,
b792.gif
-3- ile tâbir edilen, karşı karşıya kurulmuş Cennet iskemlelerinde oturup hoş, şirin, güzel, tatlı bir sûrette dünya mâceralarını ve kadîm olan hâtırâtlarını birbirine nakledip eğlendirmeleri sûretinde, firâksız, sâfî bir muhabbet ve sohbet sûretinde, ahbablarıyla görüştüreceği, Kur'ân'ın nassıyla sabittir.


1- Ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar. (Vâkıa Sûresi: 17.)
2- Allah için sevmek. (Feyzü'l-Kadîr, 2:28, hadîs no: 1241.)
3- Karşılıklı tahtlarda kardeş kardeş otururlar. (Hicr Sûresi: 47.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Altıncı İşaret: Enbiyâ ve evliyâya Kur'ân'ın tarif ettiği tarzda muhabbetin neticesi: O enbiyâ ve evliyânın şefaatlerinden berzahta, haşirde istifade etmekle beraber, gayet ulvî ve onlara lâyık makam ve füyüzâttan o muhabbet vâsıtasıyla istifâza etmektir. Evet,
b793.gif
sırrınca, âdi bir adam, en yüksek bir makama, muhabbet ettiği âlî-makam bir zâtın tebâiyetiyle girebilir.
Yedinci İşaret: Güzel şeylere ve bahara meşrû muhabbetin, yani, "Ne kadar güzel yapılmış" nazarı ile o âsârın arkasındaki ef'âlin güzelliğini ve intizamını ve intizam-ı ef'âl arkasındaki güzel esmânın cilvelerini ve o güzel esmânın arkasında sıfatın tecelliyâtını ve hâkezâ, sevmekliğin neticesi ise, dâr-ı bekâda o güzel gördüğün masnuâttan bin defa daha güzel bir tarzda, esmânın cilvesini ve esmâ içindeki cemâl ve sıfatını Cennette görmektir. Hattâ İmâm-ı Rabbânî Radıyallâhü Anh demiş ki: "Letâif-i Cennet, cilve-i esmânın temessülâtıdır." Teemmel!
Sekizinci İşaret: Dünyada, dünyanın âhiret mezraası ve esmâ-i İlâhiye aynası olan iki güzel yüzüne karşı mütefekkirâne muhabbetin uhrevî neticesi, dünya kadar, fakat fânî dünya gibi fânî değil, bâkî bir Cennet verilecektir. Hem, dünyada yalnız zayıf gölgeleri gösterilen esmâ, o Cennetin aynalarında en şâşaalı bir sûrette gösterilecektir.
Hem, dünyayı mezraâ-i âhiret yüzünde sevmenin neticesi, dünyayı fidanlık, yani, ancak fidanları bir derece yetiştiren küçük bir mezraası hükmünde olacak öyle bir Cenneti verecek ki, dünyada havâs ve hissiyât-ı insaniye, küçük fidanlar olduğu halde, Cennette en mükemmel bir sûrette inkişaf ve dünyada tohumcuklar hükmünde olan istidadları, enva-ı lezâiz ve kemâlât ile sünbüllenecek sûrette ona verileceği, rahmetin ve hikmetin muktezâsı olduğu gibi, hadîsin nusûsuyla ve Kur'ân'ın işârâtıyla sabittir.
Hem, mâdem dünyanın, her hatânın başı olan mezmum muhabbeti değil, belki esmâya ve âhirete bakan iki yüzünü, esmâ ve âhiret için sevmiş ve ibâdet fikriyle o yüzleri mâmur etmiş, güyâ bütün dünyasıyla ibâdet etmiş; elbette dünya kadar bir mükâfat alması, muktezâ-i rahmet ve hikmettir.
Hem, mâdem âhiretin muhabbetiyle onun mezraasını sevmiş ve Cenâb-ı Hakkın muhabbetiyle âyine-i esmâsını sevmiş; elbette dünya gibi bir mahbub ister. O da dünya kadar bir Cennettir.
Suâl: O kadar büyük ve hâlî bir Cennet neye yarar?
Elcevap: Nasıl ki, eğer mümkün olsaydı, hayal süratiylele zeminin aktârını ve yıldızların ekserîsini gezsen, "Bütün âlem benimdir" diyebilirsin. Melâike ve insan ve hayvanların iştirakleri, senin o hükmünü bozmaz. Öyle de, o Cennet dahi dolu olsa, "O Cennet benimdir" diyebilirsin. Hadîste, "Bâzı ehl-i Cennete verilen beş yüz senelik bir Cennet" sırrı, Yirmi Sekizinci Sözde ve İhlâs Lem'asında beyân edilmiştir.


