Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Gelelim imkân bahsine.
Mütekellimîn demişler ki: "İmkân, mütesâviyyü't-tarafeyndir. Yani, adem ve vücud, ikisi de müsâvi olsa, bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mûcid lâzımdır. Çünkü, mümkinât birbirini icâd edip, teselsül edemez. Yahut, o onu, o da onu icâd edip, devir sûretinde dahi olamaz. Öyle ise, bir Vâcibü'l-Vücud vardır ki, bunları icâd ediyor."
Devir ve teselsülü on iki bürhan, yani arşî ve süllemî gibi nâmlar ile müsemmâ meşhur on iki delil-i katî ile devri iptal etmişler ve teselsülü muhâl göstermişler. Silsile-i esbâbı kesip, Vâcibü'l-Vücudun vücudunu ispat etmişler.
Biz de deriz ki: Esbâb, teselsülün berâhiniyle âlemin nihayetinde kesilmesinden ise, herşeyde Hâlık-ı Küll-i Şeye has sikkeyi göstermek daha katî, daha kolaydır. Kur'ân'ın feyzi ile, bütün "Pencereler" ve bütün "Sözler" o esas üzerine gitmişler. Bununla beraber, imkân noktasının hadsiz bir vüs'ati var, hadsiz cihetlerle Vâcibü'l-Vücudun vücudunu gösteriyor. Yalnız mütekellimînin teselsülün kesilmesi yoluna-elhak, geniş ve büyük olan o caddeye-münhasır değildir. Belki had ve hesâba gelmeyen yollar ile Vâcibü'l-Vücudun mârifetine yol açar. Şöyle ki:
Herbir şey, vücudunda, sıfâtında, müddet-i bekâsında, hadsiz imkânât, yani gayet çok yollar ve cihetler içinde mütereddit iken, görüyoruz ki, o hadsiz cihetler içinde vücudca muntazam bir yolu takip ediyor. Herbir sıfatı da mahsus bir tarzda ona veriyor. Müddet-i bekâsında bütün değiştirdiği sıfat ve haller dahi böyle bir tahsis ile veriliyor. Demek, bir muhassısın irâdesiyle, bir müreccihin tercihiyle, bir mûcid-i hakîmin icâdıyladır ki; hadsiz yollar içinde, hikmetli bir yolda onu sevk eder. Muntazam sıfâtı ve ahvâli ona giydiriyor.
Sonra, infiraddan çıkarıp, bir terkibli cisme cüz yapar; imkânât ziyâdeleşir. Çünkü, o cisimde binler tarzda bulunabilir. Halbuki, neticesiz o vaziyetler içinde neticeli mahsus bir vaziyet ona verilir ki, mühim neticeleri ve faydaları ve o cisimde vazifeleri gördürülüyor.
Sonra, o cisim dahi diğer bir cisme cüz yaptırılıyor. İmkânât daha ziyâdeleşir. Çünkü, binlerle tarzda bulunabilir. İşte, o binler tarz içinde birtek vaziyet veriliyor, o vaziyet ile mühim vazifeler gördürülüyor, ve hâkezâ. Gittikçe daha ziyâde katî bir Hakîm-i Müdebbirin vücûb-u vücudunu gösteriyor. bir âmir-i Alîmin emriyle sevk edildiğini bildiriyor. Cisim içinde cisim, birbiri içinde cüz olup giden bütün bu terkiblerde, nasıl bir nefer, takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ordusunda mütedâhil o heyetlerden herbirisine mahsus birer vazifesi, hikmetli birer nisbeti, intizamlı birer hizmeti bulunuyor. Hem, nasıl ki senin gözbebeğinden bir hüceyre, gözünde bir nisbeti ve bir vazifesi var, senin başın heyet-i umumiyesi nisbetinde dahi hikmetli bir vazifesi ve hizmeti vardır. Zerre miktar şaşırsa, sıhhat ve idare-i beden bozulur. Kan damarlarına, his ve hareket âsablarına, hattâ bedenin heyet-i umumiyesinde birer mahsus vazifesi, hikmetli birer vaziyeti vardır. Binlerle imkânât içinde, bir Sâni-i Hakîmin hikmetiyle o muayyen vaziyet verilmiştir.
Mütekellimîn demişler ki: "İmkân, mütesâviyyü't-tarafeyndir. Yani, adem ve vücud, ikisi de müsâvi olsa, bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mûcid lâzımdır. Çünkü, mümkinât birbirini icâd edip, teselsül edemez. Yahut, o onu, o da onu icâd edip, devir sûretinde dahi olamaz. Öyle ise, bir Vâcibü'l-Vücud vardır ki, bunları icâd ediyor."
Devir ve teselsülü on iki bürhan, yani arşî ve süllemî gibi nâmlar ile müsemmâ meşhur on iki delil-i katî ile devri iptal etmişler ve teselsülü muhâl göstermişler. Silsile-i esbâbı kesip, Vâcibü'l-Vücudun vücudunu ispat etmişler.
Biz de deriz ki: Esbâb, teselsülün berâhiniyle âlemin nihayetinde kesilmesinden ise, herşeyde Hâlık-ı Küll-i Şeye has sikkeyi göstermek daha katî, daha kolaydır. Kur'ân'ın feyzi ile, bütün "Pencereler" ve bütün "Sözler" o esas üzerine gitmişler. Bununla beraber, imkân noktasının hadsiz bir vüs'ati var, hadsiz cihetlerle Vâcibü'l-Vücudun vücudunu gösteriyor. Yalnız mütekellimînin teselsülün kesilmesi yoluna-elhak, geniş ve büyük olan o caddeye-münhasır değildir. Belki had ve hesâba gelmeyen yollar ile Vâcibü'l-Vücudun mârifetine yol açar. Şöyle ki:
Herbir şey, vücudunda, sıfâtında, müddet-i bekâsında, hadsiz imkânât, yani gayet çok yollar ve cihetler içinde mütereddit iken, görüyoruz ki, o hadsiz cihetler içinde vücudca muntazam bir yolu takip ediyor. Herbir sıfatı da mahsus bir tarzda ona veriyor. Müddet-i bekâsında bütün değiştirdiği sıfat ve haller dahi böyle bir tahsis ile veriliyor. Demek, bir muhassısın irâdesiyle, bir müreccihin tercihiyle, bir mûcid-i hakîmin icâdıyladır ki; hadsiz yollar içinde, hikmetli bir yolda onu sevk eder. Muntazam sıfâtı ve ahvâli ona giydiriyor.
Sonra, infiraddan çıkarıp, bir terkibli cisme cüz yapar; imkânât ziyâdeleşir. Çünkü, o cisimde binler tarzda bulunabilir. Halbuki, neticesiz o vaziyetler içinde neticeli mahsus bir vaziyet ona verilir ki, mühim neticeleri ve faydaları ve o cisimde vazifeleri gördürülüyor.
Sonra, o cisim dahi diğer bir cisme cüz yaptırılıyor. İmkânât daha ziyâdeleşir. Çünkü, binlerle tarzda bulunabilir. İşte, o binler tarz içinde birtek vaziyet veriliyor, o vaziyet ile mühim vazifeler gördürülüyor, ve hâkezâ. Gittikçe daha ziyâde katî bir Hakîm-i Müdebbirin vücûb-u vücudunu gösteriyor. bir âmir-i Alîmin emriyle sevk edildiğini bildiriyor. Cisim içinde cisim, birbiri içinde cüz olup giden bütün bu terkiblerde, nasıl bir nefer, takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ordusunda mütedâhil o heyetlerden herbirisine mahsus birer vazifesi, hikmetli birer nisbeti, intizamlı birer hizmeti bulunuyor. Hem, nasıl ki senin gözbebeğinden bir hüceyre, gözünde bir nisbeti ve bir vazifesi var, senin başın heyet-i umumiyesi nisbetinde dahi hikmetli bir vazifesi ve hizmeti vardır. Zerre miktar şaşırsa, sıhhat ve idare-i beden bozulur. Kan damarlarına, his ve hareket âsablarına, hattâ bedenin heyet-i umumiyesinde birer mahsus vazifesi, hikmetli birer vaziyeti vardır. Binlerle imkânât içinde, bir Sâni-i Hakîmin hikmetiyle o muayyen vaziyet verilmiştir.