Kişi sevdiği ile beraberdir. (Buhârî, Edeb: 96; Müslim, Birr: 165; Tirmizî, Zühd: 50.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Dokuzuncu İşaret: İmân ve muhabbetullâhın neticesi, ehl-i keşif ve tahkikin ittifakıyla, dünyanın bin sene hayat-ı mesûdânesi, bir saatine değmeyen Cennet hayatı ve Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat müşâhedesine değmeyen bir kudsî, münezzeh cemâl ve kemâl sahibi olan Zât-ı Zülcelâlin müşâhedesi, rü'yetidir ki, Haşiye hadîs-i katî ile ve Kur'ân'ın nassıyla sabittir. Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm gibi bir muhteşem kemâl ile meşhur bir zâtın rü'yetine iştiyaklı bir merak, Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm gibi bir cemâl ile mümtaz bir zâtın şuhuduna meraklı bir iştiyak, herkes vicdânen hisseder. Acaba, dünyanın bütün mehâsin ve kemâlâtından binler derece yüksek olan Cennetin bütün mehâsin ve kemâlâtı bir cilve-i cemâli ve kemâli olan bir Zâtın rü'yeti, ne kadar mergub, merakâver ve şuhudu ne derece matlûb ve iştiyakâver olduğunu kıyas edebilirsen, et.
b794.gif
-1-
b457.gif
-2-
b796.gif
-3-
Tenbih
Şu Sözün âhirinde uzun tafsilâtı uzun görme. Ehemmiyetine nisbeten kısadır; daha uzun ister.
Bütün Sözlerde konuşan ben değilim. Belki, işârât-ı Kur'âniye nâmına hakikattir. Hakikat ise hak söyler, doğru konuşur. Eğer yanlış bir şey gördünüz; muhakkak biliniz ki, haberim olmadan fikrim karışmış, karıştırmış, yanlış etmiş.


Haşiye: Hadîsin nassıyla, "O şuhud, bütün lezâiz-i Cennetin o derece fevkındedir ki, onları unutturur ve şuhuddan sonra, ehl-i şuhudun hüsn-ü cemâli o derece fazlalaşır ki, döndükleri vakit, saraylarındaki âileleri çok dikkat ile, zor ile onları tanıyabilirler"[ el-Münzirî, et-Terğib ve't-Terhîb, 4:556.] hadîste vârid olmuştur.



1- Allah'ım! Bizi, dünyada Senin sevgin ve bizi Sana ve Senin emrettiğin gibi istikâmetli olmaya yaklaştıracak şeylerin sevgisiyle, âhirette ise rahmetin ve cemâlini bize göstermeğe rızıklandır.
2- Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32.)
3- Allah'ım, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Resûlüne, onun bütün âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle. âmin.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Münâcât
Yâ Rab! Nasıl büyük bir sarayın kapısını çalan bir adam, açılmadığı vakit, o sarayın kapısını, diğer makbul bir zâtın sarayca me'nûs sadâsıyla çalar- tâ ona açılsın; öyle de, bîçare ben dahi Senin dergâh-ı rahmetini, mahbub abdin olan Üveysü'l-Karânî'nin nidâsıyla ve münâcâtıyla şöyle çalıyorum. O dergâhını ona açtığın gibi, rahmetinle bana da aç. Ekûlü kemâ kâle:
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b797.gif
-1-
b798.gif
-2-


1- Allah'ım! Sen benim Rabbimsin, ben ise Senin bir kulunum. • Sen herşeyi yaratan Hâlık'sın, ben ise Senin bir mahlûkunum.
Sen rızık veren Rezzâk'sın, ben ise Senin rızkınla beslenen bir merzûkunum. • Sen mülk sahibi Mâlik'sin, ben ise Senin kölen olan memlüküm.
Sen gerçek izzet sahibi olan Azîz'sin, ben ise âciz ve zelilim. • Sen hazîneleri bitmeyen zenginlik sahibi Ganî'sin, ben ise Senin ihsanına muhtaç fakr-ı mutlak içinde bir fakirim.
Sen gerçek hayat sahibi Hayy'sın; ben ise, Senin hayat verişin olmasa, bir ölüyüm. • Sen varlığı ebedî olan Bâkî'sin, ben ise gelip geçici bir fânîyim.
Sen sonsuz izzet ve şeref sahibi Kerîm'sin, ben ise zillet ve kötülükler içinde bocalayan bir leîmim. • Sen sonsuz ihsan sahibi Muhsin'sin, ben ise günah ve kötülük işleyen bir âsiyim.
Sen günahları bol bol bağışlayan Gafûr'sun, ben ise bir günahkârım. • Sen sonsuz azamet ve büyüklük sahibi Azîm'sin, ben ise küçük ve değersiz bir hakîrim.
Sen gerçek kudret ve kuvvet sahibi Kavî'sin, ben ise sınırsız acz içinde bir zaifim. • Sen bağış ve ihsanı veren Mu'tîsin, ben ise lûtuf ve ikramına muhtaç bir dilenciyim.
Sen her türlü zarar ve korkudan uzak Emîn'sin, ben ise maddî ve mânevî korkular içinde biriyim. • Sen cömertlik sahibi Cevâd'sın, ben ise Senin cömertliğine muhtaç bir miskinim.
Sen kullarının duâlarına cevap veren Mucîb'sin, ben ise ise Sana yalvaran duâcıyım. • Sen şifâ veren Şâfî'sin, ben ise türlü türlü dertlere mübtelâ bir hastayım.
Öyleyse ise Sen benim günahlarımı affet, hatâlarımı bağışla, hastalıklarıma şifâ ver, ey bütün kemâl sıfatlarla muttasıf olan Allah, ey her şeye bedel, her şeye yeten Kâfi, ey mahlûkatını besleyip büyüten ve mânilerini def' eden Rab, ey va'dini mutlaka yerine getiren Vâfi, ey kullarına pek şefkatli olan Rahîm, ey maddî ve mânevî hastalıklara şifa veren Şâfî, ey ikram ve ihsânı bol olan Kerîm, ey belâ ve musîbetleri def' edip âfiyet veren Muâfi! Benim bütün günahlarımı bağışla, her türlü hastalığa karşı bana âfiyet ver, beni ebediyen rızâna mazhar eyle. Bunu rahmetinle ihsân eyle ey Erhame'r-Râhimîn.
2- Onların duâları, "âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun" sözleriyle sona erer. (Yûnus Sûresi: 10.)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt